Renklerin ve Taşların Şifa Gücü
Related discussions
- Farkındalık Ve Nefes Çok aydınlatıcı bir yazı paylaşımınız için teşekkürler..
-
KORKULARIN KABULÜ, SEVGİYE DÖNÜŞTÜRME VE OLUMLAMA
paylaştığınız konu çok değerli ama çok uzun 21 gün boyunca bu olumlamaları devam ettirebilmek zor geliyor.
1 reply Posted in Her Telden :)
-
BİLİNÇ ALTI ÇALIŞMASI-DEĞİŞİME GÜVEN
Meraba :) sayfaya yeni üye oldumda bilinçaltı çalışmasının nasıl yapıldığı ile ilgili bir link var mı sayfada ?
1 reply Posted in Her Telden :)
Tıptaki bütün gelişmelere rağmen insanlar, biliyorsunuz destek terapilere son derece yoğun bir ilgi duymaya başladılar. Demek ki bir yerlerde birtakım şeyler eksik oldu. Bu tanımlamayı en güzel Marloc Morgan’ın “Bir Çift Yürek” kitabında buldum. Orada Aborjinler çölde giderlerken birdenbire dururlar, Marloc sorar; “Mola zamanı değil, neden durduk?” Reis der ki, “Çok hızlı ilerledik, ruhlarımız geride kaldı, ruhlarımızı bekliyoruz.”
Biz tıp doktorları da, teknolojide çok hızlı ilerledik, ama herhalde ruhlar biraz geride kaldı; ruhları bütünleştirmeye çalışıyoruz, beden, zihin ve ruh holistik sağlığı sağlamaya çalışıyoruz.
Tüm evren, "makrokosmos" diyoruz, ve biz insanlar "mikrokosmos" enerjiden oluşuyoruz. Bedenin, ruhun ve zihnin sağlıklı olması için devamlı pozitif enerjiyle yüklenmesi gerek. Aslında belki bu “negatif, pozitif” deyimi de doğru değil, enerji enerjidir. Enerjiyi olumlu yönde kullanabilmek gerek. Sesler, kokular, renkler, çiçekler, bitkiler, kristaller, doğal taşlar, pozitif düşünceler, hepsi bize bu konuda yardımcı olabilir.
Bu zeminde gördüğünüz, kayaların üstünde olan bir liken, yani mantarımsı bir bitki. Tıpta kaşıntılı bir cilt hastalığı vardır, buna “Liken Planus” denir; kaşıya kaşıya hastaları aynen böyle olurlar, adını da oradan alıyor.
Düşünce, biliyoruz ki çok hızlı giden bir enerji, ışık hızından bile daha hızlı olduğu düşünülüyor. Enerji düşünceyi takip ediyor; etrafta dolaşan, sonunda size gelen benzer benzeri çekiyor. Bedenlerimizin de birer mikrokosmos olduğunu hiç unutmayalım. Etrafımızdaki her şeyden, ama her şeyden olumlu ya da olumsuz tepkileşmeler alabiliyoruz, bunu biliyoruz hepimiz. Zaten hayatımızda örneklerini de yaşıyoruz.
Işık ve renk nedir?
Işığın saniyede 300 bin kilometre hızla gittiğini biliyoruz. Bir şimşek çaktığı zaman, önce çakmasını görüyoruz, ses daha yavaş olduğu için arkadan gümbürtüsü geliyor.
Işık spektrumunun gözümüzle görebildiğimiz bölümüne biz “renkler” diyoruz. Radyo dalgaları, mikro dalga, infraret, ultraviole, x ışınları, gama ışınları; bunlar da ışık, ama biz insanların gözü bunları göremiyor. Ama mesela minicik bir arı ultravioleyi görebiliyor, ya da gece avlanan hayvanlar infrared görüş yeteneğine sahip.
Biz insanoğlu, görmediğimizi yok var saymaya meyilliyiz; görmüyoruz ya, yok. Şu anda bu odada tahmin edemeyeceğiniz kadar radyo dalgaları, televizyon dalgaları, cep telefon dalgaları; bir elektromanyetik dalga denizi var ve biz bunun içinde yüzüyoruz ve bu elektromanyetik dalga kirliliği, bizi pek olumlu da etkilemiyor. İnsanlar onun için barut gibi.
Belli bir noktadan bir saniyede geçen dalga sayısına “herts” deniyor.
