Uzun zamandan sonra ilk kez cebimde param varken ne zamandır almak istediğim ama bir türlü bulamadığım bir kitaba denk geldim. Romain Gary’nin Emile Ajar takma ismiyle yazdığı “Onca Yoksulluk Varken”, Agora Kitaplığı sayesinde Haziran 2009 baskısıyla yeniden raflardaydı. Olması gereken de buydu zaten. Daha önce de bahsettiğim gibi her yazarın sadece bir kez alabildiği Goncourt Akademisi Ödülü’nü ikinci kez, takma ismi (Emile Ajar) ile kazanmasını sağlayan bu kitabı herkes okumalıydı.
Sınav haftam boyunca süren bir flört dönemi yaşadık birlikte. Çünkü elime alır almaz tek gecelik bir ilişki gibi anında biteceğini biliyordum. Öyle de oldu zaten. Beni hiç yanıltmayan yazarlardan Romain Gary ne de olsa…
” ‘Sevdiğin yüzünden deli oldun’, dediler. ‘Yaşamın tadını yalnız deliler bilir’, dedim.” (Yafi)
Yafi’nin bu sözleriyle karşılıyor bizi Romain kitabın ilk sayfalarında. Kitaba başladığımızda ise bir zamanlar bizim de sahip olduğumuz ama gün geçtikçe yitirdiğimiz bir bakış açısıyla kitabı takip ettiğimizi fark ediyoruz. Bir çocuk gözüyle anlatılıyordu çünkü bu hikaye. Küçük Momo ve Madam Rosa’nın hikayesi…
Madam Rosa nazi baskısından kurtulabilmiş ender Yahudiler’dendir. Fransa’ya yerleşen, eski bir orospu olan Madam Rosa, orospuların çocuklarına bakmak için bir çeşit yetimhane açar ve geçimini buradan sağlar (Kitaptan anladığımız kadarıyla o dönem orospuların çocuk yetiştirme hakkı yokmuş). İşte Momo da bu çocuklardan birisidir. Bir Arap’tır Momo ve Madam Rosa onu söz verdiği gibi bir Müslüman olarak yetiştirmektedir.
Momo’nun eskiden halıcılıkla uğraşan Mösyö Hamil ile sohbetleri ve Madam Rosa ile olan diyaloglarından yaptığı çıkarımları izliyoruz hikaye devam ederken. Ve bize aslında çok ince mesajlar da veriyor bu gözlemler.
“Victor Hugo gibi bir herif olmak isterdim. Mösyö Hamil sözcüklerle, insan öldürmeden her şeyin yapılabileceğini söyler; zamanım olduğunda bir deneyeceğim. Bunun en güçlü şey olduğunu söyler Mösyö Hamil. Bana sorarsanız, eğer silahlı herifler varsa, çocukluklarında fark edilmedikleri içindir, hiç kimsenin gözüne çarpmamışlardır bir türlü.” diyor Momo.
Geçen zaman içinde Madam Rosa’nın gittikçe yaşlanması eşliğinde gelişir olaylar. Tek ailesi olan Madam Rosa olmadan ne yapacağını ve onu kaybetmekten ne kadar korktuğunu fark eder kendi kendine.
“Zamanın akışına bıraktım kendimi, yavaş yürüyen, Fransız olmayan zamanın akışına. Mösyö Hamil sık sık zamanın deve kervanlarıyla yavaş yavaş çölden geldiğini söylemişti bana, sonsuzluğu taşıdığı için hiç acele etmezdi. Bu anlatıldığında güzeldir de, her gün bir şeyleri elinden alınan yaşlı bir insanın yüzünde görünce daha başka türlüdür, bana soracak olursanız, zamanı asıl hırsızların orada aramak gerek.”
Bir yandan Madam Rosa’yla ilgili pasajlarda Nazi döneminin Yahudiler üzerinde bıraktığı etkileri, bir yandan da dönemin güç olguları dahil birçok şeyi Romain Gary kitaba kusursuz bir ahenkle yansıtmış.
