pınar Discussion started by pınar 14 years ago
17 -18 Temmuz 2010 Bilinçli Kavuşum’a geri sayım sona ermek üzere,

Tanrı özünü paylaştığım değerli varlıklar,

Maya takviminin son döngüsü olan Dokuzuncu dalgaya ve birlik bilincin tezahürü için gerekli koşulları yaratmaya doğru giderken son dönemeçlerden birini geçiyoruz… Daha önce çok sefer tekrar ettiğim gibi Maya takvimi insanoğlundan ayrı güçlerin (Marduk, Pleiadias, Foton kuşağı, Ufolar… vs) dünya üzerinde hüküm sürmesi ile alakalı değildir… Dolayısıyla Maya takvimi ne felaket getirici bir faktördür ne de otomatik bir şekilde uyanmamızı sağlayacak bir kurtarıcıdır… 

Aslında Maya takvimin sonunda yaklaştıkça daha da kendi başımıza kalıyoruz ve omuzlarımızda ki sorumluluk artıyor…  Eğer içimizdeki yaratıcı tamamen uyanacak ise ve biz entelektüel bir mastürbasyon olarak değil de hakiki anlamda birlik bilincini yaşayacaksak, Yaradan’ın sorumluluğu bizlere kademe kademe inmek zorundadır… Zaten evrilmekten korkan veya çekinen bireylerin çekindiği budur, kudrete sahip olmanın korkutuculuğu ve onun getirdiği sorumluluk…

Dolayısıyla aydınlanma veya birlik bilincine erme denilen olgular kolay olmadıkları gibi kolaylaştırılsalar bile herkesin hemen arzu edemeyeceği hallerdir… Tam teslimiyet, sönmek bilmeyen bir kavuşma arzusu ve aşk, sabır, azim, irade ve farkındalık… Bunlar olmadan ruhsal uyanış tam anlamıyla bireye gelmeyeceği gibi, gelse bile kalıcı olması ruhsal doğamıza aykırıdır… Bu bahsettiğim gerçekleri görmek için herhangi bir geleneksel manevi yola bakmak yeterlidir… Tasavvuf, Yoga, Budizm veya Taoizm… Tüm bu gelenekler, uzun yıllar süren tutkulu ve disiplinli çalışmaları temel alır… Bugünün Yeni Çağ kültüründe ne yazık ki bu hakikatler unutuldu… Tasavvufta 9 nefs seviyesi ve 4 kapı, Hıristiyan mistisizminde kalbin 6 seviyesi, Tantra’da farklı lütuf aşamalarından bahsedilir. Bu aşamaların her birinden geçmek bir ömür bazen ömürler alır… Bugün ise Yeni Çağ öğretmenleri son derece yüzeysel şekilde bireyin evrimini sadece ego seviyesinde ele almaktadır… Ken Wilber’ın deyimiyle bugün ruhsal arayışta olan insan “mikro dalga fırında pişmek” istemektedir… Hâlbuki Mevlana’nın pişmesi ne kadar zaman aldı değil mi?

Savunuculuğunu yaptığım Maya takvimi benzer şekilde evrimin ve aydınlanmanın mikro dalga hızında ve neredeyse otomatik şekilde olacağı izlenimini vermektedir… Aslında bu bir yanılgıdır… Maya takvimi sadece gerçekten arzu duyan ve gerekli manevi koşulları yerine getiren bireyler için ilahi planın desteğinin tam olduğunu söyler… Yani koşullar hiç olmadığı kadar yerindedir… Ancak eyleme geçenler için… Ve aslında en temel eylem tam anlamıyla teslim olmaktır… Hopilerin deyimiyle kendini çılgın nehrin akışına tamamen teslim edenler hızla evrilmektedir… Fakat kaç kişi var bunu gerçekten yapabilen?