Hepimizin içinde, Tanrımızın bize armağan ettiği içsel bir şifa gücü var. Biz çoğu zaman bunu kullanamıyoruz, mutsuzluğa kapılıyoruz, elimizdekileri göremiyoruz. Halbuki, içimizdeki bu iyileştirici gücün doğasını, onu korumayı, geliştirmeyi ve aktif hale getirmeyi öğrenebiliriz.
Enerji psikolojisinde, ki ben de emotrans konularında çalışıyorum. Emotrans, duygusal geçiş tekniği diyebiliriz. Öğretme yetkisini İngiltere’de aldım. Bedenin görünmez enerji alanında oluşan düşünceler duygusal ve fiziksel yanıtları ortaya çıkarıyor.
Ne yapıyoruz? Önce düşünüyoruz, o düşünce bizde bir duygu oluşturuyor. O duygu, hissettiğimiz şekline göre bir fiziksel yanıt oluşturabiliyor. Örnekleyelim mi?
Her birinizin kim bilir ne kadar örneği vardır. Eğer sert bir patronunuz varsa, odaya girdiği zaman “lanet adam yine geldi, kim bilir ne diyecek” diyorsunuz değil mi, düşünüyorsunuz önce. Bir mutsuzluk duygusu yaşıyorsunuz; ya mideniz ağrıyor, ya başınız ağrıyor. Sonunda fiziksel bir belirti oluşturabiliyorsunuz. Ama, aynı şekilde çocuğunuzun güzel bir anısını, güzel bir başarısını düşündüğünüzde bu sizde olumlu bir duygu uyandırabilir, siz de güzel fiziksel yanıtlar verebilirsiniz buna.
Işık ve renk sağlıklı olmamızda çok çok önemli, bunu hepimiz biliyoruz. Hipokrat zamanında dahi, üstü açık, güneş enerjisinden yararlandırılan, ışık banyoları yapılan tedavi odaları vardı ve renkli camlarla da, “kroma terapi” denen ışık tedavisi yapılırdı. Güneş ışığından yeterli yararlanmamak pek çok hastalığa, depresyon, uykusuzluk dahil, neden olabilir. İskandinav ülkeleri bunun örneklerini yaşıyor. Yetersiz güneş enerjisi alımında, “D” vitamini, kalsiyum eksiklikleri gibi fizyolojik bulgular görüyoruz.
Peki, bizim aydınlatmalarla ilgili de bir sorunumuz var. Genelde floresan lambalar biliyorsunuz aydınlatmalarda, iş yerlerinde, okullarda kullanılıyor. Özellikleri gereği, floresan lambalar, yeşil, mavi ve mor ışıktan yoksun, kırmızı ağırlıklı. Biraz sonra göreceğiz; kırmızı, insanın sinir sistemini biraz aktive eden, biraz sinirli olmasına da bazen neden olan bir renk. Açık havada, gölgede bile, bir saatte aldığımız güneş ışığı enerjisini yapay aydınlatılmış bir odada 16 saatte dahi alamıyoruz. Dışarı çıkıp bol bol güneşlenmemiz lazım.
Bu bir şairin güzel bir şiiri, okuyayım sizlere.
"Sarı, özlemdir sarartan,
Kırmızı, yakandır aşkımdan,
Yeşil, umuttur beklenen,
Mavi, düştür avutan,
Beyaz, dilektir yükselen,
Turuncu, el-ayak dolaştıran,
Pembe, mahcup mahcup baktıran,
Yedi renk kelimedir, cümledir, dildir gönülde susmayan."
Şimdi, renkler deyince enerji merkezlerimizden bahsetmeden olmaz.
Ben "çakra"ya da "şakra” tanımını kullanmamaya çalışıyorum, “çark” demeye çalışıyorum. Çünkü, zaten şakra, Sanskritçe “dönen enerji tekerleği” demek, “çark” da öz Türkçe bunu çok güzel ifade eden bir kelimemiz.
Kök çarkımız; rengi kırmızı, yerleşik yeri, tam bizim pubist üstü, kasıklar dediğimiz yer. Bu çark, bizi toprak anaya bağlayan, ayaklarımızı yere sağlam basmamızı sağlayan çark.
Bunun değerli taşları, Rubi Garnet, kantaşı, kırmızı cespır, opsityen, hematit, dumanlı kuars. Olumlu çalıştığı zaman başarı, bedeni yönetme, yerleşik düzen, istikrar sağlar. Fakat negatif özellikte çalıştığı zaman bizim kök çarkımız, bakın neler yapar? O kişiler “ben merkezci” olur, güvensiz olur, vahşet, aç gözlülük ve öfke duygularını çok yaşarlar, omurgada gerginlik ve kabızlık şikayetleri olur.
