İnsan ve insanlık olarak, yeryüzünde yaptığımız tüm çalışmalar, insanlık realitesinin ve yaradılışın, kendini ifadesi ve bir bilinç genişlemesi ve açılımından öte bir şey değildir.
İnsan dünyaya geldiğinde, kendisine emaneten verilmiş olan bedeninin kullanım kılavuzu da, torpido gözüne konulmuş ve açılıp okunmayı beklemektedir. Bilimsel ve teknolojik düzeyde gelinen noktada, Human Genome adı verilen proje çerçevesinde, bu torpido gözleri (hücreler) açılmakta, bedenin kullanım kılavuzu okunmakta, DNA’larda yer alan bilgiler açığa çıkarılmakta ve bu bilgiler (kaş, göz, boy-pos, beden-tipi, dişi-erkek, burun, korkak, girişken, umarsız ve benzeri) klonlama, gen terapisi/değişikliği, kök hücre veya gelişkin hücreler kullanılarak bio-kimyasal yollarla değiştirilebilmektedir. Doktorların gen tedavisi ile DNA’da önceden programlanmış bedene, farklı davranmayı öğrettiği ve bağışıklık kazandırdıklarını biliyoruz. Ancak, bedenin klonlanması, varlığın klonlanması anlamına gelmiyor. Yani, fizik ölümsüzlük değildir yapılan, çünkü insan, klonlanabilen bedeni dışında, ruh, öz ve pek çok enerjik alanların etki ve karışımından ortaya çıkmaktadır. Bunların hepsi de, ruhsal idare mekanizması denilen, her bilenin üzerinde bir başka bilen vardır misali, bilinç katının izni ile olmaktadır.
Hür irade ve bağımsız karar verme yeteneğinin, serbest bırakıldığı dünyamızda, insanın doğduğu ortam (toplum inançları, eğitim yöntemleri, kadın/erkek ilişkileri ve anne babası yoluyla gelen geçmiş yaşam deneyimleri) kaderini ve aynı zamanda da karmik ilişkilerini ortaya çıkarmaktadır. Yaşamımızda başımıza gelen pek çok şey; bizden önce yaşananlar nedeniyle, insanlık, toplum ve ailemizde var olan ön yargı ve kalıpların sonucudur. Kader dediğimiz, tam da olmamız gereken yerde (biz hiç kimseye, kaldıramayacağı yük vermeyiz), inanç kalıplarının kırılması ve bunları ortaya çıkartan duygu ve düşünceleri fark ederek temizlenmesinden başka bir şey değildir.
Yaşamda; neden bazıları bebek iken ölür, neden bunca zalimlik veya neden bu şans dediğimiz pek çok olaya şahit oluyoruz: Şu anda yaşadığımız dünyada zıtlık yer alır. Her davranışın arkasında, itici güç olarak, bir duygu ve düşünce vardır. O duygu ve düşünceyi anladığımızda, eleştiri kalmaz, zıtlık veya dualite yok olur. Zıtlıklar insanın gelişimi ve kendi özündeki birliği, bütünlüğü bulması, anlaması için sunulan, varlığı yoklukla anlamamıza yarayan bir sistemin gereğidir. Zıtlıklar, bizlerin yapmakta olduğu içsel çalışmalarda, tetikleyici, bize aynalık yapan olaylardır.
Beden bir elbise ve ruhsal yapımız da bunda bir sürücü diye düşünürsek, ruhsal varlığımız, mevcut ve geçmiş yaşam deneyimlerinin ışığı altında, bedeni kullanarak, çevresini algılamaktadır. Beş duyumuzla algıladıklarımızı, tecrübelerimiz ve ruhsal varlığımız olarak bedende barındırmaktayız (o gün diliniz susacak ve derileriniz konuşacak denilen budur). Kader dediğimiz, tam da olmamız gereken yerde (biz hiç kimseye, kaldıramayacağı yük vermeyiz), inanç kalıplarının kırılması ve bunları ortaya çıkartan duygu ve düşünceleri fark ederek temizlenmesinden başka bir şey değildir demiştik az önce. Bu ön yargılardan sıyrılmak önce bizi o davranışa götüren, algı, duygu ve düşünceleri farketmek ile olur. Buna da, olayların içinde oyuncu değil, seyirci ve hatta oyun yazarı olmak diyoruz. Kimileri buna, www.kosulsuz-sevgi.com kimileri de www.jeshua.net demişler, isminin ve açıklamaya çalışanın renklerinin, ne önemi var. Özde yapılan, kendini bilme çalışmaları ve birlik bilincine erişmek, gönüllerde yaşamaya çalışmaktır.
