Taşlar.... Gezegenin yaşlı çocukları.... En yaşlı insan bile kendi yaşamından öncesini yalnız okuduklarından, dinlediklerinden bilebilir oysa bir kristal kuvars milyonlarca yıldır dünyada olan bitene tanıklık ediyor....
Taşlar iletkendir, enerjiyi toplar ve yayarlar. Elmas, zümrüt, yakut gibi nadide taşlar o kadar güçlü titreşir ki ışıltıları göz kamaştırır; dokunmak, bakmak, üzerimizde taşımak isteriz. Aslında çakıl taşından, elmasa her bir taş eşşiz. Bir müzede, hatırlıyorum, eski çağlardan kalma eşyalar ya kapkacak, ya silah, ya da takılardı. O zamanlar insanlar bakır tellere dizdikleri koca taşları sadece güzelleşmek için değil; fırtınadan korunmak için bile üzerlerinde taşır, doğadan yardım alırlarmış. Bugün bize fırtına korkutucu gelmeyebilir, peki ya hergün kullandığımız aletlerden yayılan radyasyon?
Sorunlar yeni, çareler eski... Akmar Pasajı’ndaki ‘Sert Mineral’in sahibi Sedat Kandemir bu eski çarelerin değerini iyi bilenlerden... Ünü dünyaya yayılmış... Dükkanında her çeşit şifalı, ezoterik taşı, bu taşlardan yapılmış takıları bulmak mümkün.
Vitrinde, ‘Bu hazin saltanat sakın kendinin sanma, Hepsini bırakıp hiç olup söneceksin. Ey kişi beyhude gururlanma. Çıplak geldiğin gibi çıplak döneceksin’ diyen yazıyı okuyorum; çünkü dükkana sığmam için en az iki kişinin çıkması gerekiyor. Sedat Amca gülüyor, meraklı misafirlerin sorularını yanıtlıyor. Sesi gür, heyecanlı.. O anlatsın siz dinleyin...
‘Kaç senedir?’ diye soruyorum; duvardaki 1949 tarihli ruhsatı işaret ediyor; ‘Babam keresteciydi, beraber ormana giderdik; O ağaçlara bakardı, ben dere kenarındaki çakıl taşlarına.. Taşçı olmadım ben, öyle doğdum.’ diyor. ‘Kader nedir?’ diye soruyor, ‘Neymiş?’ diyorum. ‘Koyuvermektir’ diyor. ‘Bir şeyi merak ediyorsan sonuna kadar gitmen lazım. Ben o çakıl taşlarına bakmakla yetinmedim, peşlerinden gittim. İnsanlar farkında olsun olmasın taşlarla yaşar. İçtiğimiz suyun içindeki mineraller nedir? Taştır. Su içmem diyenin bile, bak, mezar taşı vardır. Dünyada gözümüzün gördüğü her şey bir sebeple yaratılmış, her taşın da ayrı görevi, faydaları var. Mesela şimdi cep telefonlarından, televizyondan, bilgisayardan yayılan radyasyon konuşuluyor, çaresi kristal kuvarstır. Bu taş radyasyonu toplar. Özellikle dumanlı olanı radyasyonu kapıdan içeriye sokmaz. Her bir taşın yaydığı frekans, renk, enerji farklıdır. Kişi hangi taşa ihtiyacı olduğunu araştırmalı; yoksa öyle burcumun taşını taşıyayım falan bunlar bana göre yanlış yaklaşımlardır. İşin o kısmı ticari.. Taş kişiye özeldir. Görüyorsun ya insan hisseder zaten kendisine iyi gelecek taşı.’
İşte böyle Sedat Amca’yı dinlerken gözlerimin uzun bir süredir karşıdaki yeşim taşında olduğunu farkediyorum. Açık yeşil, yuvarlak, kendi halinde bir taş. Efsaneye göre büyük Çin Ejderinin yeryüzüne boşalttığı tohumların donmuş hali Yeşim taşını oluşturmuş. Bugün hala Çin’li işadamları bir işe başlamadan önce yeşim taşından yapılmış tılsımları ellerinde tutar, okşar, onlardan güç alırlarmış.Yeşim iyi ilişkiler, vefalı dost simgesi. Ayrıca akıl hastalarına, dahili hastalıklara, göz bozukluğuna, kadınların adet ve doğum sancılarına iyi geldiği söylenir.
Bir Kızılderili hikayesinde anlatıldığına göre; kesilip yenmekten bıkan hayvanlar kim bizi çok yerse ona hastalık verelim demiş, ormandaki toplantıya kulak misafiri olan bitkiler ve taşlar da hayvanları haksız bulup, insanlara şifa verme kararı almışlar...
