Büyüklerimizden çokça duymuşuzdur, “Evladım yapma” sözünü. Nede çekicidir bu söylem, sanki yasaklanan, yapılması istenmeyen illa yapılmalıdır. En kısa zamanda yapabilmenin yöntemleri aranır ve istenen, istenmeyen yapılır. Yapma, kelimesi bir emir kipiyle başlar yap. Beynimiz bunu önceleyip, “yap ama” diye algılar ve kaçınılmazla karşılaşılır.
Yasaklanan birçok şey, merak uyandırır. Sonuç ne getirecekse getirsin, istenen bir şekilde yapılmalıdır. Havva’nın yasak meyveyi Âdem’e yedirmesi gibi, ya kendimiz yaparız ya da birilerini alet ederiz. “Dedeciğim annem bana şeker vermiyor” diyen torun, iki arada bir derede şekeri kapacaktır. İstenipte yapılamayan şeyler, kafamızın içinde kendilerine yer bulurlar. Unutulur bir süre, aralarda bir bahaneyle hatırlatır kendini bekliyorum gibisinden, uygun zemin ve zaman gelene kadar kemirir durur. Sonunda; önce kemirgenden kurtulmanın, “yaptım işte” nin rahatlatması ardından gerçekle yüzleşme. Bunu deneyimlemeyenimiz yoktur. Söz dinlemezlik, inatçılık dense değil, ego tatmini desem değil, biraz ondan biraz bundan derken, bunun adı özgürlük. Özgürce yapabilme gücü.
br />p class="MsoNormal" style="margin-top: 0px; margin-bottom: 10px;">Biri diğerinin nedeni olan iki şey arasındaki ilişkiye, felsefede nedensellik ilkesi denir. Her şeyin bir nedeni vardır, aynı koşullar altında aynı nedenler aynı şeyleri doğurur. Bilimde kullanılan nedensellik ilkesine göre ise, zaman açısından neden sonuçtan önce gelir. Önce üniversiteye girilip ardından sınavı yapılmaz. Diploma aldıktan sonra okula başlanmaz, etki olmadan tepki olmaz gibi örnekler çoğaltılabilir. Nedensellik ilkelerini, görelilik kuramıyla birlikte kullandığımızda, özgürlük ve zorunluluk arasındaki çatışmayı anlayabiliriz. br />p class="MsoNormal" style="margin-top: 0px; margin-bottom: 10px;">Kuram olarak görelilik, ilk olarak Galileo Galilei’nin hızla ilgili çalışmalarında ortaya çıkmıştır. Yaptığı rivayet edilen bir deneyde, Piza kulesinden aşağı attığı bir taşın düşüşüyle sonuca varmıştır. Dünya’nın da hareket ettiği göz önüne alındığında, Piza kulesi ve yer de büyük bir hızla hareket etmektedir. Dünya’nın, Güneş’e göre saniyede 30km hızla gittiği ve bunun ses hızından daha büyük olduğu düşünüldüğünde, kuledeki Galileo ve elindeki taş da aynı hızla, aynı yöne hareket etmektedir. Bu bağlamda, taşı kuleden serbest bıraktığında, taş kuleye göre bırakıldığı noktanın altına düşecektir ki böylece Galileo, sabit hızla gidenle, sabit duran aynı fiziksel yasaları kullanmalıdır sonucunu çıkarmıştır. Bu anlayış Newton fiziğindeki formülerle desteklenmektedir. Sabit duruş ve sabit hız dışarıdan üçüncü bir gözlemciye göre tanımlanmak istendiğinde ortalık biraz karışır gibi olur. 1905 yılında Albert Einstein, Özel görelilik kuramında, hareketli cisimlerin elektrodinamiğini açıklayan makalelerinin beşincisinde, bir cismin atıldığı enerji ile bağıntısını ortaya çıkarmıştır. Bizim gözlemlediğimiz hızlar mutlak değildir ancak gözlemciye göre tanımlanır. Özel görelilik kuramı, iki kabullenenim üzerine kurulmuştur. Işığın hızı, bütün eylemsiz referans sistemlerinde aynı ve sabittir. Fizik yasaları evrenin her yerinde ve bütün eylemsiz referans sistemlerinde aynı şekilde işler. Özel görelilik bir çok öngörülerde de bulunmuştur ancak aklımıza, mantığımıza ve sağ duyumuza aykırı bir evren tanımladığından çürütülmesi için deneyler devam etmektedir. br />p class="MsoNormal" style="margin-top: 