Toprak ana deyince, değil mi; şahrem şahrem parçalanmış bir toprak görüntüsü ve Aşık Veysel’i anmadan geçebilir miyiz? Geçemeyiz.
Kara Toprak
Dost dost diye nicesine sarıldım,
Benim sadık yarim kara topraktır.
Beyhude dolandım, boşa yoruldum,
Benim sadık yarim kara topraktır.
Karnın yardım kazma ile bel ile,
Yüzün yırttım tırnak ile, el ile,
Yine beni karşıladı gül ile,
Benim sadık yarim kara topraktır.
Düşünün, 31-32 yıl oldu Aşık Veysel’i kaybedeli, doğru sözler hiçbir zaman güncelliğini yitirmiyor.
Bu bir obsidiyen, volkan camı demek. İndirekt ışıkta simsiyah görürsünüz. Gök kuşağı obsidiyenlere spot ışık verildiği zaman gök kuşağı renklerini böyle güzel bir şekilde görebilirsiniz. Bu bir hematit, demir cevheri içerir.
Demir, biliyorsunuz bizim dünyamıza dıştan gelmiştir, yani demir cevheri dünyanın oluşumunda yoktur. Hematit de demir içerdiği için ve elektromanyetik özellikleri olduğu için, romatizma dâhil pek çok hastalıkta yardımcı olabilir.
Geldik karın çarkımıza. Rengi oranj, portakal rengi. Üremeyle, yiyeceğin emilimi ile fiziksel güç, canlılık ve seksülelite ile ilgili. Taşlarının arasında oranj, sarı renkte olan taşlar var, mercan, kalsit, amber, sitrin, altın topaz. Burada da bir sitrin görüyorsunuz.
Şimdi, karın çarkımız güzel çalıştığı zaman, biz başkalarıyla uyumlu ve yaratıcılıkla çalışırız. Vermekle, almakla ilgili dengeli duygular yaşarız, seksüel hayatımız düzgündür, yeni fikirleri özümseriz. Ama bu çarkta blokaj varsa ve dengesizse bakın neler oluyor?
Yiyeceklere ya da sekse aşırı düşkünlük, seksüel problemler, kafa karışıklığı, kendini amaçsız hissetmek, kıskançlık, hasetlik, her şeyi sahiplenme arzusu, iktidarsızlık, rahim ya da mesane problemleri.
Geldik sarı renkli güneş sinir ağı çarkımıza. Bu çarkın taşları gene sitrin, altın topaz, amber, kaplan gözü, altın. Yiyecekleri; yiyeceklerine geçmiyorum, çünkü diğerlerinde atladım, ama özellikle sarı sebze meyveler nişastalı yiyeceklerdir. Doğru çalıştığı zaman kişinin kişisel gücünü, otoritesini, enerjisini, gülüşünü hoşluk içinde yaratan bir enerji merkezi. Negatif çalıştığı zaman, sindirebileceğinden fazla yer insan, hazımsızlık problemleri olur, kızgınlık, korku ve nefret yaşar.
Bu bir amber; içindeki küçücük sinekçiği görüyorsunuz değil mi? Eskiler amber tespihleri boşuna kullanmamışlar. Aslında amber organik bir madde, milyonlarca yıllık reçineleşmiş çam ağacı öz suyu ve negatif elektriği toplamakta üstüne olmayan bir değerli organik madde. Aynı zamanda boğaz bölgesine kullanıldığı zaman triod problemlerinde, bronşitte ve alerjide de bize yardımcı olabiliyor.
Erzurum Oltu taşı; o da gene amber gibi reçineleşmiş, fakat bu sefer ardıç ağacının katranı. Küçücük damarlar şeklinde çıkarılıyor, işleniyor biliyorsunuz, hafif yumuşak bir taş. Zeytinyağıyla parlatılır. Pek çoğunun büyüklerinde ya tespihi vardır ya kolyesi ya yüzüğü vardır. Bizim değerli, emektar ocaklarımızda işçilerimizin çıkardığı bir taş.
Bu bir çöl gülü. Kariyeri artırdığına inanılır, görüntüsü de çok güzel. Keşke olanak olsa hepsinden burada örnek gösterebilseydim...
Evet, bu tabi tam roz şeklinde değil, bir rozun birkaç petalini görmüyoruz burada.
