Related discussions

nills Discussion started by nills 14 years ago

    Bilim adamları “zaman” konusunda araştırmalarını sürdürüyorlar. Dünyaca ünlü fizikçiler yeni teoriler gerçekleştirirlerken, felsefi düzeyde de tartışmalar yapılıyor. Bu yazı, “zaman”ı fiziksel değil, düşünsel boyutuyla ele alıyor, değişik bir bakış açısı ortaya koyuyor.

           Zaman asla bizlerin düşündüğü gibi bir şey değildir. Çünkü bizim “zamanımız” bizlerin yani insanın algılama kapasitesinden doğan bir şekilde anlaşılmaktadır. Zaman insanın evreni algıladığı beş duyusunun eseri olan bir biçimde zihinlerimizde şekillenir. Gerçekte ise sınırı, sonu olmayan “evrensel tek bir an” mevcuttur ve bu “tek an”, değerlendiricinin algılama kapasitesinden doğan bir biçimde “zaman” şeklinde algılanır.

           Hologram tekniğinin izahı, “evren” ismiyle tanımlamaya çalıştığımız sınırsız ve sonsuz tek varlık, yani bütüne ait tüm bilginin hologramik bir biçimde her zerrede mevcut olduğunu anlamamızı kolaylaştırmıştır. Buna göre evrenin holografik yapısında, bizim gözlemlediğimiz evrenimizde olmuş ve olacak diye bildiğimiz her olay, her oluşum bilgi olarak yüklüdür. Ve yine evren içi olan her varlık, bu “holografik düzenlenmiş bilgi”yi kendi algılama kapasitesi ölçüsünde değerlendirir. Çünkü “evrensel tümel bilgi”nin bir sınırı ve dolayısıyla bir merkezi olmaması dolayısıyla algılamanın oluştuğu, ortaya çıktığı her noktada, algılayıcıya “bütüne ait tüm bilgi” açıktır. Ancak algılayıcı kendi algılama kapasitesince bu bilgiyi değerlendirebilir. Yani algılanan bilgi, tamamen algılayıcının algılama kapasitesinin bir eseridir. Zaten algılayıcının kendisi de oradaki bilginin de özden açığa çıkışından başka bir şey değildir.

           “Evrensel tek an”da evrene ait tüm oluşumların bilgi olarak mevcut olmasından dolayı, o boyutta her şey olmuş-bitmiş hükmündedir. Yani evrenimizde ortaya çıkacak her şey “evrensel tek an”ın kapsamında olup, bitmiştir. Ancak sınırlı algılama kapasitesine sahip birimler, “bütüne ait bu tüm bilgi”nin ancak kendi kapasiteleri el verdiği ölçüsünü değerlendirebilirler. O halde bizler, hologramik düzenlenmiş evrenin sadece içinde bulunduğumuz kesitine (boyutuna) ait bir bilgiyi algılamaktayız ki, bu da içinde bulunduğumuz “bizim evrenimiz”dir. Algılamakta olduğumuz tüm bu bilgi, -sınırsız bir yapıdan alınan kesitsel veriler- yani “bizim evrenimiz”, kendi kapasitemizden doğan bir biçimde duyularımız önüne serilmektedir.

           Böylece de holografik evreni kapsayan “tek kozmik an”ı, kendi kapasitemizden doğan bir biçimde yıllarla, aylarla vs. ifade edilen bir biçimde şekillendirmekteyiz. Eğer holografik evreni bir başka kesitinden algılıyor olursak (farklı bir kapasiteyle) “şu anda içinde bulunduğumuz zaman” o boyuta göre belki birkaç saniyelik bir değer ifade edecektir. Çünkü “bizim zamanımız”, holografik evrenin sadece belirli bir kesitidir ki, bu kesit belki de “kozmik tek an”a nispetle okyanusta bir damla bile değildir. Öyleyse “kozmik tek an”ı hangi boyutta şekillendiriyor isek, o boyuta ve algılama kapasitesine göre bir “zaman değerlendirişi” içinde oluruz. Başka bir haldeki “zaman algılayışımız” şimdikiyle hiç mi hiç bağdaşmayacaktır.

           Nitekim “bizim evrenimizin başlangıcı” diye kabul edilen big-bang anından şimdiye dek geçen zamanı kapsayan “kozmik yıla” nispetle bir insan ömrü 10 saliselik bir anlam ifade etmektedir. Eğer bilinç boyutunda, bizde bir üst boyuta bir sıçrama gerçekleşirse, yani o boyutun bilgileriyle rezonansa girebilirsek veya bir diğer ifadeyle o boyutun bilgileri bizde açığa çıkarsa, içinde bulunduğumuz “kendi evrenimiz boyutu” bir rüya misali değere sahip olacaktır. O halde, bizlerin olageldiğini gözlemlediği her şey, sınırsız tek holografik evrende mevcut bilginin kesitsel örnekleridir. Ve bizler, “tümel bilgi”nin bizde açığa çıkan boyutunu yaşadığımız zaman olarak kabul ediyor, buna göre de geriye kalanını değerlendiriyoruz.

           “Kozmik tek an”a göre ise her şey kendinde, hologramik düzenlenmiş bilgiden ibarettir, yani olmuş-bitmiştir. Çünkü her şey, O’nun bilgisinde mevcuttur. Bizler dahi, O’nun bilgisinde oluşmuş, yer alan birimsel görüntülerden başka bir şey değiliz. Fakat aynı zamanda sahip olduğumuz bilinç yönüyle “tümel bilgi” sınırsız bir biçimde bize açıktır. Bilinç boyutunda bizde oluşacak derinliğine bir sıçrama ile öz varlığımız, “evrensel öz”de mevcut tüm bilgiye vakıf olabilir. Yani “bütün” kendi bilgisini bizde seyretmekte olur ki, bu şu anda da böyledir ve gerçek budur. Çünkü o boyutta “tek bir an” ve “tek bir varlık” söz konusudur. Holografik evren ise tüm bunları ilminde oluşturan “Bilgi Sahibi”nin, diğer bir yönüyle “Sınırsız An”ın sahip olduğu ve kendinde ortaya çıkan özelliklerinin görünmesinden başka bir şey değildir.

           Acaba mistiklerin “bütün âlemlerin aslı hayaldir, çünkü her şey Allah’ın ilminde olmuş-bitmiştir şeklindeki ifadeleriyle kastettikleri “hologramik düzenlenmiş bilginin evrenleri” yani “varlığın gerçeği ve özü” müdür? Ve acaba, “tayyi mekan” ve “tayyi zaman” olayları, bu “hologramik bilgi”nin değişik boyutlarına bilinç sıçramalarıyla gerçekleştirilen mekan ve zaman seyahatleri midir?

           Eğer insanlık, “öz bilinci” tanımak suretiyle bir gün kendindeki “öz değerlere” erişebilirse, bu “holografik bilgi evreni”nde değişik zaman ve mekan boyutlarına bilinç sıçramalarıyla seyahatler gerçekleştirebilecek güce erişecektir. Bütün bu anlatılanlar gibi, soruların cevabı da gerçekte evrensel hologramik bilgide mevcuttur, ancak gerçeği tabiî ki bize, “zaman” gösterecektir.