0px; margin-bottom: 10px;">Bilimsel çıkarım, ışığın peşinden ne kadar hızlı gidersek gidelim o bizden aynı hızla uzaklaşırdır ama Güneş’e göre Dünya zaten ışık hızında hareket etmektedir. Işık hızında hareket eden bedenlerimiz olasılığından daha önemlisi ışıktan da hızlı düşüncelerimiz olmasıdır. br />p class="MsoNormal" style="margin-top: 0px; margin-bottom: 10px;">Yapma söylemi, sonuca ulaştıracak eylemi düşüncede oluşturmuştur. Neden sonuç ilişkisinde, daha önce denenmişin tekrarlanmasının yararsızlığı öne sürülemez, Galileo’nun taşı, Newton’un elması, Einstein’ının görelilikleri ayrı zamanlarda tekrarların değerlendirilmeleriyle günümüz kuramlarını oluşturmuştur. Yapma, zarar görebilirliği işaret ediyorsa, ki çoğu zaman böyledir, burada inanç ve özgürlük öne çıkar. İnançlar bir yere kadar engelleyici olur. Kişiye duyulan güven, dini inançlar, kültürel ve sosyal mekanizmalar isteğin eylemleşmesini durdurabilir. İş özgürlüğe dayandığında, hiçbir engel tanımlanamaz. Özgürce yapabilme gücü ve gerçekleştirme bütün sınırların, sınırlamaların yok sayılmasını getirir. Yok, sayılan şey gerçekten yok mudur? İşte bütün mesele bunda başlar. Siyasal ve toplumsal alanlarda özgürlük kavramı karmaşık olduğu kadar çok anlamlıdır ve bir takım tartışmaları da beraberinde getirir. En genel haliyle özgürlük, bağlı ve bağımlı olmama, engellenmemiş olma halini dile getirebilmektir. İnsanın kendi kararlarını, kendi istemine ve düşüncelerine göre belirleyebilmesi ve kendi iradesiyle yapabilmesi kişisel özgürlüktür. Özgürlük diye kabul edilen her şey, her birey için eştir. Sorunların temeli, özgürlükleri uygulama ve kullanımdaki eşitsizliklerdir.
Büyüklerimizden çokça duymuşuzdur, “Evladım yapma” sözünü. Nede çekicidir bu söylem, sanki yasaklanan, yapılması istenmeyen illa yapılmalıdır. En kısa zamanda yapabilmenin yöntemleri aranır ve istenen, istenmeyen yapılır. Yapma, kelimesi bir emir kipiyle başlar yap. Beynimiz bunu önceleyip, “yap ama” diye algılar ve kaçınılmazla karşılaşılır.
Yasaklanan birçok şey, merak uyandırır. Sonuç ne getirecekse getirsin, istenen bir şekilde yapılmalıdır. Havva’nın yasak meyveyi Âdem’e yedirmesi gibi, ya kendimiz yaparız ya da birilerini alet ederiz. “Dedeciğim annem bana şeker vermiyor” diyen torun, iki arada bir derede şekeri kapacaktır. İstenipte yapılamayan şeyler, kafamızın içinde kendilerine yer bulurlar. Unutulur bir süre, aralarda bir bahaneyle hatırlatır kendini bekliyorum gibisinden, uygun zemin ve zaman gelene kadar kemirir durur. Sonunda; önce kemirgenden kurtulmanın, “yaptım işte” nin rahatlatması ardından gerçekle yüzleşme. Bunu deneyimlemeyenimiz yoktur. Söz dinlemezlik, inatçılık dense değil, ego tatmini desem değil, biraz ondan biraz bundan derken, bunun adı özgürlük. Özgürce yapabilme gücü.
br />p class="MsoNormal" style="margin-top: 0px; margin-bottom: 10px;">Biri diğerinin nedeni olan iki şey arasındaki ilişkiye, felsefede nedensellik ilkesi denir. Her şeyin bir nedeni vardır, aynı koşullar altında aynı nedenler aynı şeyleri doğurur. Bilimde kullanılan nedensellik ilkesine göre ise, zaman açısından neden sonuçtan önce gelir. Önce üniversiteye girilip ardından sınavı yapılmaz. Diploma aldıktan sonra okula başlanmaz, etki olmadan tepki olmaz gibi örnekler çoğaltılabilir. Nedensellik ilkelerini, görelilik kuramıyla birlikte kullandığımızda, özgürlük ve zorunluluk arasındaki çatışmayı anlayabiliriz.
