pınar Discussion started by pınar 14 years ago


Zamanın sonunda mıyız, başında mıyız?
Bence her ikisi de. Her son bir başlangıçtır zira. Geçiş yapmakta olduğumuz bu sürece Mayalar ve diğer kadim uygarlıklar tarafından “Zamanların Sonu” denmesinde önemle vurgulamak istenen nokta “Zaman” kavramının bizim için anlamının değişmek üzere olmasıdır. Yani bizin anladığımız Zaman kavramının sonundayız. Mayaların bize “Zamanların Sonu” ifadesiyle anlatmak istediği şey, belki de yaşayacağımız travmatik olaylar dizisi sonrasında, bir zaman algısı değişimi yaşayacağımız şu andaki kısıtlı kapasitemizle algıladığımız üçüncü boyut frekansının üzerine çıkacağımızdır. Ezoterik bilgiler bunu zaman kavramının gerçek anlamda idrak edileceği dördüncü boyuta, ardından zaman kavramının ötesine geçileceği beşinci boyuta geçiş olarak tanımlamaktadır. Bu geçiş sonrasında telepatik algılarımız ve sezgilerimizin güçlenmesi, evrensel bilince ulaşabilme, düşüncelerin tezahür etmesi ve bu sayede arzularımıza ulaşabilmemiz, geleceğin oluşumunu pozitif yönlendirebilmemiz, hatta zamanda hareket edebilmemize imkan sağlayacak yeteneklerimizin tekrar ortaya çıkacağını vurguluyor olabilirler mi? Zamanlaması hariç bilim insanlarının aynı fikirde olduğu gibi Kova Çağı’na geçiş yapıyor olmamız ve “Evrensel İnsan” tipinin ortaya çıkacağı, dinlerde müjdelenen Altın Çağ’a doğru ilerlemekte olduğumuz ve “Kamil İnsan” tipinin ortaya çıkacağı, Amerikan Yerlileri’nin, örneğin İnkaların bu dönemde “Işıltılı İnsan” tipinin ortaya çıkacağını bildirmesi de aynı şeyleri düşündürmüyor mu?

2012 süreci ile ilgili en fazla ipucunu vermiş gözüken kadim Mayalar, zamanla herkesten daha fazla ilgilenmişlerdir. Mayalar, bizim şu anki teknolojimize rağmen zamanı bizlerden çok daha kompleks ve detaylı bir şekilde kullanmışlardır. Modern insan, zamanı doğrusal bir ilerleme olarak algılar. Sabit bir geçmiş, şimdi ve gelecek vardır. Mayalar ise zamanı daha akışkan ve döngüsel bir şey olarak algılıyordu. Zaman dilimlerinin pek çok çağ boyunca tekrar edeceğini düşünüyorlardı. Kanımca Mayaların kast ettiği, çağ değişimiyle birlikte yeni bir zaman boyutuna geçecek olmamızdır. Bu ifade, yaşanacak önemli bir geçiş sonrasında, bugünkü zaman algımızın değişeceğini de işaret ediyor olabilir. Yani, zaman enerjisi farklı bir boyutta kendisini farklı bir titreşim seviyesinde gösterecek olabilir. Bunu daha net idrak edebilmemiz için, zaman gizemini de çözmemiz gerekiyor.

Zaman nedir? Zaman, sonsuza doğru periyodik şekilde akmakta olan bir enerjidir. Bu akım, tüm evren ve maddelerle ilişkili olan olayların içinden akıp geçmektedir ve evrendeki tüm bu olaylar, bu akışın içinde birbirine bağlı olan enerji kalıpları halinde koordine olmuştur. Onları birbirine bağlayan bu zaman enerji akımını belli bir frekansa çıkarmanın mümkün olduğu bir durumda, zamandan bağımsızlaşmak veya zamanı aşmak da mümkün olabilir. Bu yüksek frekansa yükselmemizi sağlayacak olaylar yaşamamız, idrak seviyemizi yukarı çekebilir, geçmiş ve geleceği içinde barındıran olayların atom dizelerini görmemize imkan sağlayabilir.

