İnsan, kendi Tanrısal potansiyelini ortaya çıkarmak için yaratılmıştır. Hayatımızın tüm araçları bu ana amaca hizmet ederler. İşimiz, ailemiz, sosyal ilişkilerimiz ve maddi kazanımlarımız, bedenimiz ve hayat deneyimlerimiz, bunların hepsi, özümüzde var olan Tanrısal niteliklerin ortaya çıkmaları için birer araçtır. Araçları amaç haline getirdiğimizde ki bunu sık sık yaparız, sistem bizi tekrar sahaya çekmek üzere işlemeye başlar. Zihin ile beden ve dış dünya ile insanlar arasında sibernetik bir etkileşim mevcuttur. İnançlarımız, düşüncelerimiz ve duygularımız dış dünyada nelerin olup-biteceğini birebir belirleyen enerjilerdir. Dolayısıyla, zihinde ne varsa, dışarıda da o olacaktır. Tersine bir deyişle, dışarıda olup-biten her şey, zihinde olup-bitenlerin açılımından ibarettir. Siz, eninde-sonunda size bir haksızlık yapılacağına inanıyorsanız, hiç merak etmeyin bu gerçekleşecektir. Başarmak için koşuşturup-duruyor, ama sonuca ulaşamıyorsanız, bilin ki aslında başarıdan korkuyorsunuzdur.
İnsan bedeni, düşünceyi somut bir biçime dönüştüren çok boyutlu bir yapıdır. Düşünceler ve duygular, nörolojik düzeyde başlayan bir süreç aracılığı ile değişik kademelerden geçerek çeşitli fizyolojik etkiler oluştururlar. Düşünceler, nöro-peptitler aracılığıyla kimyasal reaksiyonlara dönüşürler.
İnsanın en büyük çelişkisi, kendisini koruma içgüdüsü ile kendisini ifade etme emri arasındaki karşıtlıktan doğar. Beynin ilkel kısmında kodlanmış olan kendini koruma içgüdüsü ile ruhtaki gelişme emri arasındaki dengesini yitirdiğinde, kişi yerinde çakılır-kalır ve bir süre sonra bedeni de buna uygun tepkiler göstermeye başlar. Kendimizi koruma yanımız, hep bir güvenlik arayışı peşindedir ve bu nedenle gereken her şeyi yapması için, beynimizi ve bedenimizi zorlar. Ruhtaki gelişme arzusu ise, mutluluk ve haz peşindedir, sadece güven içinde olmak ona yetmez ve sonunda mutlaka bu kısmımız, diğerini alt eder. En ideali, bu iki kısmın birlikte ve uyum içinde çalışmalarıdır.
İnsan kendi seçimlerinde özgürdür ve karşımıza çıkan sonuçları yaratan da bu seçimlerdir. Yaşamımızla ilgili bütün sonuçlar, bizim seçimlerimizle oluşurlar. Sorunlar, ancak sürüngen (ilkel) beyinde kayıtlı olan strateji değiştirilirse çözülebilirler. Diğer bütün çalışmalar (Reiki, Meditasyon, Biyoenerji, NLP, Nefes Terapileri, Akupunktur) ya bilinç düzeyinde, ya bilinçaltı düzeyde, ya enerji düzeyinde ya da duygu bedeni düzeyinde işlem yaparlar. Sürüngen beyin ise, bütün biyolojik varlığımızı kontrol eder ve bizim çevreye yaydığımız temel enerjiyi belirler. O yüzden sürüngen beyindeki kaydı değiştirmek, hayati bir önem taşır.
Doğrusunu bildiğiniz halde, yanlışını yaptığınız zamanlar oldu, değil mi? Daha iyisini yapacağınızı bildiğiniz halde, kendinizi sınırladığınız. Sanki kendinizi ikiye bölünmüş gibi hissettiğiniz zamanları hatırlıyorsunuz değil mi? Kafanızın arka tarafındaki küçücük, ama çok önemli bir organdan söz edeceğim şimdi: "sürüngen beyin"den! Beynimizin alt ve arka tarafında, evrimin ilk aşamalarından, bir sürüngen olarak yaşadığımız dönemden bize miras kalan bir bölüm bulunur. Adına: "Serebellum" denilen bu kısım, yaşamımızı sürdürmekle ilgili olan reflekslerimizi oluşturmakla yükümlüdür. Bu nedenle de: Yemek, içmek, barınmak ve kendini güvende hissetmekle ilgili konularla ilgilenir. Burası, "aklın çekirdeği"dir aslında. Ancak bu organ, çok basit bir mantıkla iş görür. Onun için her şey ya siyahtır ya da beyazdır veya iyi ya da kötüdür. Ya durmalı ya da kaçmalıdır.
