pınar Discussion started by pınar 14 years ago
Başka insanların düşüncelerine bağımlısın. Başka insanların fikirlerine o kadar bağımlısın ki, kendi iç sesinle bağlantını bile kaybettin. İç sesini yeni baştan keşfetmen gerekiyor çünkü güzel olan her şey, iyi olan, kutsal olan her şey ancak içsel olarak hissedilebilir.

İnsanların fikirlerinden etkilenmeyi bırak. Bunun yerine içine dön; iç sesinin sana bir şeyler söylemesine engel olma. Ona güven. Eğer ona güvenirsen, gelişecektir. Eğer ona güvenir ve onu beslersen, daha güçlü olacaktır.

Vivekananda, Ramakrishna'ya gitti ve "Tanrı yoktur! Bunu ispat edebilirim. Tanrı yoktur!" dedi. Çok mantıklı, çok kuşkucu biriydi. Batı felsefesi ekolünde çok iyi bir eğitim almıştı. Ramakrishna ise eğitimsiz, okur yazar olmayan biriydi. Vivekananda'ya, "Peki, ispat et bakalım!" dedi.

Vivekananda uzun uzun konuştu, bütün kanıtlarını ortaya döktü. Ramakrishna dinledi ve sonunda konuştu: "Ama benim iç sesim Tanrının olduğunu söylüyor. Bu konuda son hükmü verecek olan da odur. Senin bütün söylediklerin bir tezden ibaret. Senin iç sesin ne diyor?"
Vivekananda bunu aklına bile getirmemişti. Omuz silkti. O, kitaplar okumuş, tartışmaları değerlendirmiş, lehte ve aleyhte kanıt toplamış ve bu kanıtlardan yola çıkarak Tanrı'nın var olup olmadığını belirlemeye çalışmıştı. Ama kendi içine bakmamıştı. Kendi iç sesine sormamıştı.

Bu çok aptalca. Ama kuşkucu zihin zaten aptaldır, mantıklı zihin aptaldır.

Ramakrishna devam eder: "Savların çok güzel, keyif aldım. Ama ne yapabilirim? Ben biliyorum! İç sesim onun var olduğunu söylüyor. Tıpkı iç sesimin bana mutlu olduğumu, hasta olduğumu, üzgün olduğumu, karnımın ağrıdığını ya da bugün kendimi iyi hissetmediğimi söylediği gibi. İç sesim bana Tanrı vardır diyor. Bu bir tartışma konusu değil."

Daha sonra Ramakrishna, "Sana ispat edemem ama eğer istersen sana gösterebilirim." dedi. Daha önce hiç kimse Vivekananda'ya Tanrı'nın gösterilebileceğini söylememişti. Vivekananda daha bir şey söylemeden Ramakrishna onun üzerine atladı - o vahşi bir adamdı - üzerine çıktı ve ayaklarıyla Vivekananda'nın göğsüne bastırdı! Sonra bir şey oldu, bir enerji sıçraması yaşandı ve Vivekananda üç saat boyunca transa girdi. Gözlerini açtığı zaman tamamen farklı bir insan olmuştu.
Ramakrishna sordu: "Şimdi ne diyorsun? Tanrı var mı, yok mu? İç sesin şimdi ne diyor?"

Vivekananda daha önce hiç yaşamadığı bir dinginlik ve sakinlik içindeydi. İçinde büyük bir neşe vardı, içinden taşmakta olan bir mutluluk yaşıyordu. Ramakrishna'nın önünde eğildi, ayaklarına dokundu ve "Evet, Tanrı var!" dedi.

Tanrı bir kişi değildir: O, sonsuz mutluluk, sınırsız bir evinde olduğun duygusudur. "Ben bu dünyaya ait biriyim ve bu dünya da bana ait. Ben burada bir yabancı değilim." duygusunu en üst düzeyde hissetmektir. Varoluşsal bir; "Bütün veben ayrı değiliz." hissidir. Bu deneyim Tanrı'dır. Ancak bu duygu sadece iç sesinin işini yapmasına izin verdiğin zaman mümkün olabilir.

Buna izin vermeye başla! Ona mümkün olduğunca çok fırsat ver. Sürekli dışsal otoriteleri arama ve dışsal fikirlere yönelme. Kendini biraz daha bağımsız kılmaya çalış. Daha fazla hisset, daha az düşün.