İnsan dediğimiz varlık, gerçekten de kavraması oldukça zor ve bir o kadar da kolay bir yapıdadır. Hayatı farkındalık içinde yaşamak, kendimizde bilinçli değişim ve dönüşüm yaratmamızı mümkün kılar. Algılarımız, düşünce ile programlanabilmekte ve içsel çalışmalarda derinleşmek isteyenlere değişik kapıları açmaktadırlar.
İnsanın, kendini bilme çalışmaları, içsel ve farkındalık olarak, yaşam kılavuzunu (DNA) okumaktan ve kullanmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Bu kullanım kılavuzu çerçevesinde beden, genelde kendi kendine çalışır, oysa bilinç, sürekli tercihler ve istek ile yeniden programlanabilir. Halden hale geçmek, tasavvuftaki 4 kapı ve 40 makam, Reiki’de 1-2-3 dereceler ve diğerleri; hepsi içsel genişleme çalışmalardır. Bu çalışmalar, düşüncelerimizin beden üzerindeki etkileri, çevremizle olan ilişkilerimiz ve algılarımızın farkındalığı ile ilgilidir. Yaşananlar bireysel ve her bireyin kendi renklerini içermesine rağmen, basitçe; Ego, Ruh ve Öz hakkında, farkındalık çalışmalarımızı (Beden Bilincinden, sırasıyla Ruh ve Öz Bilincinde yaşama geçişi) 4 ana bilinç aşamasında inceleyebiliriz. Her bilinç seviyesini bir bulut ve her buluttan düşen damlanın da ete kemiğe bürünüp de insan diye göründüğünü düşünebiliriz. Bilinç genişlemesinde, aşağıdaki tanımları yapmak mümkündür:
1. Bilinç Genişlemesi, Sonun Başlangıcı: Bu aşamada, yemek, içmek, evlenmek, iş, borsa, maçlar, ev sahibi olmak, çocuklar, vücut güzelliği, elbiseler, arabalar ve diğer maddi şeyler, size yetmemeye başlamıştır. O zaman, o adı konulamayan, Başka bir şey için, güçlü bir istek, arayış ve uyanma dönemi, itici güç olmaya başlamış demektir. İsteyin verilecektir, çerçevesinde, niyet, soru ve düşündüklerinize (manyetik olarak yaydığınız talebinize) TV’lerden, Arkadaş Sohbetlerinden, Kuran’dan, Kitaplardan… Tesadüfen (?) cevap geldiğine şahit olursunuz.
2. Bilinç Seviyesi, Sonun Ortası: Bu aşamada, Okuyup (boşuna değildir ilk ayet olması) düşünüp, fark ederiz ki (işte içsel çalışma devam ediyor) zihin; çevresini 5 duyu (görme, duyma, tad alma, dokunma ve koklama) ile algılamaktadır. Bu algılar ise; toplumsal değerler, okuduklarımız, toplumun ve ailemizin bizlere giydirdiği düşünce ve inanç kalıpları ile şekillenmekte, perdelenmektedir. Neyi düşünür ve inanırsak onu karşımızda buluruz. Çevremiz de, aynalık yapmaktadır bizlere. Zihin tutsaklığında, ego/ben merkezli bilinçte veya kendi dünyasında, inanç kabuklarının arkasında yaşamak, deriz buna.
3. Bilinç Seviyesi, Sonun Sonu: Bu bilinçte yaşamak için; yaşam tarzı ve bağların farkına varmak, ego merkezli enerjilerden sıyrılmak gerekir. İnanç kabuklarımızı veya kozalarımızı kırarak sıyrılmak için, onları ortaya çıkartan, eşlik eden, duygu ve düşünceleri fark etmek, salıvermek ve kabul vermek gerekir. Bu bir oyunda oyuncu olmaktan çıkmak ve seyirci olmaktır. Davranışların arkasındaki duygu ve düşünceyi fark edersek, tutsaklığından sıyrılır, kendimiz oluruz.