Marx Borax’ın 2012: Geleceğe Uzanan Köprüyü Geçmek adlı kitabında çok güzel ifade bulduğu gibi “zaman zihnin varoluşun derinliklerini yaşamaya yeltenmesinin bir sonucudur. Zaman ritimdir, senkronizasyondur. Zaman bizi dünya hayatına ve şekle bağlar. Geleceğe giden köprüyü geçmek için her şeyden önce yapmamız gereken şey zamanın bağını çözmektir. Anahtar budur, çünkü bizim normal zaman anlayışımız bizi bildiğimizden çok daha fazla felç etmektedir. Anlamamız gereken ilk şey standart zamanın sınırlı zihin demek olduğudur. Lineer zaman sıralaması bizi normal durumda tutacak bir referans çerçevesidir. Olaylara bakmanın kolay yoludur. Normal olarak sınırlandırılmış bir zamanla meşgulüzdür, zaman sınırlı ama yapılacak şey çoktur. Dış şartlara bağlı zamana yetişmek gerekir. 2012 ile geleceğimiz nokta zamanın yeni tanımı ve bunun maddeyi nasıl etkileyeceğidir. Şu anki zaman algımız 18. Yüzyılın klasik düzen ve sırasına dayalıdır. Herkes işine gider, ama bu algının her şeyi nasıl katı kontrol ettiğinin farkına varmaz. Bizler saatin esiri haline gelmiş durumdayız. Zaman, yer, şeyler, varlıklar ve bizler hiçbir zaman uzun süre aynı olmayacağız, çünkü sınırlı düşünce bariyerinin dışında her şey sürekli değişmektedir. 2012’den sonra zamanın doğası değişecektir. Aslında zaten bu değişim içerisine girmiş bulunuyoruz. Artık zamanın yeni bir şekle evrimi konusunda göstergeler vardır. Yeni bir zaman frekansı bize doğru gelmektedir. Öğrenmemiz gereken olmayan zaman, zamansızlık zamanı, trans-zaman ya da zaman-ötesi bizim buradan içeride kim olduğumuzdur ve zamanla bağlı olmadığımızdır. Bu varlık sonsuzlukla, eş-zamanlılıkla, özgürleşmeyle bağlıdır. Bu nedenle geleceğe giden köprüyü geçmek için zamanın bağını çözmeliyiz. 2012’ye yaklaşırken zaman değişecekse, biz de tüm dünyaya bakış açımızı tekrar gözden geçirmeliyiz.”

Astroloji’de zamanın ötesine geçilmesi, zamansızlık, eşzamanlılık, geçiş, köprü kavramlarıyla bağdaştırılan Kiron’un, astronomik olarak Satürn ile Uranüs arasında yerleşmiş olması çok önemlidir. Bu yerleşimiyle Kiron’un, dünyevi ve sınırlamalara tabi olanla (Satürn), ruhani ve sınırsız olan (Uranüs) arasında bir köprü işlevi gördüğünü göz önüne alarak, insanoğlunun zihninin ve bilincinin sınırlarını ifade eden zaman kavramının sırlarını çözmesinde ve zamanın ötesine geçeceği boyuta ulaşmasında çok önemli bir faktör olduğunu düşünmekteyim. Satürn bizim kadersel olanla ve geçmişimizle bağımızı temsil ederken, Uranüs ise yazgımızı ve geleceğimizi temsil etmektedir. Kiron ise bu ikisi arasında bir geçiş, köprü vazifesi görmektedir ve bu yüzden 2012 sürecini anlamamızda, geleceğe giden köprüyü geçmek için zamanın bağını çözmemizde, böylece sınırlı düşünce bariyerlerinin dışına çıkmamızda ve yeni zaman frekansını anlamamızda başrol oynamaktadır. 2012 sürecinde yaşayacağımız manyetik alan değişimleri, bir taraftan bilinç krizi yaşamamıza sebep olurken, diğer taraftan da tüm bu kavramları anlamamıza yardım edecek yeni yaklaşım seviyeleri kazanmamıza sebep olacaktır.