Git ve bir güle bak, ama hemen papağan gibi "Ne kadar güzel" deme. Bu sadece insanların sana söylemiş olduğu bir fikir olabilir; çocukluğundan beri sürekli "Gül çok güzel bir çiçektir. Harika bir çiçektir." sözlerini duyuyorsun. O yüzden bir gül gördüğün zaman, hemen tuşuna basılmış bir bilgisayar gibi "Bu çok güzel" diyorsun. Bunu gerçekten hissediyor musun? Bu senin içinden gelen duygular mı? Eğer değilse, söyleme.


Aya baktığın zaman, eğer kendi iç sesin değilse, güzel olduğunu söyleme. Zihninde taşıdığın şeylerin yüzde doksan dokuzunun ödünç alınmış olmasına şaşıracaksın. Ve bu yüzde doksan dokuzluk işe yaramaz çöp içinde kalan yüzde birlik iç ses kaybolup boğulmuş durumda. Bilgili olmaktan vazgeç. Kendi iç sesini tekrar bul. Tanrı'yı iç sesinle bilebilirsin.

Altı duyu vardır: Beş tanesi dış duyudur; sana dünyayı anlatırlar. Gözler ışık hakkında bir şeyler söyler; gözlerin olmadan ışığı bilemezsin. Kulaklar ses hakkında bir şeyler söyler; kulakların olmadan ses hakkında hiçbir şey bilemezsin. Sonra bir de altıncı duyu var, iç ses. Bu duyu sana kendin ve her şeyin sonsuz kaynağı hakkında bir şeyler söyler. Bu duyunun keşfedilmesi gerekir. Meditasyon iç sesin keşfinden başka bir şey değildir.

DÜNYADAKİ EN BÜYÜK KORKU BAŞKALARININ FİKİRLERİDİR. Ve kalabalıktan artık korkmadığın an artık bir koyun değil, bir aslan olursun. Kalbinde dev bir kükreme yükselir, özgürlüğün kükremesi.

Buda buna aslanın kükremesi demişti. Bir insan tam dinginliğe ulaştığı zaman bir aslan gibi kükrer. İlk kez olarak özgürlüğün ne olduğunu bilir, çünkü artık başka insanların ne düşündüğü korkusu kalmamıştır. İnsanların ne dediği önemli değildir. Onların sana aziz ya da günahkâr demeleri hiç önemli değildir; senin için tek ve yegane yargıç Tanrı'dır. 'Tanrı' bir kişi demek değildir, Tanrı sadece bütün evren demektir.

Bu bir kişiyle yüz yüze gelme durumu değildir; sen ağaçlarla, nehirlerle, dağlarla, yıldızlarla... bütün evrenle yüzleşmek durumundasın. Ve bu bizim evrenimiz, biz onun bir parçasıyız. Ondan korkmaya gerek yok, ondan bir şey gizlemeye gerek yok. Aslında çabalasan bile ondan bir şey gizleyemezsin. Bütünlük zaten biliyor, bütünlük seni senden daha iyi tanıyor.

İkinci konu ise bundan bile daha önemli: Tanrı zaten hükmünü vermiştir. Bu, gelecekte olacak bir şey değildir, zaten olmuştur: O yargısını çoktan vermiştir. O yüzden bu yargının korkusu bile ortadan kaybolur. Kıyamet Gününde bir yargılama söz konusu değildir. Korkmana gerek yok. Kıyamet ilk günden koptu; seni yarattığı an o zaten hükmünü vermişti. Seni tanıyor, sen onun yarattığı bir varlıksın. Eğer sende bir şey ters giderse, sorumlusu O olur, sen değil. Eğer yanlış yola saparsan sorumlusu O, sen değil. Sen nasıl sorumlu olabilirsin? Sen kendini yaratmadın ki! Eğer resim yaparken bir şey yanlış giderse, bunun sorumlusunun resim olduğunu söyleyemezsin! Sorumlusu ressamdır.

O yüzden kalabalıktan, ya da dünyanın sonu geldiğinde ne yapıp yapmadığına dair hesap soracak hayali bir Tanrı'dan korkmana gerek yok. O zaten hükmünü verdi... Bu çok önemli. Hüküm çoktan verildiği için zaten özgürsün. Ve insan, kendi olma özgürlüğüne sahip olduğunu tam olarak idrak ettiği zaman hayatı devingen bir niteliğe bürünür. Korku esaret yaratır, özgürlük sana kanat verir.

OSHO - CESARET