Related discussions

burak Discussion started by burak 14 years ago

İhtiyaç Duymak ve Vermek, Sevmek ve Sahip Olmak <!-- div.WebHelpPopupMenu { position:absolute; left:0px; top:0px; z-index:4; visibility:hidden; } -->

İHTİYAÇ DUYMAK VE VERMEK SEVMEK VE SAHİP OLMAK

C. S. Lewis sevgiyi iki türe ayırır: "İhtiyaç-sevgi" ve "armağan-sevgi." Abraham Moslow da sevgiyi iki türe ayırır. Birincisini "yoksunluk-sevgi" olarak adlandırır ve ikincisini de, "varlık-sevgi." Aradaki ayrım önemlidir ve anlaşılması zorunludur.

"İhtiyaç-sevgi" ve "yoksunluk-sevgi" diğer kişiye bağlıdır; o olgunlaşmamış sevgidir. Aslında o gerçek sevgi değildir; ihtiyaçtır. Diğerini kullanırsın, diğerini bir araç olarak kullanırsın. Sömürürsün, hükmedersin, maniple edersin. Fakat diğeri indirgenmiştir, neredeyse yok edilmiştir. Ve diğeri tarafından yapılan şey de tıpatıp aynısıdır. O seni maniple etmeye, sana tahakküm etmeye, sana sahip olmaya, seni kullanmaya çalışıyor. Bir başka insanı kullanmak çok sevgisizce bir şeydir. O nedenle bu sadece sevgiymiş gibi gözükür; o sahte bir paradır. Fakat neredeyse insanların yüzde doksan dokuzunun başına bu gelir çünkü öğrendiğin ilk sevgi dersini çocukluğunda alırsın.

Bir çocuk doğdu, o anneye bağımlıdır. Onun anneye karşı sevgisi "yoksunluk-sevgi”dir; onun anneye ihtiyacı vardır, anne olmadan hayatta kalamaz. Anneyi sever çünkü anne onun hayatıdır. Gerçekte o sevgi değildir; her kim onu korursa, her kim onun hayatta kalmasına yardım ederse, her kim onun ihtiyaçlarını doyurursa, kim olursa olsun o kadını sevecektir. Anne onun yediği bir çeşit besindir. O anneden sadece süt değil, aynı zamanda sevgi de alır ve bu da bir ihtiyaçtır. Milyonlarca insan hayatlarında bir çocuk olarak kalırlar; hiç büyümezler. Yaş olarak büyürler ama zihinlerinde hiç büyümezler; psikolojileri çocukça kalır, olgunlaşmaz. Onlar her zaman sevgiye ihtiyaç duyarlar, ona bir besinmiş gibi özlem duyarlar.

İnsan ihtiyaç duymaktansa sevmeye başladığı anda olgunlaşır. Onun içinden bir şey taşmaya başlar, paylaşmaya başlar; vermeye başlar. Önemsenen şey tamamıyla farklıdır. İlkinde önemli olan nasıl daha fazlasının elde edileceğidir. İkincisinde ise önemli olan nasıl verileceği, nasıl daha çok verileceği ve nasıl koşulsuzca verileceğidir. Bu, büyümenin, olgunluğun sana gelmesidir. Olgun bir kimse verir. Yalnızca olgun bir kişi verebilir çünkü sadece olgun bir kişi ona sahiptir. O zaman sevgi bağımlı değildir. O zaman diğeri olsa da olmasa da seviyor olabilirsin. O zaman sevgi bir ilişki değildir, o bir durumdur.

Etrafta onun kıymetini bilecek, onun taze kokularını duyacak, çevreden geçerken "ne güzel" diyecek, onun güzelliğini tadacak, keyfini çıkartacak, başına bir şey geldiğinde bunu paylaşacak hiç kimsenin olmadığı ormanın derinliklerinde bir çiçek açtığında ne olur? Ölür mü? Acı çeker mi? Panikler mi? İntihar eder mi? Açmaya devam eder, basitçe açmaya devam eder. Etraftan birilerinin geçip geçmemesi fark etmez; bu konu dışıdır. O mis kokularını rüzgâra yaymaya devam eder. O coşkusunu Tanrıya, bütüne sunmaya devam eder. Tek başımayken de, o zaman da sizlerle olduğum zamanki kadar sevgi dolu olacağım. Sevgimi yaratan sizler değilsiniz. Sevgimi yaratan sizler olsaydınız, o zaman doğaldır ki siz gittiğinizde benim sevgim de gitmiş olacaktır. Benim sevgimi siz çekip dışarı çıkartmıyorsunuz, ben onu sizin üzerinize yağdırıyorum; "armağan-sevgi" budur, "varlık-sevgi" budur.