Uranüs-Pluto karesinin simgesel anlamlarından, Neptün'ün Balık burcuna geçişi ve yine Uranüs Koç'un simgesel anlamlarından bahsederek tabii ki buna Satürn'ü de dahil ederek biraz önümüzdeki dönemi tahlil edebilir misiniz?
Bunu ister kabul edelim, ister etmeyelim, insanlık evrimsel süreçte çok önemli bir dönüm noktasındadır ve yepyeni bir aşamaya geçilmek üzeredir. Şu anda olan biten her şey, bunun sağlanması için yaşanmaktadır. Bu dönemde devrede olan gezegen döngülerinin hepsi de tek tek alındığında hepsi etkili döngülerdir. Bir araya geldiklerinde ise 2010 ve 2013 yılları arasında muazzam enerjileri hızlandıracak birçok büyük olay dizisi gelişecektir. Basitçe dünya bitecek ve yeniden başlayacaktır. Bu nedenle şimdi hızlanmaktayız, gelecek olan bu şeylere hazırlanmak içindir. 2012-2013 yılları sonrasında farklı bir oryantasyonda olacağız ve geri dönüp baktığımızda yaşadıklarımızın artık bitmesi gereken bir sefalet bağnazlığın son çırpınışları olduğunu göreceğiz. 2012’ye kadarki süreçte insanlığın yıkıcı etkileri zirve yapacak ki, daha sonra her şey yeniden canlanabilsin. Bu aşamada pek çok yıkıcı etken devrede olacak. Buna hazırlıklı olmalıyız. Dünya, daha sonra iyiye gitmek üzere kötüleşecek.

Bu kritik geçiş sürecinde, dayanıklılığımız ve gücümüz testten geçecek. Örneğin, Koç burcundaki Uranüs’ün Oğlak burcundaki Plüton ile karesinin yedi kez kesinleşecek olması bize küresel iklim değişikliklerinin çarpıcı etkilerini yaşayacağımız bir süreçte olduğumuzu göstermektedir. 2015’e kadar sürecek olan bu iklim değişimleri, 11 Temmuz 2010 tarihindeki tam Güneş tutulması civarındaki tarihlerden sonra kendini daha hızlı bir şekilde belli edecektir. Bu tutulma civarındaki günlerde büyük doğal felaketlerle, doğa olaylarıyla karşılaşabiliriz ve bunlar, iklim değişikliklerini de tetikleyebilir, hızlandırabilir. Bu çok önemli tutulma sonrasında gökyüzünde Jüpiter, Uranüs, Satürn, Plüton arasında öncü burçlarda oluşacak T-kare açı kalıbı (daha sonra Mars ve Venüs de bu açı kalıbına dahil olacak) özellikle de Temmuz sonu ve Ağustos ayı başlarında Koç/Terazi ekseninde karşıtlık yapacak olan gezegen toplaşmaları, insan ilişkilerinde zorlanmalara, kopma riskinin de artacağına işaret etmekte. Eğer dikkatli olunmaz ise, bu yaz ve sonbahar aylarında boşanmaların, özel ilişkilerde ve iş ilişkilerinde ayrılıkların sayısında önemli ölçüde artış olabilir. Genel olarak ülkelerin halklarının huzursuzluğunun artması ve halktan insanların ölümlerinin artması, vatana ihanet temasının ve aşırı milliyetçiliğin vurgu kazanması, terör ve şiddetin artması gibi konular ön plana çıkacak. Aşırı yağışlar ve depremler sonrasında gelecek tsunamiler, en çok da deniz kazaları ya da denizde yaşanacak başka benzer sorunlar çok dikkat çekecek.