Hayvanlar dediklerini yapıyor gibi... Taşlar da bize iyi gelmeyi bekliyorlar; görünce, dokununca şüphesi kalmıyor insanın....
Taşlar berrak olabildiği gibi içlerinde hava boşluğu, başka mineraller, kaya parçaları, hatta reçinenin donmasıyla oluşan kehribarın içinde böcekler, hayvanlar bile bulunabiliyor. Belki görmüşsünüzdür ama eğer bir müzede görmediyseniz büyük ihtimalle dökmedir, yani hayvancağız reçineyle mumyalanmıştır. Altı ay içinde Balat’ta ‘İstanbul Mineral ve Fosil Müzesi’ açılacakmış belki orada görebiliriz.
Dumanlı kuvars, cep telefonu, bilgisayar, televizyondan yayılan radyasyon dahil bütün negatif enerjileri topluyor.
LAL(garnet): Lal taşının içinde geceyi aydınlatacak bir ışık saklı olduğuna inanılır, gece yoculuklarında yol göstermesi için taşınırmış. Bu taşın kanamaları durduğu, taşıyıcısını kan zehirlenmelerinden, kan hastalıklarından koruduğu söylenir. Sadakat, doğruluk taşı olarak bilinir.
AMETİST: Leonardo Da Vinci ametistin zekayı kıvraklaştırıp, kötü düşünceleri dağıttığını yazmış. Mor rengi yüzünden asalet ve metafizik güçlerle ilişkilendirilir. Stres, migren, akciğer hastalıklarına karşı korur; bağışıklık sistemini güçlendirir. Negatif enerjiyi toplar. Sedat Amca, ‘ Bu taşı evin bir köşesine koyun..’ diyor ‘..sizin onu görmeniz gerekmez, o sizi görsün yeter.’
AKUAMARİN: Su-Deniz. İçinde okyanus enerjisi barındırdığına inanılır. Denizciler akuamarin taşların üzerine tanrı Neptün’ün sembollerini kazır, bu muskayı kazasız belasız eve dönebilmek için taşırlarmış. Bu taşın beden ve zihin ilişkisini güçlendirip, aile saadetini koruduğu söylenir.
SİTRİN (Sarı Topaz): Fransızca citron; limon’dan geliyor. Bu taş ‘Tüccar Taşı’ olarak bilinir; kasaya bir parça sitrin konulduğunda gelirin arttığına inanılırmış. Cildi güzelleştirdiği; kalbi ferah tutup insana ümit verdiği söylenir.
FİRUZE (Turkuaz): 12. yüzyıla ait Arap yazılarında ‘eğer bir yerde soluk renkli firuze varsa orada hava kirlidir’ diye anlatılır. Firuze, tılsım olarak kullanılan en eski taşlardan biri. Taşıyıcıyı nazardan koruduğuna, bilinci genişlettiğine, hücrelerin yenilenmesine yardımcı olduğuna , kaygıyı teskin edip tansiyonu düzenlediğine inanılır.
Aytaşı: Hindu efsanesine göre bu taş ay ışığından meydana geliyor. Bir zamanlar, dolunayda ağzında bir parça aytaşı tutarsan geleceğini görebileceğine inanılırmış. Hindistan’da bu taş kutsal ve iyi şans getirdiği söyleniyor.
Süstaşları, ya da diğer bir deyişle kıymetli ve yarı kıymetli taşlar doğal olarak oluşan minerallerdir. Onları diğer minerallerden ayıran dayanıklılık, güzellik ve nadirlik gibi temel kriterlerin dışında; taşınabilirlik, şeffaflık, kesilebilirlik, parlatılabilirlik, ışık yansıtma, renk oyunları ve bünyesinde safsızlıklar içerme gibi bazı özellikler de taşların değerlerini belirleyen unsurlardır.
Süstaşları sınıflamalarında kıymetli taşları, yarı kıymetli taşlardan ayıran kesin bir tanımlama yoktur. Yüzyıllardan bu yana sürüp gelen geleneğe göre, elmas, zümrüt, safir, yakut kıymetli taşlar, diğerleri ise yarı kıymetli taşlar olarak kabul edilirler.
Taş almak ilaç almak gibi bir şey, hepsinin ayrı özelliği ayrı; iki kutuplu taşları( turmalin, opal gibi) kullanırken dikkat etmek gerekiyor. İyice araştırmak, bilenlere sormak lazım.
