Her zekâ, düşünce sebebine tepki gösterir. Bir hastalığı yenmek üzere bedeni ve zekâmızı kullanmak gerekirse, düşüncenin ne olduğunu ve nasıl yöneltileceği hakkında bilgi edinmemiz faydalıdır. İki şahıs arasında telepati artık bilim otoriteleri tarafından kabul edilmiş bir hakikattir. Düşüncenin bir akıldan diğerine geçebilmesi için düzenli bir unsur ve belirli bir ortam gerekir. Düşünceler müspet şeylerdir. Aklımız tutar, depolar ve gerektiği zaman şuurumuza aktarır.
Evrene ait her şey, bir enerji şeklidir. Dolayısıyla düşünce de bir enerji türü olarak tarif edilmeli. Düşünceler kelime değildir. Kelimeler bir düşünce imajı aydınlatan semboldürler. Her düşüncenin kendisine has şekillendirilmiş bir enerjisi vardır. Bu şekil bir Türk’ün, bir Fransız’ın veya bir İngiliz’in aklında tamamen aynı olur fakat her biri kendi alıştığı sembolü kullanır. Yani kendi lisanındaki kelime o düşünceyi aydınlatır. Düşünce müspet bir şey olup belirli, ayrıntılı bir şekli olmasaydı, gerektiği zaman kullanılmak üzere akılda saklanamazdı. Bir hiç saklanamaz. Düşünceleri, düzenli şekillendirilmiş enerji olarak kabul edince, bunların şifacı zekâ ile bir bağlantı kurmak yolu araştırılır.
Epifiz bezi, şuur ile spirit arasındaki bir geçit olarak kabul ediliyor. Bu beze ruhsal plandan, şifacı zekâdan (rehberden) gelen düşünce şekillerini fiziki plana gerekli empüls şeklinde çevirir ve aktarır. Bu empülsler gerekli hücrelere hitap eden uyaranlar meydana getirir. Bu şekilde arzu edilen herhangi bir zihnî faaliyet başlatılır. Müspet netice alınması için planlı ve idrakli bir hücre faaliyeti yönetilir. Bütün ilerlemeler beyin yoluyla şifacı zekâ seviyesine ulaşır ve oradan yönetici gerekli empülsler çeşitli hücre merkezlerine gönderilir. Arzu edilen faaliyet sağlanır.
Şifacı rehber ruhlar, bu yoldan gerekli değişikliği sağlayan kimyevî maddelerin teşekkülü için enerji yöneltir. Şifa planını kendi bilgilerine uygun bir şekilde yürütür. İcabında değişiklik tevcih eden düşünce şekilleri verir ve hastalık yenilir. Şifa tesirleri ruhî kaynaktan gelip fizikî karşıtlarına değişmek üzere hastaya ulaşır. Bu ulaşım noktası şifacının hasta ile ruhen irtibat kurduğu noktadır. Astral planda enerji karışımı yapılır. Elementer atomik enerji ile istenen yeni bir kimyevî madde teşekkül ettirilir. Düşünce enerjisi sübatomik partikülleri meydana getiren fizik enerji için bir kalp vazifesini görür ve onlardan bir atom teşekkülü için tezgah gibi yararlanır.
Düşünce enerjisi, atomik enerji değildir. En yüksek vibrasyon frekansına sahip olan bir enerji türüdür. Hiç şüphe yoktur ki, frekans ne kadar yükselirse, güç o nispette yükselir. Şöyle ki; düşünce frekansları ve dolayısıyla enerjisi güçlerin en yüksek olanıdır. Düşünce gücü atom enerjisini gerekli şekle, kalıba koyacak güçte ve imkânda olup istenilen maddenin teşekkülü için atomik konstrüksiyonu manipüle eder. Arzu edilen maddeyi verecek şekle koyar ve serbest esirî enerjiyi maddeye çevirir. Esirî ortam, fizik enerjinin bir statik şekli olup ruhsal planın bir alt ortamı olarak kabul edilir.
Hastanın şifası için gereken maddeyi doğrudan doğruya hastanın bedeni içinde teşekkül ettirecek şekilde, şifa tesirleri şifacı medyumun bedeni aracılığıyla veya şifa rehberlerinin direkt temasıyla nakledilir. Bu tesirler yerine göre düzeltici, dağıtıcı, uyarıcı besleyici netice verirler. Bu ameliyede şifacı medyumun vazifesi bir iletici elektrot olarak düşünülebilir ve kıyaslanabilir. Maksat statik bir şekilde bulunan esirî enerjiyi polarize edip (organize) düzenli bir şekle koymaktır. Bunu mütehassıs rehber ruhlar yaparlar.