Geldik en önemli çarklarımızdan birisine; yeşil renkli kalp çarkımız. Kalbimizle, dolaşım sistemimizle, akciğerlerimizle bağışıklıkla ilgili, timus bezimizle ilgili bir enerji merkezimiz. Taşlarının arasında yeşim, krizoprak, zümrüt, malaşit, pembe kuars var.
Kalp çarkımız eğer düzgün çalışıyorsa, biz koşulsuz tanrısal sevgi ve bağışlayıcılık içerisinde oluruz; merhametli oluruz, anlayışlı oluruz. Ama, olumsuz çalıştığı zaman sevgimizi, aşkımızı bastırırız, yaşamayız onu. Duygusal düzensizlikler yaşarız, dengeden çıkarız, hatta kalp ve dolaşım problemleri bile yaşarız.
Bu gördüğünüz yine bir yeşim. Yeşimin bizim Türk folklorunda da önemli bir yeri var. Türk’lerin Orta Asya’dan göç etmesinin nedeni efsanelerde şöyle anlatılır: Yuluğ Tigin, Tang hanedanından prenses Keliyen’i kendisine eş olarak alır. Orada da, Türk’lerin vatanında “Kut Dağı” denen, çok büyük, yeşim taşından olduğu düşünülen bir kutsal kaya parçası vardır. Çin’liler de “Çok değerli bir mücevher aldım, Prenses Keliyen’i aldım, sen de bize bu Kut Dağı’nı ver” derler. Bilmez Yuluğ Tigin önemini; halbuki o, bolluğun, bereketin ve ulusu bir arada tutmanın bir anlamda sembolüdür. Etrafında o kayanın odun ateşleri yakılır, sirkeler dökülür, o taş parçalanır, Çin’liler arabalarla ülkelerine taşırlar ve işte ondan sonra dağlar, taşlar, kuşlar, böcekler “göç, göç” diye haykırmaya başlarlar. Zaten yeşim “şimşek, yak, kehanet” demek. Eski kitaplara bakarsanız, Kutatgu Bilik’te bile var, bu taşın, o zamanki Şamanlarca yağmur yağdırmakta kullanıldığı söylenir.
Bu bir malahit, ";;böbrek taşı” da denir buna. Ağrıları gidermek amacıyla kullanılabilir. Ağrıyan bölgenin üzerinde tutulabilir, karın ağrısı, adale kasılması, romatizmada kamburlanmış olanlarına bandaj içerisinde kullanabilirsiniz. Daha çabuk iyileşmeye yardımcı olduğunu ben hastalarımda deneyimledim. Fakat çok enteresan bir şekilde, pırıl pırıl oraya koyduğunuz mahalit matlaşıyor sonunda. Demek ki bir şekilde enerjisini veriyor. Duygusal kişilere çok hassas dönemlerinde önermiyoruz, çünkü bastırılmış duyguları birden açığa çıkarabilir.
Kalp çarkı deyince Hazreti Mevlana’dan bahsetmeden olur mu?
Baharlarda taş yeşerir mi hiç?
Sen de toprak ol da senden renk renk güller bitsin.
Yıllardır gönüller tırmalayan taş oldun,
Denemek için bir zamancağız da toprak kesil.
Spinallayt, Bodrum’un dağlarında taşlarında, böyle çok parlak kırmızı değil ama, daha koyu siyaha yakın renkleri ayaklarınızın altındadır, gemologlar bilirler. Libidoyu güçlendiren, adet sancılarını hafifleten bir taş. Enerji ve dinginlik verir, kısırlık tedavisinde folklörde kullanılan bir taştır.
Geldik boğaz enerji merkezimize; kendimizi ifade etmekle ilgili olan çarkımız. Rengi, şu gördüğünüz tatlı mavi. Taşlarından birisi şu gördüğünüz güzel akuamarin.
Boğaz çarkında dengesizlik olanlar kendilerini iyi ifade edemezler; iyi ifade edemedikleri için, söylemek istediklerini söyleyemedikleri için de hep burada bir yumru, takıntı hissi hissederler. Tıpta aslında buna gulomus histerikus deniyor, bu boğaz enerji merkezinin blokajıdır.Gerçek iletişim için bu enerji merkezimizin düzgün çalışması gerekir. Dediğim gibi, negatif çalıştığı zaman depresyondan tiroit problemlerine kadar görebiliriz.