br />p class="MsoNormal" style="margin-top: 0px; margin-bottom: 10px;">Kuram olarak görelilik, ilk olarak Galileo Galilei’nin hızla ilgili çalışmalarında ortaya çıkmıştır. Yaptığı rivayet edilen bir deneyde, Piza kulesinden aşağı attığı bir taşın düşüşüyle sonuca varmıştır. Dünya’nın da hareket ettiği göz önüne alındığında, Piza kulesi ve yer de büyük bir hızla hareket etmektedir. Dünya’nın, Güneş’e göre saniyede 30km hızla gittiği ve bunun ses hızından daha büyük olduğu düşünüldüğünde, kuledeki Galileo ve elindeki taş da aynı hızla, aynı yöne hareket etmektedir. Bu bağlamda, taşı kuleden serbest bıraktığında, taş kuleye göre bırakıldığı noktanın altına düşecektir ki böylece Galileo, sabit hızla gidenle, sabit duran aynı fiziksel yasaları kullanmalıdır sonucunu çıkarmıştır. Bu anlayış Newton fiziğindeki formülerle desteklenmektedir. Sabit duruş ve sabit hız dışarıdan üçüncü bir gözlemciye göre tanımlanmak istendiğinde ortalık biraz karışır gibi olur. 1905 yılında Albert Einstein, Özel görelilik kuramında, hareketli cisimlerin elektrodinamiğini açıklayan makalelerinin beşincisinde, bir cismin atıldığı enerji ile bağıntısını ortaya çıkarmıştır. Bizim gözlemlediğimiz hızlar mutlak değildir ancak gözlemciye göre tanımlanır. Özel görelilik kuramı, iki kabullenenim üzerine kurulmuştur. Işığın hızı, bütün eylemsiz referans sistemlerinde aynı ve sabittir. Fizik yasaları evrenin her yerinde ve bütün eylemsiz referans sistemlerinde aynı şekilde işler. Özel görelilik bir çok öngörülerde de bulunmuştur ancak aklımıza, mantığımıza ve sağ duyumuza aykırı bir evren tanımladığından çürütülmesi için deneyler devam etmektedir.
br />p class="MsoNormal" style="margin-top: 0px; margin-bottom: 10px;">Bilimsel çıkarım, ışığın peşinden ne kadar hızlı gidersek gidelim o bizden aynı hızla uzaklaşırdır ama Güneş’e göre Dünya zaten ışık hızında hareket etmektedir. Işık hızında hareket eden bedenlerimiz olasılığından daha önemlisi ışıktan da hızlı düşüncelerimiz olmasıdır.
br />p class="MsoNormal" style="margin-top: 0px; margin-bottom: 10px;">Yapma söylemi, sonuca ulaştıracak eylemi düşüncede oluşturmuştur. Neden sonuç ilişkisinde, daha önce denenmişin tekrarlanmasının yararsızlığı öne sürülemez, Galileo’nun taşı, Newton’un elması, Einstein’ının görelilikleri ayrı zamanlarda tekrarların değerlendirilmeleriyle günümüz kuramlarını oluşturmuştur. Yapma, zarar görebilirliği işaret ediyorsa, ki çoğu zaman böyledir, burada inanç ve özgürlük öne çıkar. İnançlar bir yere kadar engelleyici olur. Kişiye duyulan güven, dini inançlar, kültürel ve sosyal mekanizmalar isteğin eylemleşmesini durdurabilir. İş özgürlüğe dayandığında, hiçbir engel tanımlanamaz. Özgürce yapabilme gücü ve gerçekleştirme bütün sınırların, sınırlamaların yok sayılmasını getirir. Yok, sayılan şey gerçekten yok mudur? İşte bütün mesele bunda başlar. Siyasal ve toplumsal alanlarda özgürlük kavramı karmaşık olduğu kadar çok anlamlıdır ve bir takım tartışmaları da beraberinde getirir. En genel haliyle özgürlük, bağlı ve bağımlı olmama, engellenmemiş olma halini dile getirebilmektir. İnsanın kendi kararlarını, kendi istemine ve düşüncelerine göre belirleyebilmesi ve kendi iradesiyle yapabilmesi kişisel özgürlüktür. Özgürlük diye kabul edilen her şey, her birey için eştir. Sorunların temeli, özgürlükleri uygulama ve kullanımdaki eşitsizliklerdir.