nills Discussion started by nills 14 years ago

   Red'in küçük kulübesine gece, diğer geceler gibi çök­müştü. Fakat havada, sanki bir şeyler olacakmışçasına garip bir durgunluk vardı. İhtiyar Pete, duvara dayalı piyanoda bir şeyler çalıyordu. Kuruması için rafın üzerine tersine dizilmiş ıslak kadehler, birbirlerine çarptıkça tıngırdı­yorlardı. Kulübenin arka tarafında akan Yukon Nehri'nden kuvvetli bir balık kokusu geli­yordu. Burası, geceleri birkaç tek atıp açık-saçık öyküler an­latan ve poker oynamasını se­ven kişilerin yeriydi, kısacası.

           Sahibi Red Murdock, ma­salardan birinde, Midget Mor­gan ve asık suratlı iki kişiyle pokere oturmuştu. Red, ellisinde olduğu halde kırkında gösteren iri yarı bir adamdı ve kızıl saçlıydı. Yüksek sesle ve çok ko­nuşur, bir o kadar da içerdi. Mid­get Morgan ise, tamamen farklı bir tipti. Kısa boylu oldukça iri bir başla sonlanıyordu. Sol gözünün üstünde, siyah bir band vardı. Yüzüne ilk bakıldığında, çökük elmacık kemikleri, insanı ürkütüyordu. Red, onu birkaç kuruş ödeyerek, ayak işlerini gördürmek için tutmuştu; fakat her gece pokerde, ona ödediği parayı geri alıyordu.

           Soğuk bir rüzgâr esti ve lambaların fitillerini titretti, Matt Anderson içeri girdiğinde. Sobanın çevresinde oturanlara katıldı. Matt'ın babası Pop, ka­sabanın yegâne bakkal dükkânı­na sahipti. Şu anda, herkesin merakla dinlediği bir öykü anlatıyordu.

           Matt, kadehinden yeterince­ iri bir yudum bira içmek için konuşmayı kesen ve sinirli ka­pıya bakan babasına sordu: 
           — N'oldu baba?
           — Bilmiyorum evlad, fa­kat içimde tuhaf bir duygu var... Sanki bir şeyler olacakmış gibi!
           Sobanın çevresindekiler, merakla ona döndüler.
           — Ben de niçin aynı duy­guyu duyuyorum? diye konuş­tu bir balıkçı.... Sanki bir şeyler olmasını ve bitmesini bekli­yorum! 
           Red, yüksek sesle küfrede­rek, onlardan yana baktı. Sar­hoşluktan kendisini iyiden iyiye kaybetmişti:
           — Yine neler atıyorsun, Pop? Yoksa anlattığın öyküler­den kendin de mi korkmaya başladın?
           Bir gurup adam güldü. Pop hemen öyküsünü bitirdi. Son­ra birden irkildi:
           — Şşşşşt... Kapıda bir şey var!

           Red kalktı ve kapıyı açtı. Küçük bir köpek içeri atladı, sobaya doğru koştu. 
           — Canı cehenneme! Bütün bunlar, sadece bir köpek için miydi?
           Pop, köpeğe baktı:
           — Bu enciği daha önce gören var mı?
           Pete, öteden seslendi:
           — Sanırım şu garip adamın köpeğidir. Neydi adı? Dr. Wayn­ne mi?
           — Hayır, dedi Matt, Onun köpeği yoktur! Bugün dükkâna geldi ve bir aylık yiyecek aldı.

           Bir kayık isteyip istemediğini sordum, reddetti. Sanırım bir münzevidir o. Burada bir-iki ay oturduğu halde, sadece yiye­cek için geliyor, kasabaya. Bir miktar da elektrik teli aldı. Bu çeşit teller ile ancak garip alet­ler yapıyordur; çünkü ne kayı­ğa ne de balık tutmaya yarar onlar. Grup doktor hakkında ken­di düşüncelerine dalarak, soba çevresinde sessizce oturdu. Matt yerinden kalktı ve ya­rı kambur durarak:
           — Yarın görüşürüz dostla­rım! dedi.
           Onu, gruptakilerin iyi ge­celer dilekleri izledi. Babası da onunla birlikte çıkmıştı. Dışar­da güzel bir kar yağıyordu.

           — Sabaha 20–25 santimi bu­lur! diye söylendi, yarın küçük bir av yapmak istiyorum, eğer dükkânda bana ihtiyacın yoksa, baba! İhtiyar Pete, bu sabah kulübe civarında bazı geyik iz­lerine rastlamış.
Dediğine bakı­lırsa iki veya üç düzine kadar­mış. Birkaç tane gürbüzünden avlayabilirsem...

           Köşeyi döndüklerinde, ka­ranlıkta evlerin slüetlerini se­çebildiler. Anderson'un evi, gelecek bloğun sonunda ve o mahallin en güzeliydi.