4. Bilinç Seviyesi, Kalpte Yaşamak: Bu bilinç seviyesinde, hür düşünce ile olan ve olacak olana her zaman onay verilir. Zorlayıcı değil, bilgi verici ve uyarıcı olunur. Bir olmak, onların kalplerinden geçeni hissetmek, gönül gözü ile bakabilmeyi gerektirir. Sevgi ve özgürlük ile harmanlanmış bu bilincin uyanması, kardeşlerine bu bilince geçişte kolaylaştırıcı olmayı gerektirir. Biz Sana Şah damarından yakınız, bilinçliliğidir.
Bu bilinç seviyelerinin tümünde, kişi kendi kendisine genişleme sağlar. Farkındalık adına yapılan bu çalışmalarda, kişinin kendi kendine koyduğu veya toplumun kendisine koyduğu perdeleri, kuralları ve ön yargıları tek tek bulup açması gerekir. Bu konular öğretilemez sadece yaşanır ve olunur. Aşağıda, Kalpte Yaşamak konusuna ve Ruh ve ÖZ ilişkisine değineceğiz:
Kalpte yaşamak, barış ve huzurun hâkim olduğu bir yerde bulunmaktır. ÖZ dediğimiz, yaratıcının gözünden olaylara bakabilmektir. ENEL-HAK diyerek, kardeşlerinin kalbinde, O’nda Olmaktır. Yaşam deneyimi olarak her ne geçirir ve görürsek, okyanusta ufak bir damla olmanın ötesinde bir şey olmadığımızı fark ederiz. Evrende var olan tüm yaşam formlarını, bunların ruhsal deneyimlerini ve aralarındaki denge ve huzuru, bizim zıtlıklar dediğimiz değişimin gerekliliğini ve diğerlerini hisseder ve bu düzende huzura inanırız. Bu içsel çalışmalar, ruhsal deneyimlerden, Öze geçiş noktasıdır.
Ezoterik (anlatılamayan, sembollerle önünüze konulan ve içsel, düşünce çalışmalarımızla, fark etmemiz beklenen, bilinçlenme öğretisi) öğretilerde, beden, ruh ve ÖZ den bahsedilir. Beden, ruhun (duygu ve düşüncelerin, inançların) belirli ve geçici bir zaman için, ete kemiğe bürünüp de göründüğü, kendini ifade ettiği, bir yerdir. Ruh, yaşam deneyimlerinin bedende, fiziksel olmayan, psikolojik çapasıdır. Birçok yaşamların deneyimlerini içerir. Ruh zaman içerisinde gelişir ve yavaş yavaş çok yüzlü güzellik abidesine dönüşür; her yüzü farklı bir deneyimi ve ona dayanan bilgiyi fark eder ve yansıtır. Bu genişleme çalışmalarına ve anlatım şekline, Plato’nun kutsal geometrisi de denir. (Bakınız: www.frontiernet.net/~imaging/polyhi_6.gif). Sonuçta, kamil insan ve tam bir küre ile her şeye eşit ve dengede bakmak ile sembolize edilir. Bütün bunlar da birbirine bağlı, yaşam çiçeği ile sembolize edilir.
Öz veya Tanrısal Benlik, zaman içerisinde değişmeyen, değişime ihtiyacı olmayan, zaman ve mekânın dışında, ebedi olan, aranıp bulunmayı bekleyen nazlı yardır. Bizi yaratan ilahi gücün, zamansız bir parçasıdır. Zaman ve mekânda varlığımızın temeli olan ilahi bilinçliliktir. Her birimiz, saf bilinç alanından doğduk, bedenli tüm yaradılışlarımızda bu bilinçliliğin bir kısmını beraberimizde taşıdık. Ruh, zıtlıklar, dualite deneyimlerinden etkilenir ve dönüşür. ÖZ ise dualite dışındadır. Her şeyin büyüyüp gelişirken dayandığı temeldir. Sessizlik, ama en çok da, içsel sessizlik (zihnin durdurulması) , içimizdeki özün enerjisini deneyimlemek için en iyi temas yöntemidir. Sessizlikte, Özümüz-Tanrısal Benliğimiz ile temasa geçeriz.