Toprak Ananın Mücevherleri
Taşlar.... Gezegenin yaşlı çocukları.... En yaşlı insan bile kendi yaşamından öncesini yalnız okuduklarından, dinlediklerinden bilebilir oysa bir kristal kuvars milyonlarca yıldır dünyada olan bitene tanıklık ediyor....
Taşlar iletkendir, enerjiyi toplar ve yayarlar. Elmas, zümrüt, yakut gibi nadide taşlar o kadar güçlü titreşir ki ışıltıları göz kamaştırır; dokunmak, bakmak, üzerimizde taşımak isteriz. Aslında çakıl taşından, elmasa her bir taş eşşiz. Bir müzede, hatırlıyorum, eski çağlardan kalma eşyalar ya kapkacak, ya silah, ya da takılardı. O zamanlar insanlar bakır tellere dizdikleri koca taşları sadece güzelleşmek için değil; fırtınadan korunmak için bile üzerlerinde taşır, doğadan yardım alırlarmış. Bugün bize fırtına korkutucu gelmeyebilir, peki ya hergün kullandığımız aletlerden yayılan radyasyon?
Sorunlar yeni, çareler eski... Akmar Pasajı’ndaki ‘Sert Mineral’in sahibi Sedat Kandemir bu eski çarelerin değerini iyi bilenlerden... Ünü dünyaya yayılmış... Dükkanında her çeşit şifalı, ezoterik taşı, bu taşlardan yapılmış takıları bulmak mümkün.
Vitrinde,
‘Bu hazin saltanat sakın kendinin sanma,
Hepsini bırakıp hiç olup söneceksin.
Ey kişi beyhude gururlanma.
Çıplak geldiğin gibi çıplak döneceksin’ diyen yazıyı okuyorum; çünkü dükkana sığmam için en az iki kişinin çıkması gerekiyor. Sedat Amca gülüyor, meraklı misafirlerin sorularını yanıtlıyor. Sesi gür, heyecanlı.. O anlatsın siz dinleyin...
‘Kaç senedir?’ diye soruyorum; duvardaki 1949 tarihli ruhsatı işaret ediyor;
‘Babam keresteciydi, beraber ormana giderdik; O ağaçlara bakardı, ben dere kenarındaki çakıl taşlarına.. Taşçı olmadım ben, öyle doğdum.’ diyor. ‘Kader nedir?’ diye soruyor, ‘Neymiş?’ diyorum. ‘Koyuvermektir’ diyor. ‘Bir şeyi merak ediyorsan sonuna kadar gitmen lazım. Ben o çakıl taşlarına bakmakla yetinmedim, peşlerinden gittim. İnsanlar farkında olsun olmasın taşlarla yaşar. İçtiğimiz suyun içindeki mineraller nedir? Taştır. Su içmem diyenin bile, bak, mezar taşı vardır. Dünyada gözümüzün gördüğü her şey bir sebeple yaratılmış, her taşın da ayrı görevi, faydaları var. Mesela şimdi cep telefonlarından, televizyondan, bilgisayardan yayılan radyasyon konuşuluyor, çaresi kristal kuvarstır. Bu taş radyasyonu toplar. Özellikle dumanlı olanı radyasyonu kapıdan içeriye sokmaz. Her bir taşın yaydığı frekans, renk, enerji farklıdır. Kişi hangi taşa ihtiyacı olduğunu araştırmalı; yoksa öyle burcumun taşını taşıyayım falan bunlar bana göre yanlış yaklaşımlardır. İşin o kısmı ticari.. Taş kişiye özeldir. Görüyorsun ya insan hisseder zaten kendisine iyi gelecek taşı.’
İşte böyle Sedat Amca’yı dinlerken gözlerimin uzun bir süredir karşıdaki yeşim taşında olduğunu farkediyorum. Açık yeşil, yuvarlak, kendi halinde bir taş. Efsaneye göre büyük Çin Ejderinin yeryüzüne boşalttığı tohumların donmuş hali Yeşim taşını oluşturmuş. Bugün hala Çin’li işadamları bir işe başlamadan önce yeşim taşından yapılmış tılsımları ellerinde tutar, okşar, onlardan güç alırlarmış.Yeşim iyi ilişkiler, vefalı dost simgesi. Ayrıca akıl hastalarına, dahili hastalıklara, göz bozukluğuna, kadınların adet ve doğum sancılarına iyi geldiği söylenir.
Bir Kızılderili hikayesinde anlatıldığına göre; kesilip yenmekten bıkan hayvanlar kim bizi çok yerse ona hastalık verelim demiş, ormandaki toplantıya kulak misafiri olan bitkiler ve taşlar da hayvanları haksız bulup, insanlara şifa verme kararı almışlar...