Bütün bunlar her ne kadar hayali görünüyorsa da, bugünkü fen ve bilim idrakimize uygun bir şekilde gelişmiş olması nedeniyle anlamamızı ve kabul edebilmemizi mümkün kılmıştır. Bilgi ilerledikçe mucize (anlamaktan aciz kaldığımız şey) sıfatını kaybeden şeyler, normal hadise olarak karşılanır. İnanılmayacak şeyler, inandırılır şekilde basitleşir. Bugün normal karşıladığımız fen ve bilim gerçeklerini, babalarımız imkânsız diye sıfatlandırırlardı. Artık anlaşılıyor ki, bir teoriyi inkâr (red) edebilmek için, en az kabul ettiğimiz gerçekler kadar hakkında bilgiye sahip olmamız gerekir. Aksi halde onu inkâr etmekle cehaletimizi ortaya koymuş oluruz. Tıbben tedavisi imkânsız olan hastalıkların yenilmesi beşerin kabiliyetini aşmış bir zekâ ve bilgi mevcudiyetini gösterir, ispatlar. Ruhsal varlıktan yönetilen planlı bir müdahale olduğu kanaatini red etmek için makûl bir sebep gösterilmesi gerekir.
İnsan vücudu muhtelif zekâ merkezlerine hükmeden bedenî zekâya sahiptir. Buna ilâveten bilmemiz gereken bir husus vardır. Bedenî zekâ merkezi, organların zekâsına hükmeder ve organdaki hücre zekâsına da hükmeder. Hücre zekâsı ise, hücre aktivitesini yönetir. Bu seviyede hücre şuuru ile bedenî zekâ arasında bir ayırım yapmak zordur. Kademeler yükseldikçe şuur ile bedenî zekâ arasındaki fark genişler ve bedeni zekâ şuur dışı kalıp ancak şuur altı yolu ile temas sağlar. Birçok ipnotizör, manyetizör bu mekanizmanın çalışma prensibini çoğu kez bilmedikleri halde kullanır ve netice alır.
Bilgili bir şifacı medyum, telepatik idare mekanizmasıyla gerekli merkeze ve organa hitap etmek amacıyla konsantrasyon yapar ve şifacı rehbere alet olur. Böylece işbirliği yapıp tesirleri nakleder. Tecrübe edilince kolaylıkla bu alıcı duruma girilebilir. Şifa tesirlerinin nakli sırasında, şifacı medyum elinde kuvvetli bir hararet hisseder. Bilhassa dağıtıcı güç nakledilirken barizdir. Mesela bir tümör dağıtması esnasında bu harareti hastalar da hissederler. Bu umut verici bir durum olarak yorumlanır. Bu harareti şifacı kendi isteği ile yaratamaz. Termometre ile de ölçülemez. Zira hissedilen bir şua tesiridir.
Her zekâ, düşünce sebebine tepki gösterir. Bir hastalığı yenmek üzere bedeni ve zekâmızı kullanmak gerekirse, düşüncenin ne olduğunu ve nasıl yöneltileceği hakkında bilgi edinmemiz faydalıdır. İki şahıs arasında telepati artık bilim otoriteleri tarafından kabul edilmiş bir hakikattir. Düşüncenin bir akıldan diğerine geçebilmesi için düzenli bir unsur ve belirli bir ortam gerekir. Düşünceler müspet şeylerdir. Aklımız tutar, depolar ve gerektiği zaman şuurumuza aktarır.
Evrene ait her şey, bir enerji şeklidir. Dolayısıyla düşünce de bir enerji türü olarak tarif edilmeli. Düşünceler kelime değildir. Kelimeler bir düşünce imajı aydınlatan semboldürler. Her düşüncenin kendisine has şekillendirilmiş bir enerjisi vardır. Bu şekil bir Türk’ün, bir Fransız’ın veya bir İngiliz’in aklında tamamen aynı olur fakat her biri kendi alıştığı sembolü kullanır. Yani kendi lisanındaki kelime o düşünceyi aydınlatır. Düşünce müspet bir şey olup belirli, ayrıntılı bir şekli olmasaydı, gerektiği zaman kullanılmak üzere akılda saklanamazdı. Bir hiç saklanamaz. Düşünceleri, düzenli şekillendirilmiş enerji olarak kabul edince, bunların şifacı zekâ ile bir bağlantı kurmak yolu araştırılır.
Epifiz bezi, şuur ile spirit arasındaki bir geçit olarak kabul ediliyor. Bu beze ruhsal plandan, şifacı zekâdan (rehberden) gelen düşünce şekillerini fiziki plana gerekli empüls şeklinde çevirir ve aktarır. Bu empülsler gerekli hücrelere hitap eden uyaranlar meydana getirir. Bu şekilde arzu edilen herhangi bir zihnî faaliyet başlatılır. Müspet netice alınması için planlı ve idrakli bir hücre faaliyeti yönetilir. Bütün ilerlemeler beyin yoluyla şifacı zekâ seviyesine ulaşır ve oradan yönetici gerekli empülsler çeşitli hücre merkezlerine gönderilir. Arzu edilen faaliyet sağlanır.