Ruh birçok yaşam deneyiminin, formunun hatıralarını taşır. (Örnek: Bilinçsizce ateşten korkan bir kişi, önceki yaşam deneyinde, bir volkan patlamasında ölmüş olabilir. Bu deneyi anımsar, kibriti görünce.) Ruh, dünyasal kimliğimizden çok daha fazlasını bilir ve anlar. Ruh, geçmiş yaşam kişiliklerimiz, rehberlerimiz veya astral boyutlardaki bağlantılarımız gibi, çok daha duyumsal bilgi kaynakları ile bağlantıdadır. Bu bağlantı olanaklarına rağmen, bu yaşamda ruh, karmaşa içerisinde, gerçek kimliğinden habersiz bir durumda bulunabilir. Ruh, dramatik deneyimler sonucu derinden etkilenmiş olabilir ve bu nedenle bir süre karanlıkta kalabilir; Tanrısal Benlik (ÖZ)ise her zaman izleyicidir ve dengededir. Tanrısal Benlik, saf bilinçliliktir. O, hem Karanlıkta hem de Aydınlıktadır. O, tüm dualitenin temelindeki Tekliktir.
İçinizdeki Tanrı’ya bağlanmak, tam anlamıyla anda ve dengede kalarak, dualitenin üzerine çıkabilmektir. Bu durumda, bilinciniz, neşe ve huzurun karışımı derin fakat sessiz bir coşku ile dolu olur. Kendi dışınızda hiçbir şeye bağımlı olmadığınızı farkedersiniz. Özgürsünüzdür. Aslında dünyadasınızdır, ama ona kapılmamışsınızdır. Tanrısal Benliğinize bağlanmak bir kerede veya daimi olan bir şey değildir. Önce bağlanıp, sonra bağınızın kesildiği, tekrar bağlandığınız yavaş ve kademeli bir işlemdir. Yavaş yavaş, bilinciniz dualiteden tekliğe doğru yol alır. Tek Kalp Olmaktır bu. Bilinç, kendini yeniden yönlendirir, ta ki en sonunda düşünce ve duygular yerini, sessizliğe bırakana kadar.
Bilinç genişledikçe, duygu ve düşüncelerinizin tutsaklığını, çalışma şeklini ve özgürleşme farkındalığını kazanmaya başlarsınız; eski alışkanlıkları bırakır ve kalp merkezli bilinçliliğin yeni realitesine açılırsınız. İçinizdeki ego merkezli bilinçlilik solar ve o düşüncelerden uzaklaştıkça, yavaşça yok olur ve ölür. Ölmek yapılan bir şey değil, sadece olmasına serbestçe izin verilendir. Ölüm bir inanç veya realiteden sıyrılmak için, değişim sürecine izin vermektir; eskiyi salıvermek ve yeniye açılmaktır
Değişim düşüncesine direnç, beraberinde ölüm korkusunu getirir. İnsanımsılıktan, ego-ben den sıyrılamayanlar, sadece fiziksel ölümden değil, yaşam süresince sürekli duygusal ve zihinsel olarak değişmekten, ölmeden önce ölmekten de korkarlar. Eskiye, bir düşünceye bağlanmak, onu yaşatmak demektir. Genişleme için serbest bırakmak ve ölüm kaçınılmazdır. Ölüm olmadan her şey ne kadar katı ve sert olurdu. Eski formların esiri olur, yıpranmış düşünce ve beden kalıpları, kısıtlayıcı algılamalar ve farkındalıklar oluşturur, perdeleri kalınlaştırırdık. Ölüm kurtarıcıdır. Ölüm eski tozlu çıkış kapılarını açarak, bizleri yeni deneyim alanlarına iten, taze su çağlayanı gibidir. Ölümden korkmayın. Ölüm değil yalnızca değişim vardır. Ölmeden önce ölünüz.
