Related discussions

burak Discussion started by burak 14 years ago

Fareler ve İnsanlar <!-- div.WebHelpPopupMenu { position:absolute; left:0px; top:0px; z-index:4; visibility:hidden; } -->

FARELER VE İNSANLAR

Uyanıklık hayata giden yoldur. Ahmak zaten ölüymüşçesine uyur ama usta uyanıktır ve sonsuza dek yaşar. O izler. O berraktır.

Ne mutlu ona! Uyanık olmanın hayat olduğunu gördüğü için.

Ne mutlu ona ki uyanmışların yolunu takip eder.

Mutluluk ve özgürlük arayışında büyük bir sebatla meditasyon yapar.

—Gautama Buda'nın "Dhammapada" isimli kitabından.

Etrafımızda olup bitenlere kesin bir dikkatsizlik gösterir halde yaşayıp gidiyoruz. Evet, bir şeyleri yapma konusunda oldukça yetkinleştik. Yapmakta olduğumuz şeyleri yapmakta o kadar yetkinleştik ki, onu yapmak için hiçbir farkındalığa ihtiyaç kalmadı. Mekanik, otomatik hale geldi. Robotlar gibi işliyoruz. Henüz insan olmadık; makineyiz.

George Gurdjieff'in tekrar tekrar söylediği de buydu: Var olduğu haliyle insan bir makinedir. O pek çok insanı rahatsız etti çünkü kimse bir makine olarak anılmak istemez. Makineler tanrılar olarak adlandırılmak isterler; o zaman çok mutlu hissederler, şişinirler. Gurdjieff insanları makineler olarak adlandırmıştı ve haklıydı da. Kendini izleyecek olursan ne kadar mekanik olarak davrandığını bileceksin.

Rus fizyolog Pavlov ve Amerikalı psikolog Skinner insanlar hakkında yüzde 99.9 oranında haklılar: Onlar insanın güzel bir makine olduğuna inanıyorlar, hepsi bu! Onun içinde ruh yok. Onlar yüzde 99.9 haklı diyorum; küçük bir marjla tutturamıyorlar sadece. Bu küçük marj Budalardır, uyanmış olanlardır. Ama onlar mazur görülebilir çünkü Pavlov hiçbir zaman bir Buda ile karşılaşmadı; o senin gibi milyonlarca insana rastladı.

Skinner insanlar ve fareler üzerinde çalışmıştır ve bir fark bulamamıştır. Fareler basit varlıklardır hepsi bu; insan biraz daha karmaşıktır. İnsan oldukça karmaşık bir makinedir, farelerse basit makinelerdir. Fareler üzerinde çalışmak daha kolaydır; o nedenle psikologlar sürekli fareler üzerinde çalışır. Fareler üzerinde çalışıp insan hakkında sonuçlara varırlar ve onların vardıkları sonuçlar neredeyse doğrudur. "Neredeyse" diyorum, dikkatini çekerim çünkü bu yüzde birin onda biri gerçekleşmiş olan en önemli olaydır. Bir Buda, bir İsa, bir Muhammed; bu az sayıdaki uyanmış insanlar gerçek insanlardır. Ama B.F. Skinner bir Budayı nerden bulsun? Amerika'da olmadığı kesin...

Adamın biri bir hahama sordu, "Neden İsa yirminci yüzyıl Amerika'sında doğmayı seçmedi?"

Haham omzunu silkti ve dedi ki, "Amerika'da mı? Bu mümkün olmazdı. Her şeyden önce bir bakireyi nerden bulacaksın? İkincisi, üç tane aklı başında adamı nereden bulacaksın?"

B.F.Skınner bir Buda'yı nereden bulsun? Hatta bir Buda'yı bulsa bile onun önceden belirlenmiş önyargıları, düşünceleri görmesini engelleyecekti. O farelerini görmeyi sürdürecekti. Farelerin anlayamadığı hiçbir şeyi anlayamaz o. Şimdi, fareler meditasyon yapmazlar, fareler aydınlanmazlar. Ve o insanı bir farenin büyütülmüş hali olarak tahayyül ediyor. Ve ben yine de onun insanlığın çok büyük bir kısmı hakkında haklı olduğunu söylüyorum; onun çıkarımları yanlış değil ve Budalar onunla sözde normal insanlar konusunda aynı fikirde olacaktır. Normal insanlık tamamen uykuda. Hayvanlar bile o kadar uykuda değil.

Hiç bir geyiği ormanda gördüğün oldu mu; öylesine tetikte görünür ki, öylesine dikkatli yürür ki? Hiç bir kuşu ağaçta otururken gördün mü; etrafında olup bitenleri öylesine zekice gözlemeye devam eder ki? Kuşa doğru yürürsün; izin verdiği belli bir alan vardır. Onun ötesine bir adım daha at ve uçup gider. Onun kendi alanıyla ilgili belli bir farkındalığı vardır. Şayet birisi bu alana girecek olursa tehlikelidir.

Etrafına bakacak olursan şaşıracaksın: İnsan yeryüzündeki en derin uykudaki hayvandır.