Şifacı rehber ruhlar, bu yoldan gerekli değişikliği sağlayan kimyevî maddelerin teşekkülü için enerji yöneltir. Şifa planını kendi bilgilerine uygun bir şekilde yürütür. İcabında değişiklik tevcih eden düşünce şekilleri verir ve hastalık yenilir. Şifa tesirleri ruhî kaynaktan gelip fizikî karşıtlarına değişmek üzere hastaya ulaşır. Bu ulaşım noktası şifacının hasta ile ruhen irtibat kurduğu noktadır. Astral planda enerji karışımı yapılır. Elementer atomik enerji ile istenen yeni bir kimyevî madde teşekkül ettirilir. Düşünce enerjisi sübatomik partikülleri meydana getiren fizik enerji için bir kalp vazifesini görür ve onlardan bir atom teşekkülü için tezgah gibi yararlanır.
Düşünce enerjisi, atomik enerji değildir. En yüksek vibrasyon frekansına sahip olan bir enerji türüdür. Hiç şüphe yoktur ki, frekans ne kadar yükselirse, güç o nispette yükselir. Şöyle ki; düşünce frekansları ve dolayısıyla enerjisi güçlerin en yüksek olanıdır. Düşünce gücü atom enerjisini gerekli şekle, kalıba koyacak güçte ve imkânda olup istenilen maddenin teşekkülü için atomik konstrüksiyonu manipüle eder. Arzu edilen maddeyi verecek şekle koyar ve serbest esirî enerjiyi maddeye çevirir. Esirî ortam, fizik enerjinin bir statik şekli olup ruhsal planın bir alt ortamı olarak kabul edilir.
Hastanın şifası için gereken maddeyi doğrudan doğruya hastanın bedeni içinde teşekkül ettirecek şekilde, şifa tesirleri şifacı medyumun bedeni aracılığıyla veya şifa rehberlerinin direkt temasıyla nakledilir. Bu tesirler yerine göre düzeltici, dağıtıcı, uyarıcı besleyici netice verirler. Bu ameliyede şifacı medyumun vazifesi bir iletici elektrot olarak düşünülebilir ve kıyaslanabilir. Maksat statik bir şekilde bulunan esirî enerjiyi polarize edip (organize) düzenli bir şekle koymaktır. Bunu mütehassıs rehber ruhlar yaparlar.
Bütün bunlar her ne kadar hayali görünüyorsa da, bugünkü fen ve bilim idrakimize uygun bir şekilde gelişmiş olması nedeniyle anlamamızı ve kabul edebilmemizi mümkün kılmıştır. Bilgi ilerledikçe mucize (anlamaktan aciz kaldığımız şey) sıfatını kaybeden şeyler, normal hadise olarak karşılanır. İnanılmayacak şeyler, inandırılır şekilde basitleşir. Bugün normal karşıladığımız fen ve bilim gerçeklerini, babalarımız imkânsız diye sıfatlandırırlardı. Artık anlaşılıyor ki, bir teoriyi inkâr (red) edebilmek için, en az kabul ettiğimiz gerçekler kadar hakkında bilgiye sahip olmamız gerekir. Aksi halde onu inkâr etmekle cehaletimizi ortaya koymuş oluruz. Tıbben tedavisi imkânsız olan hastalıkların yenilmesi beşerin kabiliyetini aşmış bir zekâ ve bilgi mevcudiyetini gösterir, ispatlar. Ruhsal varlıktan yönetilen planlı bir müdahale olduğu kanaatini red etmek için makûl bir sebep gösterilmesi gerekir.
İnsan vücudu muhtelif zekâ merkezlerine hükmeden bedenî zekâya sahiptir. Buna ilâveten bilmemiz gereken bir husus vardır. Bedenî zekâ merkezi, organların zekâsına hükmeder ve organdaki hücre zekâsına da hükmeder. Hücre zekâsı ise, hücre aktivitesini yönetir. Bu seviyede hücre şuuru ile bedenî zekâ arasında bir ayırım yapmak zordur. Kademeler yükseldikçe şuur ile bedenî zekâ arasındaki fark genişler ve bedeni zekâ şuur dışı kalıp ancak şuur altı yolu ile temas sağlar. Birçok ipnotizör, manyetizör bu mekanizmanın çalışma prensibini çoğu kez bilmedikleri halde kullanır ve netice alır.
Bilgili bir şifacı medyum, telepatik idare mekanizmasıyla gerekli merkeze ve organa hitap etmek amacıyla konsantrasyon yapar ve şifacı rehbere alet olur. Böylece işbirliği yapıp tesirleri nakleder. Tecrübe edilince kolaylıkla bu alıcı duruma girilebilir. Şifa tesirlerinin nakli sırasında, şifacı medyum elinde kuvvetli bir hararet hisseder. Bilhassa dağıtıcı güç nakledilirken barizdir. Mesela bir tümör dağıtması esnasında bu harareti hastalar da hissederler. Bu umut verici bir durum olarak yorumlanır. Bu harareti şifacı kendi isteği ile yaratamaz. Termometre ile de ölçülemez. Zira hissedilen bir şua tesiridir.