İşte bizim bilinçli zihnimizle; iyi olmayı, başarılı olmayı, sağlıklı olmayı istememize rağmen, bunlara ulaşmamıza engel olan, beynin bu kısmıdır. O, sadece hayatta kalmakla ilgilenir, mutlu olmakla değil. O ‘en azından’ mantığıyla çalışır. En azından bir maaş, en azından yatacak bir yer, en azından bir eş, en azından yaşamak... Fakat bu ‘en azından’ mantığı, bir süre sonra hedeflenen sonucun da elden gitmesine yol açar. Çünkü bu, işe yaramayan bir stratejidir. Bizim tarafımızdan iletilmiş olan bir kararla sürüngen beyin tarafından oluşturulan yaşam stratejisi, bir ‘çekirdek inanç’ doğmasına yol açar. Ve her şey, bu çekirdek inanca göre şekillenir. Buradaki ‘her şey’ gerçekten ‘her şey’dir. Bilinçaltı matriksimiz, kişiliğimiz, ilişkilerimiz ve tüm kaderimizdir. Sesi çok güzel olan genç bir kadının, tam da hayallerini gerçekleştireceği bir sırada boğazında nodül çıkmıştı. Bir başkası, büyük bir şirketin genel müdürü ve çok başarılı bir yöneticiyken, babası ile yeni bir işe giriştiklerinde, bu işi batırmak için özellikle çaba harcadığını fark etmişti.
Bir adam, çalıştığı şirkette çalışkanlığı ve yetenekleri ile en tepe noktaya geldiği an işten çıkartılmıştı. Daha doğrusu kendisini işten attırmıştı! Çünkü sürüngen beynin stratejisiyle, bilinçli aklın amaçları çatışıyorlardı. Ve o da, bu çatışmanın arasında kalıyordu. Aynı anda iki farklı emri birden beyninin içinde duyuyor ve birbirleriyle çelişen bu iki emre de uymaya çalışıyordu. Ve sonunda strese giriyor, bedeni de bir hastalık ya da bir sonuç üretiyordu. Emin olun ki, bu gibi durumlarda kazanan, her zaman sürüngen beyin olur. Göğüslerimizde tümör oluşmasına ya da ay sonunu zar-zor getirmemize sebep olan veya birdenbire bütün yeteneklerimizi sıfırlayan odur.
Mutlu olmadığımız bir ilişkiyi sürdürmemizi sağlayan ya da yeni bir ilişkiye girmemize engel olan da odur. Sürüngen beynimizdeki stratejiyi değiştirmeden, yaşamımızı değiştirmemiz asla mümkün olmaz. Sürüngen beyin, üstüne vazife olmayan bir işi yapmaya kalkıştığında çuvallar. Sadece yaşamı sürdürme düzeyinde bir zekâya sahip olan bu organ, birdenbire yaşamla ilgili kararlar veren bir otorite haline gelir.
Sürüngen beynin temel stratejisi, kabaca şöyle bir çelişki içerir: "Peşinden koş, ama sakın ona ulaşma!" Ulaşılmak istenen sonuç her şey olabilir; aşk, sevgi, cinsellik, bolluk, güç, yaratıcılık, sağlık, bilmek, hatırlamak, her şey! Örnek verirsek, asla kaldıramayacağı ve aslında kendisiyle ilgisi de olmayan bir takım sorumlulukları kaldırmaya çalışan bir kişide, bir süre sonra kaçınılmaz olarak bel ağrıları ve fıtık ortaya çıkar.
Hayatınızın bir amacı vardır. Ve yaşadığınız her şey, bu amaca hizmet eder. Bu amaç, ruhunuzun çekirdeğinde öylece durmaktadır. Ve ne olursa-olsun, ne kadar zaman geçerse-geçsin, kendisini mutlaka gerçekleştirecek gizli bir proje olarak, sizin tarafınızdan oluşturulmuştur. Evet, çok fazla çıplak bir gerçek bu, kabul ediyorum.