Ve, C. S. Lewis ve Abraham Moslow ile pek de aynı fikirde değilim. Bahsettikleri ilk "sevgi" sevgi değildir, ihtiyaçtır. Bir ihtiyaç nasıl sevgi olabilir? Sevgi lüks bir şeydir. O bolluktur. Yaşamla öylesine dolup taşarsın ki onunla ne yapacağını bilemezsin, o yüzden paylaşırsın. Yüreğinde o kadar çok şarkı vardır ki onları söylemek zorunda kalırsın; birisinin dinlemesinin konuyla ilişkisi yoktur. Kimse dinlemese bile, o zaman da şarkını söylemek zorunda kalacaksın, dansını etmek zorunda kalacaksın. Diğeri onu alabilir, diğeri onu kaçırabilir ama söz konusu olan sen olduğunda o akıyor; o taşıyor. Nehirler senin için akmaz; onlar sen orada olsan da olmasan da akıyor. Onlar senin susuzluğun için akmıyor, onlar senin susuz kalmış tarlaların için akmıyor; onlar basit bir şekilde orada akıyorlar. Susuzluğunu giderebilirsin, kaçırabilirsin; sana kalmış. Nehir gerçekte senin için akmıyordu, nehir sadece akıyordu. Tarlan için su alabilmen sadece rastlantısal, ihtiyaçların için su elde edebilmen rastlantısal.

Birisine tabi olduğunda her zaman ıstırap vardır. Birisine bağımlı olduğun anda berbat hissetmeye başlarsın çünkü bağımlı olmak köleliktir. O zaman alttan alta intikam almaya başlarsın çünkü bağımlı olduğun kişi senin üzerinde güç sahibi olmaya başlar. Kimse başka birisinin kendisi üzerinde güç sahibi olmasını istemez, kimse bağımlı olmak istemez çünkü bağımlılık özgürlüğü katleder. Ve sevgi bağımlılıkta çiçek açamaz; sevgi özgürlüğün bir çiçeğidir. Onun boşluğa ihtiyacı vardır, onun tam bir boşluğa ihtiyacı vardır. Diğerinin ona karışmaması gereklidir. O çok hassastır.

Bağımlı olduğunda diğer kişi kesinlikle sana hükmedecektir ve sen de ona tahakküm etmeye çalışacaksın. Sözde sevgililer arasında sürüp gitmekte olan kavga budur. Onlar sürekli kavga halindeki yakın düşmanlardır. Karılar ve kocalar; ne yapıyorlar? Sevmek çok nadir; kavga etmek kaide, sevmekse istisna. Ve her yoldan tahakküm etmeye çalışıyorlar; hatta sevgi aracılığıyla bile tahakküm etmeye çabalıyorlar. Koca karısından istediğinde, karısı onu reddeder, isteksizdir. Çok cimridir: Verir ama gönülsüzce, onun etrafında kuyruğunu sallayıp durmanı ister. Kadının ihtiyacı olduğunda ve adamdan istediğinde, kocası yorgun olduğunu söyler. Ofiste çok iş vardı, gerçekten aşırı düzeyde iş yükü var ve uyumak istiyor.

Bunlar tahakküm etme yollarıdır, diğerini açlığa mahkûm etme, onu daha da aç bırakma yöntemleridir; bu sayede o giderek daha çok bağımlı hale gelir. Elbette, kadınlar bu konuda erkeklerden daha çok diplomatiklerdir çünkü erkek zaten güçlü konumdadır. Onun güçlü olmak için ince ve kurnazca taktiklere gereksinimi yoktur, o güçlüdür. Parayı o yönetir; budur onun gücü. Kas gücü anlamında daha kuvvetlidir.