Neptün’ün 2011 yılında bir süre için, 2012’de ise tamamen Balık burcuna geçiş yapacak olması da benzeri etkileri ortaya çıkartabilir. Antik dönem bilgilerine göre, Neptün’ün Balık burcuna geçişi kaosları da beraberinde getirir. Mitolojide Poseidon olarak adlandırılan Neptün, denizlerin, okyanusların ve depremlerin tanrısıdır. Elinde taşıdığı ucu çatallı asasıyla, Dünya’yı sarsan dalgalar yaratabilecek güçte bir tanrı olduğu düşünülür. Bütün deniz yaratıkları, Poseidon tarafından yönetilir. Yunusların çektiği bir savaş arabasıyla, büyük dalgaları oluşturur. Denizlerle ve okyanuslarla olan bu bağlantısından dolayı bazı araştırmacılar, Neptün’ün Balık burcuna (denizler ve sularla ilişkilendirilir) geçişinin, suların yükselmesini ve tufan olarak adlandırılabilecek sel felaketlerini tetikleyeceğini düşünürler. Bazı görüşlere göre, Neptün’ün Balık burcuna geçişi, biyolojik savaş tehlikesini bile göstermektedir. Neptün petrol, sıvılar, içecekler, tütün, kimyasal maddeler, gazlar, uyuşturucular ve anestezik maddelerle de ilgilidir. Ama Neptün’ün Balık burcuna geçişi sadece bunları göstermiyor tabii ki. Neptün’ün Balık burcundan geçiş yapacak olması bizde manevi değerlerimiz, ideallerimiz, inandıklarımız uğruna kendimizi adama, paylaşma gibi değerleri ön plana çıkartacaktır. Balık burcundaki Neptün kişisel egonun, benmerkezciliğin karşısındadır ve toplumsal bütünleşmeden yanadır. Yapıcıdır ve sevgiyi ön planda tutar. Bu sevgi, hem kişisel ve toplumsal, hem de bunların çok ötesindedir. Engin, ucu bucağı olmayan, ilahi olanla kucaklaştıran, evrensel sevgidir. Benliğin sınırlarını aşmak, evrenle “bir” olmak arzusunu temsil eder. Bütünün hayrına hareket etmekle ilişkilendirilir.

Gezegenlerin birbirleriyle aynı Güneş-Ay arasındaki gibi fazlar oluştururlar. 2010 yılından itibaren etkinleşecek, ama asıl 2012’de başlayacak Uranüs ve Plüton arasında oluşacak kare açı, ilk dördün fazını oluşturacak. Bu, yeni bir dünya inşa etme zamanında olduğumuzun işaretçisidir. Nasıl bir yeni kolektif düzen oluşturacağımızın iyi belirlenmesini gerektirir. Bir nevi insanlığın testten geçme dönemidir ve bu sürece huzursuzluk ve zorlanma hakimdir. Mücadeleli bir dönemdir. Adeta hayatta kalma savaşı verilecektir. Bu hareketli süreçte, zamanın hızlanmış gözükmesi normaldir. Uzun zamandır görülmez bir şekilde gelişmekte olan bir şeylerin, fiziksel olarak ortaya çıkmaya başlaması da, bu iki gezegenin oluşturacağı ilk dördün fazının önemli özelliklerindendir. Nasıl? Tam da içinden geçiş yaptığımız dönemi anlatıyor değil mi?