İnsan, kendi Tanrısal potansiyelini ortaya çıkarmak için yaratılmıştır. Hayatımızın tüm araçları bu ana amaca hizmet ederler. İşimiz, ailemiz, sosyal ilişkilerimiz ve maddi kazanımlarımız, bedenimiz ve hayat deneyimlerimiz, bunların hepsi, özümüzde var olan Tanrısal niteliklerin ortaya çıkmaları için birer araçtır. Araçları amaç haline getirdiğimizde ki bunu sık sık yaparız, sistem bizi tekrar sahaya çekmek üzere işlemeye başlar. Zihin ile beden ve dış dünya ile insanlar arasında sibernetik bir etkileşim mevcuttur. İnançlarımız, düşüncelerimiz ve duygularımız dış dünyada nelerin olup-biteceğini birebir belirleyen enerjilerdir. Dolayısıyla, zihinde ne varsa, dışarıda da o olacaktır. Tersine bir deyişle, dışarıda olup-biten her şey, zihinde olup-bitenlerin açılımından ibarettir. Siz, eninde-sonunda size bir haksızlık yapılacağına inanıyorsanız, hiç merak etmeyin bu gerçekleşecektir. Başarmak için koşuşturup-duruyor, ama sonuca ulaşamıyorsanız, bilin ki aslında başarıdan korkuyorsunuzdur.
İnsan bedeni, düşünceyi somut bir biçime dönüştüren çok boyutlu bir yapıdır. Düşünceler ve duygular, nörolojik düzeyde başlayan bir süreç aracılığı ile değişik kademelerden geçerek çeşitli fizyolojik etkiler oluştururlar. Düşünceler, nöro-peptitler aracılığıyla kimyasal reaksiyonlara dönüşürler.
İnsanın en büyük çelişkisi, kendisini koruma içgüdüsü ile kendisini ifade etme emri arasındaki karşıtlıktan doğar. Beynin ilkel kısmında kodlanmış olan kendini koruma içgüdüsü ile ruhtaki gelişme emri arasındaki dengesini yitirdiğinde, kişi yerinde çakılır-kalır ve bir süre sonra bedeni de buna uygun tepkiler göstermeye başlar. Kendimizi koruma yanımız, hep bir güvenlik arayışı peşindedir ve bu nedenle gereken her şeyi yapması için, beynimizi ve bedenimizi zorlar. Ruhtaki gelişme arzusu ise, mutluluk ve haz peşindedir, sadece güven içinde olmak ona yetmez ve sonunda mutlaka bu kısmımız, diğerini alt eder. En ideali, bu iki kısmın birlikte ve uyum içinde çalışmalarıdır.
İnsan kendi seçimlerinde özgürdür ve karşımıza çıkan sonuçları yaratan da bu seçimlerdir. Yaşamımızla ilgili bütün sonuçlar, bizim seçimlerimizle oluşurlar. Sorunlar, ancak sürüngen (ilkel) beyinde kayıtlı olan strateji değiştirilirse çözülebilirler. Diğer bütün çalışmalar (Reiki, Meditasyon, Biyoenerji, NLP, Nefes Terapileri, Akupunktur) ya bilinç düzeyinde, ya bilinçaltı düzeyde, ya enerji düzeyinde ya da duygu bedeni düzeyinde işlem yaparlar. Sürüngen beyin ise, bütün biyolojik varlığımızı kontrol eder ve bizim çevreye yaydığımız temel enerjiyi belirler. O yüzden sürüngen beyindeki kaydı değiştirmek, hayati bir önem taşır.
Doğrusunu bildiğiniz halde, yanlışını yaptığınız zamanlar oldu, değil mi? Daha iyisini yapacağınızı bildiğiniz halde, kendinizi sınırladığınız. Sanki kendinizi ikiye bölünmüş gibi hissettiğiniz zamanları hatırlıyorsunuz değil mi? Kafanızın arka tarafındaki küçücük, ama çok önemli bir organdan söz edeceğim şimdi: "sürüngen beyin"den! Beynimizin alt ve arka tarafında, evrimin ilk aşamalarından, bir sürüngen olarak yaşadığımız dönemden bize miras kalan bir bölüm bulunur. Adına: "Serebellum" denilen bu kısım, yaşamımızı sürdürmekle ilgili olan reflekslerimizi oluşturmakla yükümlüdür. Bu nedenle de: Yemek, içmek, barınmak ve kendini güvende hissetmekle ilgili konularla ilgilenir. Burası, "aklın çekirdeği"dir aslında. Ancak bu organ, çok basit bir mantıkla iş görür. Onun için her şey ya siyahtır ya da beyazdır veya iyi ya da kötüdür. Ya durmalı ya da kaçmalıdır.