Çağlar boyunca kadınların zihnini kendisinin daha kuvvetli ve kadınlarınsa güçsüz olduğu şeklinde koşullandırmıştır. Erkek çalışmıştır hep. Her açıdan kendisinden daha küçük kadınları bulmaya çalışmıştır. Bir erkek kendisinden daha iyi eğitim almış bir kadınla evlenmek istemez çünkü o zaman iktidarı tehlikeye düşer. Kendisinden daha uzun boylu bir kadınla evlenmek istemez çünkü uzun bir kadın daha üstün görünür. Çok entelektüel bir kadınla evlenmek istemez çünkü o karşı fikir öne sürer ve tartışma iktidarı ortadan kaldırabilir. Bir erkek çok ünlü bir kadın istemez çünkü o zaman ikinci plana düşer. Ve yüzyıllardır erkekler kendisinden daha genç bir kadın istemiştir. Neden karın senden yaşlı olamıyor? Yanlış olan ne? Ama daha yaşlı bir kadın daha deneyimlidir; bu, iktidarı yok eder.

Yani erkek her zaman daha küçük kadınlar istedi; bu nedenle kadınlar yüksekliklerini kaybettiler. Onların erkeklerden daha düşük bir yükseklikte olmaları için hiçbir neden yok, tek bir neden bile yok; yüksekliklerini kaybettiler çünkü sadece daha ufak kadınlar her zaman seçildi. Yavaş yavaş bu şey zihinlerinin öylesine derinine işledi ki yüksekliklerini yitirdiler. Zekâlarını kaybettiler çünkü zeki bir kadına ihtiyaç duyulmadı; zeki bir kadın bir hilkat garibesiydi. Sadece bu yüzyılda onların boylarının tekrar uzamakta olduğunu bilmek seni şaşırtacaktır. Kemikleri bile büyüyor, iskelet büyüyor. Sadece elli yılda... özellikle de Amerika'da. Ve, onların beyinleri de gelişiyor ve eskiden olduğundan daha büyük hale geliyor, kafatası büyüyor.

Kadınların özgür olması düşüncesiyle birlikte bazı çok derin koşullanmalar ortadan kalkmış oldu. Erkek zaten güce sahip olduğu için çok akıllı olmaya ihtiyaç duymadı, çok dolay-

lı olmaya gerek duymadı. Kadın güce sahip değildi. Güce sahip değilken daha çok diplomatik olmak zorunda kalırsın; bu onun yerine geçer. Kendilerini güçlü hissetmelerini sağlayacak tek yol kendilerine ihtiyaç duyulmasıdır, erkeğin devamlı onlara ihtiyaç duymasıdır. Bu sevgi değil, bu bir pazarlık ve onlar devamlı sıkı pazarlık halindeler. Bu hiç bitmeyen bir mücadele.

C. S. Lewis ve Abraham Moslow sevgiyi ikiye ayırır. Ben ikiye ayırmıyorum. Ben diyorum ki ilk türden olan sevgi sadece bir isim, sahte bir para; hakiki değil. Yalnızca ikinci türden sevgi sevgidir.

Sevgi sadece sen olgunsan gerçek olur. Sadece bir yetişkin olduğunda sevmeye muktedir olursun. Sevginin bir ihtiyaç değil, bir dolup taşma olduğunu anladığında —"varlık-sevgi" ya da "armağan-sevgi"— o zaman, hiçbir koşul yokken onu verebilirsin.

İlk türden sözde sevgi kişinin başkasına olan derin ihtiyacından gelirken, "armağan-sevgi" ya da "varlık-sevgi" olgun bir insandan diğerine, bolluktan taşar. Kişi onunla dolup taşar. Ona sahipsin ve o senin etrafında hareketlenmeye başlar, tıpkı bir lambayı yaktığında ışınların karanlığın içerisinde yayılması gibi. Sevgi, varlığın bir yan ürünüdür. Sen var olduğunda, etrafında sevgi auran olur. Sen yoksan, bu aura etrafında olmaz. Ve etrafını çevreleyen bu auraya sahip değilsen diğerinden onu sana vermesini istersin. Bunu tekrar edelim: Sende sevgi olmadığında diğerinden onu sana vermesini istersin; sen bir dilencisin. Ve, diğeri de sana onu vermen için talepte bulunuyor. Şimdi, iki dilenci avuçlarını birbirlerine açıyor ve her ikisi de diğerinin ona sahip olduğunu umut ediyor... Doğal olarak her ikisi de sonuçta yenilgiye uğramış hissediyor, kandırılmış hissediyor.