2010-2011 yıllarında Koç burcunda kavuşum yapan Jüpiter-Uranüs ikilisinin ortaya çıkaracağı güçlü enerji, bizleri zihinsel olarak çok etkileyecek. Medikal Astroloji’de, Uranüs sinir sisteminin çevresel uyarıcılara nasıl tepki verdiğiyle ilgilidir ve Koç burcu da beyin fonksiyonlarıyla alakalıdır ve aynı zamanda bilinci yönetir. Jüpiter’in de bu burçta bulunacak olması ve Koç burcundaki Uranüs’ün etkisini arttıracak olması, sinir sistemimizin ve beyin fonksiyonlarımızın uç noktada uyarılacağını düşündürüyor ister istemez. Bu bizi, hem çok yaratıcı kılacak, hem yeni düşünce ve değişimlere açık kılacak, fikirsel devrimler yaratacak kadar güçlü bir enerjidir. İnsanoğlunun beyin ve sinir sisteminde binlerce yıldır uyumakta olan devrenin aktive olmasının zamanı gelmiştir. Öte yandan, herkes bu güçlü enerjiyle başa çıkamayabilir. Bazıları için bu güçlü enerji, zihinsel sorunlara, sinirsel gerginliklere işaret edebilir.

Tarihte, Jüpiter ile Uranüs arasındaki kavuşumlar önemli sıçramaların yaşandığı dönemlere tekabül eder. Bu sıçramalar özellikle de bilimsel alanda ortaya çıkar. Bunun yanı sıra sanatsal konularda, felsefe ve sosyal konularda da önemli gelişmeler yaşanır. Farkındalığın artışını da beraberinde getiren sıra dışı gelişimler söz konusudur. Farklı alanlarda beklenmedik ve yenilikçi yollarla ilerlenir. Bu ikilinin kavuşumları daha geniş bir anlayış seviyesine ulaşılmasını sağlar. Kültürel ve entelektüel vizyonun genişleme dönemleridir. Diğer kültürlere açılma ve kültürlerarası diyalog etkin bir biçimde devrededir. Bunu bir küresel genişleme olarak da algılayabiliriz. Jüpiter-Uranüs uzay teknolojisiyle de ilişkisi vardır. Teknolojik gelişmeler sayesinde uzay hakkında beklenmedik bilgilerle donanabilir, şimdiye kadar anlamakta zorlandığımız konularda olağanüstü keşiflerle karşılaşabiliriz. Bu ikili Koç burcunda birleşecekler. Koç ilk burçtur ve yeniliklerle, ilk kez keşfedilen ya da deneyimlenen şeylerle ilgilidir. Ufkumuzu radikal biçimde genişleten deneyimler yaşayabilir, yeniliklerle dolu beklenmedik dünyalara ulaştırabilir. Dünya dışı zeki varlıklar ve yaşamlar hakkında önemli gelişmeler yaşayabiliriz. Zira Jüpiter “Yabancılar” demektir ve Uranüs ile kavuşumu “Uzaylı Yabancılar” olarak okunabilir. Bu alanda elde edilecek bilgiler bizde psikolojik anlamda yeniden doğum hissi yaratabilir. Koç çocuksu bir şekilde ister ve elde etmek için cesaretle üstüne gider. Uranüs Koç burcundayken, yeni bir şeyin parçası olmak hoşumuza gidecektir. Yeni bir dünya için taze enerjiye ve yeni bir farkındalık seviyesine ulaşacağız.

Satürn, 21 Temmuz 2010’dan itibaren, artık tamamen Terazi burcunda hareket etmeye başlayacak ve 0 derece Koç Noktası’nı yeniden tetikleyecek. Dolayısıyla 2010 yaz ayları, oldukça kritik zamanlar olarak dikkat çekiyor. T-kare açı kalıbının yaratması muhtemel olan olumsuzluklar, bu dönemden itibaren etkinleşmeye başlayacak. Terazi burcunun ilk derecesi, sosyal anlamda diğer insanlarla olan etkileşimimizin, iç dünyamızdan dışa, diğer insanlara doğru yönelişi ifade eder. Satürn’ün bu derecenin üzerinde olması aslında, ilişkilerin kalıcılığı ve adalet sistemi adına olumludur. Fakat noktanın aynı anda Uranüs ve Plüton tarafından tetikleniyor olması, beklenen adaletin sağlanmaması halinde, toplum içi ilişkilerin gerginleşme riskini arttırıyor.