Hayvanlar dediklerini yapıyor gibi... Taşlar da bize iyi gelmeyi bekliyorlar; görünce, dokununca şüphesi kalmıyor insanın....
Taşlar berrak olabildiği gibi içlerinde hava boşluğu, başka mineraller, kaya parçaları, hatta reçinenin donmasıyla oluşan kehribarın içinde böcekler, hayvanlar bile bulunabiliyor. Belki görmüşsünüzdür ama eğer bir müzede görmediyseniz büyük ihtimalle dökmedir, yani hayvancağız reçineyle mumyalanmıştır. Altı ay içinde Balat’ta ‘İstanbul Mineral ve Fosil Müzesi’ açılacakmış belki orada görebiliriz.
Dumanlı kuvars, cep telefonu, bilgisayar, televizyondan yayılan radyasyon dahil bütün negatif enerjileri topluyor.
LAL(garnet): Lal taşının içinde geceyi aydınlatacak bir ışık saklı olduğuna inanılır, gece yoculuklarında yol göstermesi için taşınırmış. Bu taşın kanamaları durduğu, taşıyıcısını kan zehirlenmelerinden, kan hastalıklarından koruduğu söylenir. Sadakat, doğruluk taşı olarak bilinir.
AMETİST: Leonardo Da Vinci ametistin zekayı kıvraklaştırıp, kötü düşünceleri dağıttığını yazmış. Mor rengi yüzünden asalet ve metafizik güçlerle ilişkilendirilir. Stres, migren, akciğer hastalıklarına karşı korur; bağışıklık sistemini güçlendirir. Negatif enerjiyi toplar. Sedat Amca, ‘ Bu taşı evin bir köşesine koyun..’ diyor ‘..sizin onu görmeniz gerekmez, o sizi görsün yeter.’
AKUAMARİN: Su-Deniz. İçinde okyanus enerjisi barındırdığına inanılır. Denizciler akuamarin taşların üzerine tanrı Neptün’ün sembollerini kazır, bu muskayı kazasız belasız eve dönebilmek için taşırlarmış. Bu taşın beden ve zihin ilişkisini güçlendirip, aile saadetini koruduğu söylenir.
SİTRİN (Sarı Topaz): Fransızca citron; limon’dan geliyor. Bu taş ‘Tüccar Taşı’ olarak bilinir; kasaya bir parça sitrin konulduğunda gelirin arttığına inanılırmış. Cildi güzelleştirdiği; kalbi ferah tutup insana ümit verdiği söylenir.
FİRUZE (Turkuaz): 12. yüzyıla ait Arap yazılarında ‘eğer bir yerde soluk renkli firuze varsa orada hava kirlidir’ diye anlatılır. Firuze, tılsım olarak kullanılan en eski taşlardan biri. Taşıyıcıyı nazardan koruduğuna, bilinci genişlettiğine, hücrelerin yenilenmesine yardımcı olduğuna , kaygıyı teskin edip tansiyonu düzenlediğine inanılır.
Aytaşı: Hindu efsanesine göre bu taş ay ışığından meydana geliyor. Bir zamanlar, dolunayda ağzında bir parça aytaşı tutarsan geleceğini görebileceğine inanılırmış. Hindistan’da bu taş kutsal ve iyi şans getirdiği söyleniyor.
Süstaşları, ya da diğer bir deyişle kıymetli ve yarı kıymetli taşlar doğal olarak oluşan minerallerdir. Onları diğer minerallerden ayıran dayanıklılık, güzellik ve nadirlik gibi temel kriterlerin dışında; taşınabilirlik, şeffaflık, kesilebilirlik, parlatılabilirlik, ışık yansıtma, renk oyunları ve bünyesinde safsızlıklar içerme gibi bazı özellikler de taşların değerlerini belirleyen unsurlardır.
Süstaşları sınıflamalarında kıymetli taşları, yarı kıymetli taşlardan ayıran kesin bir tanımlama yoktur. Yüzyıllardan bu yana sürüp gelen geleneğe göre, elmas, zümrüt, safir, yakut kıymetli taşlar, diğerleri ise yarı kıymetli taşlar olarak kabul edilirler.
Taş almak ilaç almak gibi bir şey, hepsinin ayrı özelliği ayrı; iki kutuplu taşları( turmalin, opal gibi) kullanırken dikkat etmek gerekiyor. İyice araştırmak, bilenlere sormak lazım.