Geldik alın çarkımıza; üçüncü göz de deniyor biliyorsunuz. Bizim farkındalıkla ilgili enerji merkezimiz. En güzel taşlarından birisi lapis. Olumlu çalıştığı zaman ruhsal bedenimizin farkında oluruz; öngörümüz, iç görümüz, imajinasyonumuz, konulara odaklanmamız hepsi yolundadır. Olumsuz çalıştığı zaman bir türlü bir şeylere konsantre olamayız, korkarız, alaycı oluruz. “Kinizm” alaycı demek, menfi demek. Baş ağrıları, göz problemleri, hatta kötü rüyalarla savaşırız.
Lapis ve turkuaz, eski çağda hemen bütün kültürlerde çok kullanılmış taşlardan. Tutankamon’un maskında gördüğünüz lapis, yan tarafta gördüğünüz bir İnka güneş kursu. Orada da turkuaz kullanılmış. Ortadaki de bir yakut. Onlar bu taşın, öldükten sonra daha üst düzeydeki varlıklarla iyi iletişim kurabilmek için kullanmışlar. Üst düzeydeki varlıklarla ne kadar iletişim kurduklarını bilemiyoruz; fakat, hala Mısır medeniyetinin ve İnka medeniyetinin gizemlerini bugünkü teknoloji ile çözemiyoruz.
Lapisten zaten bahsettim, kemikleri güçlendirdiğine de inanılır. Bu nedenle Kızılderililer , ok gelse de kemiklerimiz kırılmaz diye turkuaz ve lapisi o göğüslüklerinde kemiklerle beraber çok kullanmışlardır.
Tepe, taç çarkımıza geldik. Şu gördüğünüz güzel eflatun, mor renk. Nasıl kök çarkımız bizi toprak anayla bağlıyordu, bu çarkımız da bizi evrenle, uzayla, tanrısal güçlerle bağlar.
Ametist; üst benliğimizin insan kişiliğimizle bütünleşmesi. Yani, kaba titreşimlerden başlayıp yukarı doğru daha ince ve daha gizli titreşimlerle gider bu mekanizma.
";Ben"; olmadan hizmet, ";ben"; demeden konuşabilmek ne kadar zor. Önünüzdeki hafta hiç “ben” demeden cümleler kurmayı deneyin. Ben denedim çok zor oluyor, bakın yine ben dedim. Gelelim kuarsa; bütün bu taşların anası babası. Zaten “kristallos” eski Yunancada donmuş ışık demek. Ametist, sitrin, bunların hepsi farklı ısılarda farklı basınçlarda gene kuars ailesinden gelen taşlar. Kuars, negatif özellikleri, etraftaki negatif enerjiyi toplamasıyla bilinen bir taş, beyin fonksiyonlarını uyaran bir taş. Benim önerim, çalışma odalarınızda bir kuars ve bir ametisti beraber bulundurmak. Yani şöyle şu parçalar, belki biraz daha küçük olabilir; çünkü ikisinin birbirini arındırması da mümkün, ayrıca arındırma işlemi yapmazsınız. Hatta yakında bir proje var, Princeston Üniversitesi yürütüyor; cep telefonlarının elektromanyetik enerjisinden korunmak için, yüzde 85’i kuars olan İznik çinilerinden minik plakalar koymayı düşünüyorlar.
Taşlar dünyasının çiçekleri... O kadar güzel ki, şu doğanın heykeltraşlığına bakın. Pembe kuars da yine kalp bölgenizle ilgili ve bizim kendimizle barışmamızı sağlayan bir taş.
Yurt dışında taşlarla ilgili çok sofistike aletler de yapmışlar. Belli dalga boylarında ışığı, gerçek yakutların, gerçek elmasların, gerçek zümrütlerin arkasından vererek, kimisinin gördüğünüz gibi soğutucu, kimisinin ısıtıcı, kimisinin antiseptik özelliklerini kullanıyorlar. Meselâ yakut, sıcak ve ısıtıcı, kurutucu; zümrüt soğuk ve birleştirici. Mesela ne diyeceğiz o zaman? Tansiyonu olana yakutu önerecek miyiz? Önermeyeceğiz, zümrüdü önereceğiz.
Bu bir enerji terapisi sırasında telian fotoğrafıyla çekilmiş, şifacının enerji hareketini gösteriyor. Bu bir lahana yaprağı. Bu lahana yaprağının ortasında bakın bir delik var, lahana yaprağı onu demarke etmiş, sınırlamış bütün hepsi çürümesin diye. İşte aynı şekilde kanserde ve kronik hastalıklarda, siz de içsel şifa gücünüzü kullanırsanız hastalığınızı sınırlayabilirsiniz. Lahana yaprağı kadar olamaz mıyız?.. Oluruz.