2010-2011 sürecinde sert gezegensel kombinasyonlarının oluşturması muhtemel güneş aktiviteleri ve jeomanyetik dalgalanmalarla birlikte, insanlarda endişe ve irritasyon da artabilir. Yoğun güneş aktiviteleri daha fazla kaza, hastalık, cinayetler, suç oranlarında, doğal felaketlerde artış anlamına da geliyor. Bu bağlamda Pasifik civarındaki ülkeler, Şili, Arjantin, Haiti ve Japonya dikkat çekmektedir. 21-23 Eylül 2010 civarındaki tarihlerde dolunaya yakın zamanda güneş-Jüpiter ve Uranüs ikilisine karşıt açıda olacak. 23 Eylül’de 0 derece Koç/Terazi ekseninde gergin bir dolunay meydana gelecek. Bu tarihler civarında jeomanyetik fırtınalar etkin olabilir, yeryüzünde büyük doğal felaketlere, jeomanyetik fırtına tarihi özellikle de Pasifik civarında büyük kasırgalara neden olabilir. Zira Eylül ayının Pasifik’te kasırgaların en etkin zamanı olduğu bilinmektedir.

2010-2011 geçişindeki tutulmalar ve gezegensel kombinasyonlar dünya ekonomisinde stresleri, siyasi arenada önemli değişimler ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Bu konuda Yunanistan ve İngiltere başta olmak üzere Avrupa ülkeleri dikkat çekmektedir. Satürn’ün 21 Temmuz 2010’da Terazi burcuna geçişini takip edecek Jüpiter-Uranüs kavuşumu ile karşıtlığı, piyasalarda yaşanan finansal huzursuzlukların ekonomik depresyona dönüşmesine, devletlerin güttükleri politikaları değiştirmeye başlamalarına ve birbirleriyle ilişkilerinin gerginleşebileceğine işaret ediyor. Derin bir resesyona girme ve hatta bunun ekonomik depresyona dönüşme riski çok belirgin gözüküyor.

2010 yaz ve sonbahar aylarında güneş lekeleri sayısında ani değişimler gözlemlenebilir. Güneş lekelerinin sayısal değerinin hızlı iniş çıkışları, bazı araştırmacılar tarafından büyük savaşların işaretçisi olarak tanımlanıyor. Araştırmacılara göre savaşlar ve uluslararası çatışmalar en çok güneş lekelerinin hızlı yükselişi ve azalışlarında patlıyor ki bu zamanlarda jeomanyetik fırtınalar yoğunlaşıyor. Astrolojik göstergeler, 2010 yılının yaz aylarından itibaren, ama özellikle sonbahara giriş zamanlarına yakın tarihlerde etkin jeomanyetik fırtınalar oluşabileceğini, güneşin beklenen maksimum yılı olan 2012’den yaklaşık iki yıl önceye denk gelen bu tarihler civarında uluslararası gerginliklerin tetikleneceğini, savaş ortamı oluşması ihtimalinin güçlü olduğunu göstermektedir.

Her zaman belirttiğim gibi burada tekrarlayayım: Zodyak’tan geçiş yapan gezegenlerin, tutulmaların etkilerini okurken, onların bu hareketlerinin önceden planlanmış olduğunu ve dolayısıyla kadersel olduğunu, ama elde edeceğimiz sonucu ve varacağımız noktayı farkındalık ve irademizle biz insanların bu kadersel etkilere vereceğimiz tepkilerin belirleyeceğini bilelim. Astrolojik etkiler bizlere aktif durumdaki olasılıkları göstermekte, birer potansiyel olarak ortaya çıkmaktadırlar. Nasıl sonuçlar elde edeceğimiz, bu etkileri nasıl kullanacağımızla, bilincimizi neye odaklandığımızla çok ilgilidir.