Kadının biri şık bir genelevin eşyalarının satıldığı bir müzayededen bir papağan satın alır ve kuşun kafesinin üzerini küfürbaz dilini unutacağını umut ederek iki hafta boyunca kapatır. Kafesin üzerindeki örtü sonunda kaldırıldığında papağan etrafa bakınır ve, "Aurrk! Yeni ev. Yeni madam" der. Kadının kızları odaya girdiğinde ekler, "Aurrk! Yeni kızlar."

Kocası akşam eve geldiğindeyse papağan der ki, "Aurrk! Aurrk! Hep aynı eski müşteriler!"

İnsan düşmüş bir haldedir. Aslında Hıristiyanların Adem'in düşüşü, kovulması meselinin anlamı budur. Neden Adem ve Havva cennetten kovuldular? Kovuldular çünkü bilgi meyvesini yediler. Kovuldular çünkü zihinlere dönüştüler ve bilinçlerini kaybettiler. Zihin haline gelirsen bilincini yitirirsin; zihin uykudur, zihin gürültüdür, zihin mekanikliktir. Zihin olursan bilinç kaybedersin.

Öyleyse yapılması gereken tüm şey tekrar bilinçli olmak ve zihni kaybetmektir. Sisteminde bilgi olarak topladığın şeyleri çöpe atmak zorundasın. Seni uykuda tutan şey bilgidir; dolayısıyla bir insan ne kadar çok bilgiliyse o kadar çok uykudadır.

Bu benim de gözlemlediğim şeydir. Masum köylüler profesörlerden ve tapınaklardaki punditlerden çok daha fazla uyanık ve tetiktedir. Punditler papağandan başka bir şey değillerdir; üniversitelerdeki akademisyenler kutsal inek pisliğinden başka bir şey değillerdir. Hiçbir anlamı olmayan gürültüyle dolu zihinler ve hiç bilinç yok.

Doğayla uğraşan insanlar —çiftçiler, bahçıvanlar, oduncular, marangozlar, boyacılar— üniversitelerdeki dekanlardan, rektör yardımcılarından, rektörlerden çok daha fazla uyanıktırlar. Çünkü doğayla uğraştığında, doğa uyanıktır. Ağaçlar uyanıktır; onların uyanık olma tarzları kesinlikle farklıdır ama onlar çok uyanıklardır.

Artık onların uyanıklıklarının bilimsel kanıtları da mevcuttur. Eğer bir ormancı ağacı kesme maksadıyla elinde baltasıyla gelecek olursa onun geldiğini gören tüm ağaçlar korkudan titrerler. Artık buna ilişkin bilimsel kanıtlar var; şiirsel bir şeyden bahsetmiyorum, bilimden söz ediyorum bunu söylerken. Artık ağacın mutlu mu, mutsuz mu; korkmuş mu, korkmamış mı; üzgün mü, sevinç içinde mi olduğunu ölçecek aygıtlar var. Ormancı geldiğinde onu gören tüm ağaçlar korkudan titremeye başlarlar. Ölümün yakınlarında olduğunun farkına varırlar. Ve henüz ormancı hiçbir ağacı kesmedi bile; sadece geliyor...

Ve çok, çok daha garip başka bir şey daha var; eğer bir ormancı bir ağaç kesme maksadı olmadan sadece oradan geçiyorsa hiçbir ağaç korkmaz. Aynı ormancı, aynı baltayı taşıyor. Görünen o ki adamın ağaçları kesme niyeti ağaçları etkilemekte. Bunun anlamı adamın niyetinin anlaşıldığıdır; titreşimlerin ağaçlar tarafından çözülebildiği anlamına geliyor bu.

Ve bir başka önemli olgu daha bilimsel olarak gözlemlenmiştir; ormana gidip bir hayvanı öldürürsen sadece hayvanlar alemi sarsılmaz, ağaçlar da sarsılır. Bir geyiği öldürürsen etraftaki tüm diğer geyikler katliamın titreşimlerini hisseder, üzülür; büyük bir korkuyla titremeye başlarlar. Aniden, belirli bir neden bile olmadan korkarlar. Geyiğin öldürüldüğünü görmemiş olabilirler ama bir şekilde, kolay anlaşılamayan bir yoldan; içgüdüsel olarak, sezgisel olarak etkilenirler. Fakat tek etkilenen geyikler değildir; ağaçlar etkilenir, papağanlar etkilenir, kaplanlar etkilenir, kartallar etkilenir, yeşilliklerin yaprakları etkilenir. Katliam olmuştur, yok etme gerçekleşmiştir, ölüm gerçekleşmiştir; etraftaki her şey etkilenir. Anlaşılan o ki, en fazla uykuya dalmış olan insandır...

Buda'nın sutralarının üzerinde derinlemesine düşünmek, özümsemek, izlemek gereklidir. Diyor ki:

Uyanıklık hayata giden yoldur.