“Ben bu bedenim” veya “Ben bu zihnim” dedikçe yol almak imkânsızdır… 20. yüzyılın en büyük bilgelerinden Nisargadatta Maharaj’ın dediği gibi “Ben bu beden değilim, ben bu zihin değilim, o halde ben kimim?”… Maharaj “Ben O’yum” diye cevap vermekte… Bilincin varlığının yani farkında olma eyleminin kendisinin Tanrı özü olduğu sonucuna çıkmaktadır buradan. Fakat elbette Maharaj ve öğretisi Yeni Çağ akımı içinde yüzeyselleşti. Kitabını okuyanlar onun yıllarca sessiz inzivalar ve meditasyonlarla bu hakikatleri idrak ettiğini unuttular ve “Ben O’yum” diyerek ortalıkta gezmeye başladılar… “Ben O’yum” derken “Sevgilisini kıskanan, bencilce para harcayan, bilinçaltında tir tir korkuyla titreyen ben” O oldu. Mistik öğretiler içinde en büyük hata beklide budur… Ego’yu alıp Tanrı yapmak…

Modern hayatın koşuşturması içinde, hakiki bir üstattan tavsiye almadan kendi yoluyla yol alanların kaybolması da bundandır… Manevi evrim bir ‘hobi’ olarak kalamaz… Hobi olarak kalırsa manevi evrim olmaz… Burjuva hayatlar içinde gerçek uyanışı yaşamak ancak Allah’ın çoooook değerli kullarına has bir durumdur… Milyonda bir ihtimal belki… Peki, siz bu milyonda bire dâhil misiniz? Değilseniz iyice düşünüp taşınmakta fayda var… İstediğiniz ortalama bir hayat mı?  Kendi arzularınızın sonucu olan bir hayat mı, Tanrı’nın arzusu neyse onun olmasına kanal olduğunuz, tam teslimiyet içinde bir hayat mı? Karar sizin…

Peki, 17 – 18 Temmuz için önerim nedir? Öncelikle Maya takvimini bilimselliğin ışığında inceleyen Carl Calleman’ın dünya çapında yapılan seremoniler için bir önerisi var. Bununla ilgili makaleyi şu linkten okuyabilirsiniz:

http://mayatakvimi.blogspot.com/2010/07/bilincli-kavusum-ile-kuresel-yasam.html

Bana göre ise daha elle tutulur şeyler yapmakta fayda var. Bugün karşılaştığımız en temel zorluk egodan sıyrılıp gerçekten gönül gözünü açabilmektedir. Bu yüzden manevi kalbimize odaklı bir çalışma öneriyorum… Budizm kaynaklı Tong Len çalışması… Buna şefkat meditasyonu da diyebiliriz. Bugün dünyanın en çok ihtiyacı olan şey ve en zor bulunan şey şefkat… Dolayısıyla 17 – 18 Temmuz’da ve takip eden tüm günlerde böylesi bir meditasyon yapmayı öneriyorum…

Nedir peki bu şefkat meditasyonu? Hayatımızı genellikle bir kabuk içinde yaşarız, kendimizle ilgili her şey yolundadır, paramız, sağlığımız, akıl sağlığımız, ilişkilerimiz.. Tabi her zaman değil… Bir şeyler yolunda gitmediğinde ya talihimize küseriz ya da Allah kahretsin deriz…

Gönlü yaşamlarının merkezine getirenler için durum böyle değildir. Tasavvufta aşkı dikenli bir güle benzetirler… Ve gerçek bir hayatı üzüntü duygusunu kabul etmeden yaşamak imkânsızdır… Bir Sufi’ye göre yaşam keder geldiğinde neşe duymaktır …

 

Bu Budist meditasyonu da farklı değildir… Şefkat duymak öncelikle kendimizden başlar… Şimdi sessiz ve sakin bir oturma konumu alın ve gözlerinizi kapayın (tabi bunu okuduktan sonra)…  Bir süre nefes alıp verişinize odaklanın… Nefes göğsünüzü nasıl doldurup boşaltıyor, bunu gözleyin… Birkaç dakika sadece bunu yapmanız zihninizi sakinleştirir…