“Madam Rosa yatağının altında Mösyö Hitler’in büyük bir portresini gizliyordu, mutsuz olup da hangi azizden medet umacağını şaşırdığında portreyi çıkarır, ona bakar, hemen kendini daha iyi hissederdi, ne de olsa büyük bir derdi eksilmiş olurdu.”
'“Dünyanın en güçlü şeyi polislerdir. Bir çocuğun babası polisse, ötekilerden iki kat daha fazla babası var gibidir.”
Madam Rosa iyice yaşlanmıştır. Artık bütün sorumluluk Momo’dadır. Diğer çocuklar ve Madam Rosa’ya o bakmaktadır. Doktor Katz Madam Rosa’nın bir hastaneye yatırılması gerektiğini söyler, ancak bu Madam Rosa’nın en son istediği şeylerdendir. Huzur içinde ölmek ister. Bunu bilen Momo, Madam Rosa’ya bir söz vermiştir. Ne olursa olsun onun bir hastaneye yatırılmasına izin vermeyecektir. Böylece Madam Rosa’nın kendine hazırladığı sığınakta ölüsüyle yaşamıştır günlerce Momo. Onları bulduklarında ise;
“Kokunun nereden geldiğini anlamak için kapıyı kırıp, beni Madam Rosa’nın yanına uzanmış gördüklerinde, ‘imdat!’ ve ‘ne feci şey!’ diye bağırmaya koyuldular. Ama daha önce bağırmayı akıl etmemişlerdi, yaşamın kokusu yoktur çünkü.”
Bu kitap giriş, gelişme ve sonuçtan ibaret bir hikaye barındırmıyor. Her pasaj bir hikaye burada. Her biri bir şeyleri gözümüze gözümüze sokuyor inatla. Asla, okunmadan tamamen anlaşılamayacak bir kitap.
Uzun zamandan sonra ilk kez cebimde param varken ne zamandır almak istediğim ama bir türlü bulamadığım bir kitaba denk geldim. Romain Gary’nin Emile Ajar takma ismiyle yazdığı “Onca Yoksulluk Varken”, Agora Kitaplığı sayesinde Haziran 2009 baskısıyla yeniden raflardaydı. Olması gereken de buydu zaten. Daha önce de bahsettiğim gibi her yazarın sadece bir kez alabildiği Goncourt Akademisi Ödülü’nü ikinci kez, takma ismi (Emile Ajar) ile kazanmasını sağlayan bu kitabı herkes okumalıydı.
Sınav haftam boyunca süren bir flört dönemi yaşadık birlikte. Çünkü elime alır almaz tek gecelik bir ilişki gibi anında biteceğini biliyordum. Öyle de oldu zaten. Beni hiç yanıltmayan yazarlardan Romain Gary ne de olsa…
” ‘Sevdiğin yüzünden deli oldun’, dediler.
‘Yaşamın tadını yalnız deliler bilir’, dedim.” (Yafi)
Yafi’nin bu sözleriyle karşılıyor bizi Romain kitabın ilk sayfalarında. Kitaba başladığımızda ise bir zamanlar bizim de sahip olduğumuz ama gün geçtikçe yitirdiğimiz bir bakış açısıyla kitabı takip ettiğimizi fark ediyoruz. Bir çocuk gözüyle anlatılıyordu çünkü bu hikaye. Küçük Momo ve Madam Rosa’nın hikayesi…
Madam Rosa nazi baskısından kurtulabilmiş ender Yahudiler’dendir. Fransa’ya yerleşen, eski bir orospu olan Madam Rosa, orospuların çocuklarına bakmak için bir çeşit yetimhane açar ve geçimini buradan sağlar (Kitaptan anladığımız kadarıyla o dönem orospuların çocuk yetiştirme hakkı yokmuş). İşte Momo da bu çocuklardan birisidir. Bir Arap’tır Momo ve Madam Rosa onu söz verdiği gibi bir Müslüman olarak yetiştirmektedir.