           Onlarla birlikte kulübeden çıkan köpek, sıçramaya başladı. Matt, onu yatıştırmakta güçlük çekiyordu, çünkü ele avuca sığ­mayacak kadar küçüktü. Hay­van yerde yuvarlanıyor ve hav­lıyordu. Matt'ın bacaklarına at­ladı, fakat adam onu itti. Kö­pek, evler ile iskele arasında koş­tu, geri döndü.
           — Ne oluyor oğlum? diye Matt, ona ciddi bir tavırla sor­du. Şu anda evine gitmek ve u­yumak istiyordu.
           — Burada garip bir şeyler dönüyor, Matt! dedi babası. Kendisiyle gitmemizi istiyor. Belki yaralı biri vardır. Tamam dostum, geliyoruz...
           Matt ve Pop izleyince, köpek çabucak geri döndü ve ke­sik kesik havlamaya başladı.
           — Bunu sevmedim! dedi Pop, Matt'a dönerek. Fakat sa­nırım, şuralara bir göz atsak iyi olacak!
           Köpeği izlediler ve küçük iskelenin üzerinde yatan adamı gördüler. Onu sırtüstü çevirin­ce, soluklarını tuttular.
           — Bu bizim dostumuz Dr. Waynne! Pop, kulübeye git ve yardım iste!

           Matt, doktorun yumruk gi­bi sıkılmış sol eline dikkat etti. Yumruğu açınca, üzeri garip semboller ve numaralar dolu, kalem biçiminde bir silindir bul­du. Bu, genç adama bir şey ifa­de etmemişti. Fakat binaların arasından gelen grubu fark edince, onu cebine indirdi. Doktor'a ne olduğu konusunda her kafa­dan bir ses çıkıyordu. Adamda herhangi bir yara yoktu.
           — Herhalde bir kalp krizi geçirmiştir! dedi biri.
           Hiç kimse farkında değildi, ama Matt, Midget Morgan ölü­nün vücudunu incelemeye başlayınca, bir gariplik sezdi; çünkü çok hiddetli görünüyordu. Cese­di, yarın sabaha kadar, Red'in kulübesinin arka tarafında tut­maya karar verdiler.

           Geceki deneyden sonra Matt, bu sabahki av gezisinin ölü doktorun evini ziyaret etme şansı sağlayacağını düşündü. Tüm olaylar, onu yerinde otu­ramaz yapmıştı. Hele Morgan'ın davranışını gördükten sonra, merakı büsbütün artmıştı. Evin girişi karmakarışıktı. Bunu her kim yaptıysa, bir şeyi telaş ve hırsla aramıştı. Odanın köşesinde üstü örtülmüş garip bir aygıt dikkatini çekti. Bir ta­kım kablolar, ondan her yana doğru uzanıyordu. Fakat yük­sek silindirik tübün üzerindeki benzersiz işaretler, dün doktorun sıkılmış avucunda bulduğu küçük silindirinkilerden başkay­dı. Onu cebinden çıkardı ve dik­katle inceledi.

           Masum görünüşüne rağmen, hafif bir titreşim duydu. Matt, onu yavaşça masanın kenarına bıraktı. Aygıt, sayısız parçalara ayrılmadan bir dakika kadar ön­ce, sızlanır gibi tekrar vınladı. Matt, bacaklarında garip bir tit­reşim duydu. Bu gittikçe çır­pınmaya dönüştü ve genç a­dam öldüğünü sandı. Dr. Vaynne de, ölümünden önce, aynı titreşimleri hissetmiş olma­lıydı.

           Matt, son derece yorgun bir tavırla masada duran hatıra defterini okumaya çalıştı. Şu garip olayların anahtarı, bu sayfalar içinde olmalıydı. Her­hangi bir işaret yoktu, sadece dünkü tarih yazılıydı: 7 Ocak 1952

           «Bugün deneyim sonuçlan­dı. Başka bir deyişle Bin Yıllık Bağ, nihayet kopacak ve bütün hayatım son bulacak... Zaman kaybetmeden silindire girme­ye...»

           Daha fazla yazılmamıştı, belli ki doktor çok acele etmişti. Matt defteri kapadı, sonra telaşla birkaç sayfa öncesini açtı. 7 Ağustos 1881, Brenwcht, Al­manya tarihini görünce, kirpik­lerini merakla kırpıştırdı. Baş­ka bir sayfa çevirdi: 9 Janus (ocak) 0984, Roma, İtalya. Fark­lı bir dilde yazıldığı halde, el yazısının aynı oluşu gerçeği gizleyemiyordu, hatıra aynı kişiye aitti!

           İmkânsız bir şeydi bu! Dr. Waynne, bin yaşından fazla ya­şamış olmalıydı... Bakışları bir şey yakaladı: İtalyanca olduğu halde, Matt, iki-üç kelime oku­yabilmişti. Kont Morgon, do­ğum 20 Janus (Ocak) 0997, Ro­ma, İtalya.

           Kapının dışından bir sürgü sesi duyunca, Matt, inanılmaz bir düşünceye kapılarak kapıya doğru koştu. Sırtı korkuyla ür­perdi, fakat yine de kendisini neyin hapsettiğini araştırmaya gayret ediyordu. Kar ayakkabı­larını silkelemeye çalıştı... bir­den soluğunu tuttu. Kendi elbi­selerden oluşmuş, aptalca bir yı­ğının altında, köpeğin ayakla­rındaki tozun aynı görünüyor­du.

           Elbiseler onlar-onlar-oh ha­yır! Fakat Matt, artık her şeyi anlamıştı! Hata yoktu! Midget Morgan, aynı düzenbazlığı yine­lemişti. Midget Morgan- yani 20 Ocak 0997 doğumlu Kont Mor­gon...