İşte bizim bilinçli zihnimizle; iyi olmayı, başarılı olmayı, sağlıklı olmayı istememize rağmen, bunlara ulaşmamıza engel olan, beynin bu kısmıdır. O, sadece hayatta kalmakla ilgilenir, mutlu olmakla değil. O ‘en azından’ mantığıyla çalışır. En azından bir maaş, en azından yatacak bir yer, en azından bir eş, en azından yaşamak... Fakat bu ‘en azından’ mantığı, bir süre sonra hedeflenen sonucun da elden gitmesine yol açar. Çünkü bu, işe yaramayan bir stratejidir. Bizim tarafımızdan iletilmiş olan bir kararla sürüngen beyin tarafından oluşturulan yaşam stratejisi, bir ‘çekirdek inanç’ doğmasına yol açar. Ve her şey, bu çekirdek inanca göre şekillenir. Buradaki ‘her şey’ gerçekten ‘her şey’dir. Bilinçaltı matriksimiz, kişiliğimiz, ilişkilerimiz ve tüm kaderimizdir. Sesi çok güzel olan genç bir kadının, tam da hayallerini gerçekleştireceği bir sırada boğazında nodül çıkmıştı. Bir başkası, büyük bir şirketin genel müdürü ve çok başarılı bir yöneticiyken, babası ile yeni bir işe giriştiklerinde, bu işi batırmak için özellikle çaba harcadığını fark etmişti.
Bir adam, çalıştığı şirkette çalışkanlığı ve yetenekleri ile en tepe noktaya geldiği an işten çıkartılmıştı. Daha doğrusu kendisini işten attırmıştı! Çünkü sürüngen beynin stratejisiyle, bilinçli aklın amaçları çatışıyorlardı. Ve o da, bu çatışmanın arasında kalıyordu. Aynı anda iki farklı emri birden beyninin içinde duyuyor ve birbirleriyle çelişen bu iki emre de uymaya çalışıyordu. Ve sonunda strese giriyor, bedeni de bir hastalık ya da bir sonuç üretiyordu. Emin olun ki, bu gibi durumlarda kazanan, her zaman sürüngen beyin olur. Göğüslerimizde tümör oluşmasına ya da ay sonunu zar-zor getirmemize sebep olan veya birdenbire bütün yeteneklerimizi sıfırlayan odur.
Mutlu olmadığımız bir ilişkiyi sürdürmemizi sağlayan ya da yeni bir ilişkiye girmemize engel olan da odur. Sürüngen beynimizdeki stratejiyi değiştirmeden, yaşamımızı değiştirmemiz asla mümkün olmaz. Sürüngen beyin, üstüne vazife olmayan bir işi yapmaya kalkıştığında çuvallar. Sadece yaşamı sürdürme düzeyinde bir zekâya sahip olan bu organ, birdenbire yaşamla ilgili kararlar veren bir otorite haline gelir.
Sürüngen beynin temel stratejisi, kabaca şöyle bir çelişki içerir: "Peşinden koş, ama sakın ona ulaşma!" Ulaşılmak istenen sonuç her şey olabilir; aşk, sevgi, cinsellik, bolluk, güç, yaratıcılık, sağlık, bilmek, hatırlamak, her şey! Örnek verirsek, asla kaldıramayacağı ve aslında kendisiyle ilgisi de olmayan bir takım sorumlulukları kaldırmaya çalışan bir kişide, bir süre sonra kaçınılmaz olarak bel ağrıları ve fıtık ortaya çıkar.
Hayatınızın bir amacı vardır. Ve yaşadığınız her şey, bu amaca hizmet eder. Bu amaç, ruhunuzun çekirdeğinde öylece durmaktadır. Ve ne olursa-olsun, ne kadar zaman geçerse-geçsin, kendisini mutlaka gerçekleştirecek gizli bir proje olarak, sizin tarafınızdan oluşturulmuştur. Evet, çok fazla çıplak bir gerçek bu, kabul ediyorum.