Beden bilincinden, ruh bilince geçtiğiniz ve Öz bilinçle yaşama bakmaya başladığınız oranda, ölmeden önce ölmek dediğimiz hali yaşarsınız. İçinizdeki ilahi Öz ile, Koşulsuz Sevgi ile yaşama baktığınız oranda, endişe duyduğunuz veya enerji yüklediğiniz şeyleri salıverirsiniz. İrade ve arzularınızın yaşamınızda baskı yapmasını durdurursunuz. Bu duygu ve düşünceleri ortadan kaldırınca da, Olursunuz. Sessizliği yakaladığınızda, yargısız bir farkındalık içinde, anda ve merkezinizde olduğunuzda, öz varlığınızla bütünleşir ve yaşamınızı da anında değiştirirsiniz. Kaynakların en saf olanı ile temas etmek, sonunda yaşamınızdaki her şeyi değiştirecektir. Tanrı, Kaynak, İlahi Benlik veya ÖZ; adı her ne olursa olsun, anlaşılması ve anlatılması zor bir şekilde, doğası gereği yaratıcıdır. İlahi olanın realitesini kavramaya çalışmak yerine yaşamınıza girmesine izin verir ve onun kalbinizin (vicdanınızın) fısıltıları olduğunu fark ederseniz, her şey, yavaş yavaş yerine oturmaya başlar. Tanrısal Benliğin gerçekliliğine, tüm deneyimlerinizin arkasındaki sessiz farkındalığa kendinizi açtığınızda her şeyin doğal oluş halinde gelişmesine izin verirsiniz. Doğal, gerçek kendiniz olursunuz. Bir şeyi çok istiyorsan onu serbest bırak, Şayet senin için ise döner sana gelir, Şayet sana gelmez ise, bil ki senin, en yüksek hayrın için değildir. Tüm bunlar uyumlu ve anlamlı bir şekilde gerçekleşir. Yaşamın doğal bir akışı olduğunu deneyimlersiniz. Yaşamın akışına teslim olmak için tüm yapmanız gereken; ilahi ritme ayarlanmış bir şekilde kalmanız ve araya girmek istemenize neden olan yanlış anlamaları ve korkuları salıvermenizdir.
İlahi Benlik Seviyesinden Diğerlerine Yardım Etmek: Ego’dan, Kalp (Gönül) merkezli bilinçliliğe genişledikten sonra, içinizdeki ilahi akış ile ara ara kesintili de olsa, devamlı temas halinde olursunuz. Bu oluş halinde, yardım etmek doğal eylem biçiminiz olur, düşünmeden, kendiliğinden. Artık siz, bir sırdaş ve bir gönül dostu olursunuz. Zor bir durum veya bir problem olarak gördükleri şeyin, bir çözüm enerjisi şeklinde salıverildiğini ve değişime uğratılabildiğini onlara bir ayna vazifesi yaparak göstermektesiniz. Onlara bir şeyler öğretebilirsiniz ve öğretmek yalnızca kendiniz olmaktır. Yalnızca kim olduğunuza izin vererek ve kendinizi olabileceğiniz en neşeli/mutlu şekilde ifade ederek varlığınızla, onlara gerçekten yardım edebildiğinizi görürsünüz.
Çevrenizdeki kişilerin, kendi özgür iradeleri ile bazı olayları yaşamak istediklerini ve bu dibe vurma konusunda elde edecekleri tecrübe ve deneyime, ruhsal arınmaları ve farkındalık olarak ihtiyaçları olabileceğini unutmayın. Bu sayede belli duygu ve düşünceleri deneyimleyerek, olaylardan ve sonuçlarından sıyrılma yeteneklerini geliştiriyorlar. Çevrenizdeki kişilere yardımcı olmak için duygularınızdan arınmış olmanız gereklidir. Duygusal bağ, kişisel arzuyu davet eder ve egoya hizmet eder. Kişileri şifalandırma arzu ve isteğinde olursanız, bilin ki sevgi ve izin verme alanında değilsiniz.
Özetle, ego’dan kalbe geçişin dördüncü aşaması, ruh seviyesini içine alarak, genişlemek ve İlahi Benlik seviyesine erişmektir. Ruhun, İlahi Benlik’ten daha az değerli olduğunu söyleyemeyiz. İçimizdeki Tanrısal Benlik (İlahi Kendimiz) ile temasa geçtiğimizde, ruhumuzun birçok hayatlar boyunca deneyimlemiş oldukları mana kazanacaktır. Bu deneyimlerin hiçbirisiyle kendimizi özdeşleştirmeyerek, o duygu ve düşünceleri fark ederek, deneyimlerimizin üzerine yükseldiğimizde, ruhumuzun üzerinde farkındalık ve şifa etkisi ortaya çıkar.
Öz’e açılma konusunda, içten ve sevgi dolu kabullenmelerde, hep birlikte erimek duygu ve düşünceleriyle
İnsan ve insanlık olarak, yeryüzünde yaptığımız tüm çalışmalar, insanlık realitesinin ve yaradılışın, kendini ifadesi ve bir bilinç genişlemesi ve açılımından öte bir şey değildir.