Arkasından göğsünüzde oluşan hislere odaklanın… Tasavvufta gönül denilen manevi kalbe odaklanın… Varlığımızın özü burada gizlidir ve ilahi aşka giden kısa yol yine buradan geçer… Bu aşkı hissedin, onu fark edin…

Birkaç dakika bu farkındalığı yaşadığınızda ruhsal olarak farklı bir hale girebilirsiniz… Ve ilk seferde bu aşk içinde kaybolup giderseniz (dikkat, zihninizde değil) bunda sorun yoktur... Başka bir sefer yine deneyin ve bu aşamadan sonrasına geçebilirsiniz… Ama geçemezseniz bile bu hala çok iyi, çünkü dünya o kadar çok aşka ihtiyaç duyuyor ki… Bu seviyeye gelemezseniz de moralinizi bozmayın… En başta dediğim gibi bu aşamalara ulaşmak uzun çalışmalar gerektirebilir…  Sabır, sabır, sabır…

Gönülde ki bu aşk hissine odaklı iken kendi benliğinizi düşünün… Kendinize dışarıdan bakın… Zayıflıklarınızı, acılarınızı, sorunlarınızı görün… Ve her nefes aldığınızda bu acıları, zayıflıkları veya sorunları gönlünüze getirin… Kendi acınızı kendinizle paylaşın… Gözyaşları gelebilir, bu çok doğal…

Her nefes verdiğinizde ise kendinize sevgi verin…

Bu kadar basit, her nefes alışta acıyı gönle çekin ve hissedin, her nefes verişte gönülden gelen sevgiyi gönderin…


 


 

Bu meditasyonda ikinci aşama aynı çalışmayı sevdiğiniz bir insan için yapmaktır… Sizin için önemli olan ve zor durumda olan birisi için uygulayın bunu…

Üçüncü aşamada ise bu meditasyonu tanımadığınız, sizin için nötr bir insan için yapın… Sokakta gördüğünüz bir dilenci veya zor durumda olan başka bir insan…

Dördünü aşamada bu meditasyonu şu an size düşman konumda olan birisi için yapın. Öfke veya nefret duyduğunuz veya küstüğünüz birisi için yapın…

Son aşamada ise bunu tamamen şeytansı olduğunu düşündüğünüz insanlara yapın…  George W. Bush… vs…

Bu aşamaların hepsini bir seferde geçmeniz çok zordur… Kademe kademe ilerleyin. Her gün 15-20 dakika yaptığınızda çok yol kat edeceksiniz… Sonraki aşamalara geçmeniz günler, haftalar hatta aylar alabilir… Moralinizi bozmayın… İlerledikçe yöntem egonuzdan sıyrılmanızı ve kalbinizi açmanızı nasıl sağlıyor şaşıracaksınız… Ayrıca gerçek bir ruhsal olgunluğa da ulaşabilirsiniz… Tam teslimiyet ve açık bir kalple yaşamanıza katkıda bulunacaktır…

İlham olması açısından bir hikâye paylaşmak istiyorum…

Bilge bir adam bir gün ormanda yürürken bir kaplan ve yavruları ile karşılaşır… Anne kaplan o kadar yorgun ve açtır ki nerdeyse baygın şekilde yatıyordur… Ava çıkacak gücü kalmamıştır… Bilge adam merhamet duygusuyla kolunu kaplanın ağzına uzatır… Ancak kaplan o kadar yorgundur ki adamın kolunu çiğneyecek kadar güce bile sahip değildir… Bunu fark eden adam kolunu kanatarak kaplanın ağzına kan akmasını sağlar… Böylece kaplan çiğnemek için gerekli güce ulaşır… Hikayeye göre bu bilge adam, kaplan ve yavruları bir sonraki hayatlarında Buda’nın en yakın müritleri olarak doğmuşlardır…

Güzel bir hafta sonu ve bilinçli kavuşum dileklerimle,

Fatih Keçelioğlu