Bu da gene elektron mikroskobuyla çekilmiş sıvı kristalize insan DNA’sı. Bakın taşlar, DNA’mız, o renkler hepsi birbirine ne kadar yakın değil mi?
Nazım Hikmet’le bitireceğim, ondan sonra size kısacık bir gökkuşağı meditasyonu yaptırmak istiyorum
Paydos, diyecek bize bir gün tabiat anamız,
Gülmek, ağlamak bitti çocuğum,
Ve tekrar uçsuz bucaksız başlayacak,
Görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat.
Meditasyon yapıyor muyuz?
Rahat olalım,
Maestro, müzik...
Bu ışıkları kapatabilir miyiz? Güzel.
Kök çarkımızla başlıyoruz.
Rahat nefes alıp veriyoruz. Gökkuşağı meditasyonu yapıyoruz. Yağmurdan sonra pırıl pırıl güneş açmış, gökyüzünde güzel bir gökkuşağı var, siz harika bir ormanın kenarında oturuyorsunuz. İlk önce bu güçlü kırmızı rengin kasık bölgenizden bedeninize girdiğini, sizi güçlendirdiğini, rahminizi, mesanenizi, erkekseniz er bezlerinizi, hepsini bu kırmızı güçlü enerjinin yıkadığını hissedin.
Göbek bölgemize geldik. Ellerinizi arzu ederseniz göbeklerinize koyabilirsiniz. Hepimizin içinde o şifa gücü var. Bu güzel portakal rengi, oranj rengin bedeninize önden arkaya girdiğini, bağırsaklarınızı, böbreklerinizi, böbrek üstü bezlerinizi şifasıyla yıkadığını hissedin.
Mide bölgemize geldik. Parlak sarı, güneş ışığı renginde güçlü bir ışık midemizi, karaciğerimizi, safra kesemizi, pankreasımızı, dalağımızı, hepsini enerjisiyle dolduruyor. Yediklerimizden daha güzel yararlanıyoruz, daha güzel özümsüyoruz.
Lütfen, özellikle sağ ellerinizi kalbinize koyun. Kalbinize yeşilli pembeli güçlü ışıkların göğüs kafesinizden girdiğini hissedin. Şu anda yalnız değilsiniz, bu boyutta olmayan sevdikleriniz de sizinle. Onlarla düşünce anlamında beraber olabilirsiniz. Kalbiniz her pompalayışında bu güzel enerjiyi en uç hücrelerinize kadar pompalasın; güçlü bir şekilde dolaşım sistemi ritmik bir şekilde çalışsın.
Ellerimiz boğazımızda. Boğazımızdan giren bu mavi renkte ışık kendimizi ifade etmemizi kolaylaştırıyor. Söylemek istediklerimiz karşımızdakini kırmayacak kelimelerle ağzımızdan dökülüyor, iletişimle ilgili problem yaşamıyoruz.
İki kaşımızın arasından güçlü lacivert bir ışık burgu gibi kafatasımızın içine giriyor ve dağılıyor. Beyin kıvrımlarımızın arasında, kafa çiklerimizin arasında, gözlerimizin arkasında dolaşıyor. O kadar çok kapaklarını kapattığınız çöp kutularınız var ki, onları lütfen boşaltın. Düşünmeniz gerekenleri düşünün, kafanızdan atın. Uykuyla ilgili bir problem yaşamayın, konsantrasyonunuz eskisinden çok daha iyi olsun.
Başımızın üstünde güzel mor renkli bir ışığın tepeden aşağıya, ayak parmak uçlarımıza kadar bütün bedenimizi sararak indiğini hissedelim. Bu mor renkli ışık bizim koruyucu enerji bedenimiz olsun ve kendimizi Tanrıya daha yakın, yaşamımızı daha anlamlı hissedelim.
Rahat nefes alıp verelim, rahat, rahat rahat.
Tekrar salonumuza yavaş yavaş geri dönelim, rahat bir şekilde gözlerinizi açın. Kendinizi mutlu, huzurlu, yenilenmiş, sanki banyodan çıkmış, bir bebekken annenizin yumuşacık, mis kokulu havlulara sarmış gibi huzurlu hissedin.
Alıntıdır....