İstediğin karı-kocaya sorabilirsin, istediğin sevgiliye sorabilirsin; her ikisi de kandırılmış hissediyor. Diğerinin sevgiye sahip olduğu senin fikrindi, şayet senin yanlış fikirlerin varsa onun suçu ne? Senin fikrin dağılmış oldu; diğeri senin fikrinin doğruluğunu kanıtlamadı, hepsi bu! Fakat, diğerinin senin beklentilerin doğrultusunda kendisini kanıtlaması için hiçbir zorunluluk yok.

Ve sen diğerini kandırdın; onun hissettiği budur çünkü sevginin senden akacağını umut ediyordu. Her ikiniz de sevginin diğerinden akacağını umut ediyordunuz ve ikiniz de boştunuz; aşk nasıl gerçekleşsin? En iyi ihtimalle her ikiniz de beraberce mutsuz olabilirsiniz. Öncesinde sen tek başına mutsuzdun, ayrıydın; artık birlikte mutsuz olabilirsiniz. Ve unutma, ne zaman iki kişi birlikte mutsuz olursa bu basit bir toplama değil, bir çarpma işlemidir.

Tek başına hayal kırıklığı hissediyordun, şimdi birlikteyken de hayal kırıklığı hissediyorsun. Bunda iyi bir şey de vardır, artık sorumluluğu diğerinin üstüne atabilirsin; seni perişan eden o. Bu işin güzel tarafı bu. Rahatlayabilirsin. "Bende hiçbir sorun yok ama o...? Böyle bir eşle ne yapılabilir; dırdırcı, berbat? İnsan sefil olur elbet. Böyle bir kocayla ne yapılabilir ki; çirkin, başarısız?" Artık sorumluluğu diğerinin üstüne yıkabilirsin; bir günah keçisi buldun. Ama mutsuzluk kalır, katlanmış hale gelir.

Şimdi bu paradoksaldır: Aşka düşenlerde hiç sevgi yok, bu yüzden âşık oluyorlar. Ve, hiç sevgileri olmadığından veremiyorlar. Ve başka bir şey daha; olgunlaşmamış bir kişi her zaman başka bir olgunlaşmamış kişiyle aşka düşer çünkü ancak o zaman birbirlerinin dillerini anlayabilirler. Olgun bir kimse, olgun bir kişiyi sever. Olgunlaşmamış bir kimse, olgunlaşmamış bir kişiyi sever.

Karını ya da kocanı binlerce kez değiştirmeye devam edebilirsin, yine aynı tür kadını bulacaksın ve aynı perişanlık tekrar edilecek; değişik şekillerde ama aynı perişanlık tekrar edecek. Karını değiştirebilirsin ama sen değişmedin; şimdi yeni eşi kim seçecek? Sen seçeceksin. Seçim yine senin olgunlaşmamışlığından çıkacak. Aynı türden bir kadın seçeceksin yine.

Aşkın en temel problemi önce olgun hale gelmektir. O zaman olgun bir eş bulacaksın; o zaman olgunlaşmamış insanlar sana pek de cazip gelmeyecek. Bu aynen böyledir. Sen yirmi beş yaşındaysan iki yaşında bir bebeğe âşık olmazsın. Tıpkı bunun gibi, psikolojik olarak, manevi olarak olgun bir kişiysen eğer, bir bebeğe âşık olmazsın. Böyle bir şey olmaz. Bu olamaz, bunun anlamsız olacağını anlayabilirsin.

Aslında olgun kişi aşka düşmez, aşkta yükselir. Düşmek sözcüğü doğru değildir. Sadece olgunlaşmamış insanlar düşer; takılırlar ve aşktan aşağı düşerler. Bir şekilde becerip ayakta kalıyorlardı. Artık beceremiyorlar ve ayakta duramıyorlar; bir kadın bulurlar ve işleri biter, bir erkek bulurlar ve işleri biter. Onlar her zaman yere kapaklanmaya ve sürünmeye hazırdı. Onların omurgası, belkemiği yok; onların tek başına ayakta duracak sağlamlığı yok.