Sadece farkında olduğun oranda canlısın. Yaşamla ölüm arasındaki ayrım farkındalıktır. Sadece nefes aldığın için canlı sayılmazsın, sadece kalbin attığı için canlı sayılmazsın. Hiç bilincin olmadan, fizyolojik olarak hastanede canlı tutulabilirsin. Kalbin atmaya devam edecek ve nefes alabileceksin. Mekanik ayarlamalarla nefes alma ve kalbin atması ve kanın dolaşımı anlamında yıllarca canlı tutulman mümkün olabilir. Artık dünyanın çeşitli yerlerindeki gelişmiş ülkelerde bitkisel olarak hayatına hastanelerde devam eden pek çok insan vardır çünkü gelişmiş teknoloji ölümünü sonsuza dek erteleyebilecek olanaklar yarattı; yıllar boyunca hayatta tutulabilirsin. Şayet bu yaşamaksa hayatta tutulabilirsin. Ama bu yaşamak falan değil. Bitkisel olarak yaşamak hayat değildir.

Budaların başka bir tanımlaması vardır. Onların tanımı bilinçliliği içerir. Onlar sadece nefes aldığın için senin yaşadığını söylemiyorlar, onlar sadece kan dolaşımın var diye senin yaşadığını söylemiyorlar; onlar eğer uyumuyorsan yaşadığını söylüyorlar. Öyleyse uyanmış olanlar haricinde hiç kimse gerçekten yaşamıyor. Sen cesetsin —yürüyen, konuşan, bir şeyler yapan— robotsun.

Uyanıklık hayata giden yoldur diyor Buda. Daha uyanık hale gel ve daha fazla canlanacaksın. Ve hayat Tanrıdır; başka bir Tanrı yoktur. Bu yüzden Buda hayat ve farkındalık hakkında konuşur. Hayat amaçtır ve onu elde etme tekniği, yöntemi de farkındalıktır.

Ahmak uyur...

Herkes uyur, yani herkes aptaldır. Hakarete uğramış hissetme. Gerçekler olduğu gibi ortaya konulmalıdır. Uykuda yaşıyorsun; o yüzden tökezliyorsun, yapmak istemediğin şeyleri yapıp duruyorsun. Yapmamaya karar verdiğin şeyleri yapıp duruyorsun. Doğru olmadığını bildiğin şeyleri yapmaya devam ediyorsun ve doğru olduğunu bildiğin şeyleri yapmıyorsun.

Bu nasıl mümkün olabilir? Neden dosdoğru yürüyemiyorsun? Neden sürekli yan yolların tuzağına düşüyorsun? Neden sürekli yanlış yola sapıyorsun?

Çok güzel sesi olan genç bir adamdan, bu gibi durumlarda hep utangaçlık yaşadığını söylemesine ve yalvarmasına rağmen bir törendeki gösteride oyunculuk yapması istenir. Çok basit olacağı ve sadece bir satır konuşacağı konusunda söz verilir: "Buraya bir öpücük almaya ve savaşa atılmaya geldim. Ahhh! Bir tüfeğin ateş ettiğini duyuyorum" deyip sahneden çıkacaktır.

Oyun oynanırken son anda giymek zorunda bırakıldığı üzerine yapışmış dapdar binici pantolonu yüzünden utana sıkıla sahneye çıkar ve artık bembeyaz elbisesiyle bahçedeki banka uzanmış kendisini bekleyen güzel kadın kahramanın önüne geldiğinde sinirleri iyice gerilir. Gırtlağını temizleyip, bağırarak der ki; "Paçanı öpmeye geldim —yok!— öpücük almak ve at arabasında osurmak —yani savaşa atılmak demek istiyorum! Ahhh! Fokurdayan bir çaydanlık duyuyorum —yok!— kıkırdayan bir çukur, zonklayan bir bok. Ohh, yarasaboku, fareboku, bok yağsın hepinizin üstüne! Bu lanet olası oyunda oynamayı zaten ta başından hiç istememiştim!"

Olan şey bu. Yaşamını izle; yaptığın her şey o kadar kafa karıştırıcı ki, kafanı karıştırıyor ki. Hiç netliğin yok, hiçbir algılaman yok. Uyanık halde değilsin. Göremezsin, duyamazsın; elbette ki duyabilecek kulakların var ama içerde onu anlayacak kimse yok. Kesinlikle gözlerin var ve görebilirsin ama içerde kimse mevcut değil. O yüzden gözlerin görmeye, kulakların duymaya devam ediyor ama hiçbir şey anlaşılmıyor. Ve her adımda tökezliyorsun, her adımınla yanlış bir şey yapıyorsun. Ve hâlâ farkında olduğuna inanmaya devam ediyorsun. .

Bu fikri tamamen bırak. Onu bırakmak çok büyük bir sıçramadır, çok büyük bir adımdır çünkü bir kez "Ben farkındayım" fikrini bırakırsan farkında olmak için araçlar ve yöntemler aramaya başlayacaksın. Bu durumda içinde yer etmesi gereken ilk şey uykuda, tamamen uykuda olduğundur.

 

Yazının devamı için tıklayınız :)