Momo’nun eskiden halıcılıkla uğraşan Mösyö Hamil ile sohbetleri ve Madam Rosa ile olan diyaloglarından yaptığı çıkarımları izliyoruz hikaye devam ederken. Ve bize aslında çok ince mesajlar da veriyor bu gözlemler.
“Victor Hugo gibi bir herif olmak isterdim. Mösyö Hamil sözcüklerle, insan öldürmeden her şeyin yapılabileceğini söyler; zamanım olduğunda bir deneyeceğim. Bunun en güçlü şey olduğunu söyler Mösyö Hamil. Bana sorarsanız, eğer silahlı herifler varsa, çocukluklarında fark edilmedikleri içindir, hiç kimsenin gözüne çarpmamışlardır bir türlü.” diyor Momo.
Geçen zaman içinde Madam Rosa’nın gittikçe yaşlanması eşliğinde gelişir olaylar. Tek ailesi olan Madam Rosa olmadan ne yapacağını ve onu kaybetmekten ne kadar korktuğunu fark eder kendi kendine.
“Zamanın akışına bıraktım kendimi, yavaş yürüyen, Fransız olmayan zamanın akışına. Mösyö Hamil sık sık zamanın deve kervanlarıyla yavaş yavaş çölden geldiğini söylemişti bana, sonsuzluğu taşıdığı için hiç acele etmezdi. Bu anlatıldığında güzeldir de, her gün bir şeyleri elinden alınan yaşlı bir insanın yüzünde görünce daha başka türlüdür, bana soracak olursanız, zamanı asıl hırsızların orada aramak gerek.”
Bir yandan Madam Rosa’yla ilgili pasajlarda Nazi döneminin Yahudiler üzerinde bıraktığı etkileri, bir yandan da dönemin güç olguları dahil birçok şeyi Romain Gary kitaba kusursuz bir ahenkle yansıtmış.
“Madam Rosa yatağının altında Mösyö Hitler’in büyük bir portresini gizliyordu, mutsuz olup da hangi azizden medet umacağını şaşırdığında portreyi çıkarır, ona bakar, hemen kendini daha iyi hissederdi, ne de olsa büyük bir derdi eksilmiş olurdu.”
'“Dünyanın en güçlü şeyi polislerdir. Bir çocuğun babası polisse, ötekilerden iki kat daha fazla babası var gibidir.”
Madam Rosa iyice yaşlanmıştır. Artık bütün sorumluluk Momo’dadır. Diğer çocuklar ve Madam Rosa’ya o bakmaktadır. Doktor Katz Madam Rosa’nın bir hastaneye yatırılması gerektiğini söyler, ancak bu Madam Rosa’nın en son istediği şeylerdendir. Huzur içinde ölmek ister. Bunu bilen Momo, Madam Rosa’ya bir söz vermiştir. Ne olursa olsun onun bir hastaneye yatırılmasına izin vermeyecektir. Böylece Madam Rosa’nın kendine hazırladığı sığınakta ölüsüyle yaşamıştır günlerce Momo. Onları bulduklarında ise;
“Kokunun nereden geldiğini anlamak için kapıyı kırıp, beni Madam Rosa’nın yanına uzanmış gördüklerinde, ‘imdat!’ ve ‘ne feci şey!’ diye bağırmaya koyuldular. Ama daha önce bağırmayı akıl etmemişlerdi, yaşamın kokusu yoktur çünkü.”
Bu kitap giriş, gelişme ve sonuçtan ibaret bir hikaye barındırmıyor. Her pasaj bir hikaye burada. Her biri bir şeyleri gözümüze gözümüze sokuyor inatla. Asla, okunmadan tamamen anlaşılamayacak bir kitap.