İnsan dünyaya geldiğinde, kendisine emaneten verilmiş olan bedeninin kullanım kılavuzu da, torpido gözüne konulmuş ve açılıp okunmayı beklemektedir. Bilimsel ve teknolojik düzeyde gelinen noktada, Human Genome adı verilen proje çerçevesinde, bu torpido gözleri (hücreler) açılmakta, bedenin kullanım kılavuzu okunmakta, DNA’larda yer alan bilgiler açığa çıkarılmakta ve bu bilgiler (kaş, göz, boy-pos, beden-tipi, dişi-erkek, burun, korkak, girişken, umarsız ve benzeri) klonlama, gen terapisi/değişikliği, kök hücre veya gelişkin hücreler kullanılarak bio-kimyasal yollarla değiştirilebilmektedir. Doktorların gen tedavisi ile DNA’da önceden programlanmış bedene, farklı davranmayı öğrettiği ve bağışıklık kazandırdıklarını biliyoruz. Ancak, bedenin klonlanması, varlığın klonlanması anlamına gelmiyor. Yani, fizik ölümsüzlük değildir yapılan, çünkü insan, klonlanabilen bedeni dışında, ruh, öz ve pek çok enerjik alanların etki ve karışımından ortaya çıkmaktadır. Bunların hepsi de, ruhsal idare mekanizması denilen, her bilenin üzerinde bir başka bilen vardır misali, bilinç katının izni ile olmaktadır.
Hür irade ve bağımsız karar verme yeteneğinin, serbest bırakıldığı dünyamızda, insanın doğduğu ortam (toplum inançları, eğitim yöntemleri, kadın/erkek ilişkileri ve anne babası yoluyla gelen geçmiş yaşam deneyimleri) kaderini ve aynı zamanda da karmik ilişkilerini ortaya çıkarmaktadır. Yaşamımızda başımıza gelen pek çok şey; bizden önce yaşananlar nedeniyle, insanlık, toplum ve ailemizde var olan ön yargı ve kalıpların sonucudur. Kader dediğimiz, tam da olmamız gereken yerde (biz hiç kimseye, kaldıramayacağı yük vermeyiz), inanç kalıplarının kırılması ve bunları ortaya çıkartan duygu ve düşünceleri fark ederek temizlenmesinden başka bir şey değildir.
Yaşamda; neden bazıları bebek iken ölür, neden bunca zalimlik veya neden bu şans dediğimiz pek çok olaya şahit oluyoruz: Şu anda yaşadığımız dünyada zıtlık yer alır. Her davranışın arkasında, itici güç olarak, bir duygu ve düşünce vardır. O duygu ve düşünceyi anladığımızda, eleştiri kalmaz, zıtlık veya dualite yok olur. Zıtlıklar insanın gelişimi ve kendi özündeki birliği, bütünlüğü bulması, anlaması için sunulan, varlığı yoklukla anlamamıza yarayan bir sistemin gereğidir. Zıtlıklar, bizlerin yapmakta olduğu içsel çalışmalarda, tetikleyici, bize aynalık yapan olaylardır.
Beden bir elbise ve ruhsal yapımız da bunda bir sürücü diye düşünürsek, ruhsal varlığımız, mevcut ve geçmiş yaşam deneyimlerinin ışığı altında, bedeni kullanarak, çevresini algılamaktadır. Beş duyumuzla algıladıklarımızı, tecrübelerimiz ve ruhsal varlığımız olarak bedende barındırmaktayız (o gün diliniz susacak ve derileriniz konuşacak denilen budur). Kader dediğimiz, tam da olmamız gereken yerde (biz hiç kimseye, kaldıramayacağı yük vermeyiz), inanç kalıplarının kırılması ve bunları ortaya çıkartan duygu ve düşünceleri fark ederek temizlenmesinden başka bir şey değildir demiştik az önce. Bu ön yargılardan sıyrılmak önce bizi o davranışa götüren, algı, duygu ve düşünceleri farketmek ile olur. Buna da, olayların içinde oyuncu değil, seyirci ve hatta oyun yazarı olmak diyoruz. Kimileri buna, www.kosulsuz-sevgi.com kimileri de www.jeshua.net demişler, isminin ve açıklamaya çalışanın renklerinin, ne önemi var. Özde yapılan, kendini bilme çalışmaları ve birlik bilincine erişmek, gönüllerde yaşamaya çalışmaktır.