Olgun bir kişi tek başına kalacak sağlamlığa sahiptir. Ve olgun bir kişi sevgi verdiğinde, ona bir ip bağlamadan verir; o basitçe verir. Olgun bir kişi sevgi verdiğinde, onun sevgisini kabul ettiğin için sana minnet duyar; tersi değil. Senin onun için şükran duymanı beklemez; hayır, öyle olmaz, onun senin teşekkürüne ihtiyacı yoktur. O sana sevgisini kabul ettiğin için teşekkür eder. Ve, iki olgun insan birbirlerini sevdiğinde hayatın en muhteşem paradokslarından birisi, en güzel olaylarından birisi gerçekleşir: Onlar birliktedir ve bununla birlikte son derece tek başınadırlar. Onlar o kadar çok beraberdirler ki neredeyse bir olmuşlardır ama onların birliği bireyliklerini yok etmez; aslında onu zenginleştirir, kendilerini daha çok birey yapar. Birbirini seven iki olgun insan, birbirlerine daha özgür olmaları için yardımcı olur. Araya politika, diplomasi, tahakküm etme çabası girmez.

Sevdiğin bir kişiye nasıl hükmedebilirsin? Bunun üzerinde düşün; tahakküm etmek bir çeşit nefrettir, öfkedir, düşmanlıktır. Sevdiğin bir kişiye hükmetmeyi nasıl düşünebilirsin? O kişiyi tamamıyla özgür, bağımsız görmek istersin; ona daha çok bireysellik vereceksin. Bu yüzden onu en muhteşem paradoks olarak adlandırıyorum: Onlar o kadar birliktedir ki, neredeyse tektirler ama bu tekliğin içerisinde onlar hâlâ bireydir. Onların bireylikleri silinmemiştir; çoğalmıştır. Özgürlükler söz konusu olduğunda diğeri onların bireyliğine katkıda bulunmuştur.

Olgunlaşmamış insanlar aşka düştüklerinde birbirlerinin özgürlüklerini yok ederler, bir tutsaklık yaratır, bir hapishane yaparlar. Birbirini seven olgun insanlar birbirlerine özgürleşmeleri için yardım eder; birbirlerine her türden tutsaklığı yok etmeleri için destek olurlar. Ve, sevgi özgürce aktığında güzellik vardır. Sevgi zorunlulukla aktığındaysa çirkinlik vardır.

Unutma, özgürlük sevgiden daha yüksek bir değerdir. Bu nedenle Hindistan'da nihai olana biz "moksha" deriz; moksha "özgürlük" demektir. Özgürlük sevgiden daha yüksek bir değerdir. O halde, şayet sevgi özgürlüğü yok ediyorsa buna değmez. Sevgiden vazgeçilebilir, özgürlük kurtarılmalıdır; özgürlük daha yüksek bir değerdir. Ve, özgürlük olmadan hiçbir zaman mutlu olamazsın, bu imkânsızdır. Özgürlük her erkeğin, her kadının özünde taşıdığı arzudur; mutlak özgürlük, kesin özgürlük. O yüzdendir ki kişi, özgürlüğü yok eden herhangi bir şeyden nefret etmeye başlar.

Sevdiğin adamdan nefret etmiyor musun? Sevdiğin kadından nefret etmiyor musun? Nefret ediyorsun! Bu gerekli olan bir derttir, ona katlanmak zorundasın. Tek başına kalamadığın için birisiyle beraber olmayı becermek zorundasın ve diğerinin taleplerine ayak uydurmak zorundasın. Katlanmak, onları sineye çekmek zorundasın.

Sevgi —gerçekten sevgi olmak için— "varlık-sevgi", "armağan-sevgi" olmak zorundadır. "Varlık-sevgi" bir sevgi olma hali demektir; evine vardığın zaman, kim olduğunu bildiğin zaman, o zaman, sevgi varlığından ortaya çıkar. O zaman güzel kokular etrafa yayılır ve onu başkalarına verebilirsin. Sahip olmadığın bir şeyi nasıl verebilirsin? Vermek için ilk ve temel koşul ona sahip olmaktır.

 

osho - olgunluk