İnsan dediğimiz varlık, gerçekten de kavraması oldukça zor ve bir o kadar da kolay bir yapıdadır. Hayatı farkındalık içinde yaşamak, kendimizde bilinçli değişim ve dönüşüm yaratmamızı mümkün kılar. Algılarımız, düşünce ile programlanabilmekte ve içsel çalışmalarda derinleşmek isteyenlere değişik kapıları açmaktadırlar.
İnsanın, kendini bilme çalışmaları, içsel ve farkındalık olarak, yaşam kılavuzunu (DNA) okumaktan ve kullanmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Bu kullanım kılavuzu çerçevesinde beden, genelde kendi kendine çalışır, oysa bilinç, sürekli tercihler ve istek ile yeniden programlanabilir. Halden hale geçmek, tasavvuftaki 4 kapı ve 40 makam, Reiki’de 1-2-3 dereceler ve diğerleri; hepsi içsel genişleme çalışmalardır. Bu çalışmalar, düşüncelerimizin beden üzerindeki etkileri, çevremizle olan ilişkilerimiz ve algılarımızın farkındalığı ile ilgilidir. Yaşananlar bireysel ve her bireyin kendi renklerini içermesine rağmen, basitçe; Ego, Ruh ve Öz hakkında, farkındalık çalışmalarımızı (Beden Bilincinden, sırasıyla Ruh ve Öz Bilincinde yaşama geçişi) 4 ana bilinç aşamasında inceleyebiliriz. Her bilinç seviyesini bir bulut ve her buluttan düşen damlanın da ete kemiğe bürünüp de insan diye göründüğünü düşünebiliriz. Bilinç genişlemesinde, aşağıdaki tanımları yapmak mümkündür:
1. Bilinç Genişlemesi, Sonun Başlangıcı: Bu aşamada, yemek, içmek, evlenmek, iş, borsa, maçlar, ev sahibi olmak, çocuklar, vücut güzelliği, elbiseler, arabalar ve diğer maddi şeyler, size yetmemeye başlamıştır. O zaman, o adı konulamayan, Başka bir şey için, güçlü bir istek, arayış ve uyanma dönemi, itici güç olmaya başlamış demektir. İsteyin verilecektir, çerçevesinde, niyet, soru ve düşündüklerinize (manyetik olarak yaydığınız talebinize) TV’lerden, Arkadaş Sohbetlerinden, Kuran’dan, Kitaplardan… Tesadüfen (?) cevap geldiğine şahit olursunuz.
2. Bilinç Seviyesi, Sonun Ortası: Bu aşamada, Okuyup (boşuna değildir ilk ayet olması) düşünüp, fark ederiz ki (işte içsel çalışma devam ediyor) zihin; çevresini 5 duyu (görme, duyma, tad alma, dokunma ve koklama) ile algılamaktadır. Bu algılar ise; toplumsal değerler, okuduklarımız, toplumun ve ailemizin bizlere giydirdiği düşünce ve inanç kalıpları ile şekillenmekte, perdelenmektedir. Neyi düşünür ve inanırsak onu karşımızda buluruz. Çevremiz de, aynalık yapmaktadır bizlere. Zihin tutsaklığında, ego/ben merkezli bilinçte veya kendi dünyasında, inanç kabuklarının arkasında yaşamak, deriz buna.
3. Bilinç Seviyesi, Sonun Sonu: Bu bilinçte yaşamak için; yaşam tarzı ve bağların farkına varmak, ego merkezli enerjilerden sıyrılmak gerekir. İnanç kabuklarımızı veya kozalarımızı kırarak sıyrılmak için, onları ortaya çıkartan, eşlik eden, duygu ve düşünceleri fark etmek, salıvermek ve kabul vermek gerekir. Bu bir oyunda oyuncu olmaktan çıkmak ve seyirci olmaktır. Davranışların arkasındaki duygu ve düşünceyi fark edersek, tutsaklığından sıyrılır, kendimiz oluruz.
4. Bilinç Seviyesi, Kalpte Yaşamak: Bu bilinç seviyesinde, hür düşünce ile olan ve olacak olana her zaman onay verilir. Zorlayıcı değil, bilgi verici ve uyarıcı olunur. Bir olmak, onların kalplerinden geçeni hissetmek, gönül gözü ile bakabilmeyi gerektirir. Sevgi ve özgürlük ile harmanlanmış bu bilincin uyanması, kardeşlerine bu bilince geçişte kolaylaştırıcı olmayı gerektirir. Biz Sana Şah damarından yakınız, bilinçliliğidir.
Bu bilinç seviyelerinin tümünde, kişi kendi kendisine genişleme sağlar. Farkındalık adına yapılan bu çalışmalarda, kişinin kendi kendine koyduğu veya toplumun kendisine koyduğu perdeleri, kuralları ve ön yargıları tek tek bulup açması gerekir. Bu konular öğretilemez sadece yaşanır ve olunur. Aşağıda, Kalpte Yaşamak konusuna ve Ruh ve ÖZ ilişkisine değineceğiz:
Kalpte yaşamak, barış ve huzurun hâkim olduğu bir yerde bulunmaktır. ÖZ dediğimiz, yaratıcının gözünden olaylara bakabilmektir. ENEL-HAK diyerek, kardeşlerinin kalbinde, O’nda Olmaktır. Yaşam deneyimi olarak her ne geçirir ve görürsek, okyanusta ufak bir damla olmanın ötesinde bir şey olmadığımızı fark ederiz. Evrende var olan tüm yaşam formlarını, bunların ruhsal deneyimlerini ve aralarındaki denge ve huzuru, bizim zıtlıklar dediğimiz değişimin gerekliliğini ve diğerlerini hisseder ve bu düzende huzura inanırız. Bu içsel çalışmalar, ruhsal deneyimlerden, Öze geçiş noktasıdır.
Ezoterik (anlatılamayan, sembollerle önünüze konulan ve içsel, düşünce çalışmalarımızla, fark etmemiz beklenen, bilinçlenme öğretisi) öğretilerde, beden, ruh ve ÖZ den bahsedilir. Beden, ruhun (duygu ve düşüncelerin, inançların) belirli ve geçici bir zaman için, ete kemiğe bürünüp de göründüğü, kendini ifade ettiği, bir yerdir. Ruh, yaşam deneyimlerinin bedende, fiziksel olmayan, psikolojik çapasıdır. Birçok yaşamların deneyimlerini içerir. Ruh zaman içerisinde gelişir ve yavaş yavaş çok yüzlü güzellik abidesine dönüşür; her yüzü farklı bir deneyimi ve ona dayanan bilgiyi fark eder ve yansıtır. Bu genişleme çalışmalarına ve anlatım şekline, Plato’nun kutsal geometrisi de denir. (Bakınız: www.frontiernet.net/~imaging/polyhi_6.gif). Sonuçta, kamil insan ve tam bir küre ile her şeye eşit ve dengede bakmak ile sembolize edilir. Bütün bunlar da birbirine bağlı, yaşam çiçeği ile sembolize edilir.
Öz veya Tanrısal Benlik, zaman içerisinde değişmeyen, değişime ihtiyacı olmayan, zaman ve mekânın dışında, ebedi olan, aranıp bulunmayı bekleyen nazlı yardır. Bizi yaratan ilahi gücün, zamansız bir parçasıdır. Zaman ve mekânda varlığımızın temeli olan ilahi bilinçliliktir. Her birimiz, saf bilinç alanından doğduk, bedenli tüm yaradılışlarımızda bu bilinçliliğin bir kısmını beraberimizde taşıdık. Ruh, zıtlıklar, dualite deneyimlerinden etkilenir ve dönüşür. ÖZ ise dualite dışındadır. Her şeyin büyüyüp gelişirken dayandığı temeldir. Sessizlik, ama en çok da, içsel sessizlik (zihnin durdurulması) , içimizdeki özün enerjisini deneyimlemek için en iyi temas yöntemidir. Sessizlikte, Özümüz-Tanrısal Benliğimiz ile temasa geçeriz.
Ruh birçok yaşam deneyiminin, formunun hatıralarını taşır. (Örnek: Bilinçsizce ateşten korkan bir kişi, önceki yaşam deneyinde, bir volkan patlamasında ölmüş olabilir. Bu deneyi anımsar, kibriti görünce.) Ruh, dünyasal kimliğimizden çok daha fazlasını bilir ve anlar. Ruh, geçmiş yaşam kişiliklerimiz, rehberlerimiz veya astral boyutlardaki bağlantılarımız gibi, çok daha duyumsal bilgi kaynakları ile bağlantıdadır. Bu bağlantı olanaklarına rağmen, bu yaşamda ruh, karmaşa içerisinde, gerçek kimliğinden habersiz bir durumda bulunabilir. Ruh, dramatik deneyimler sonucu derinden etkilenmiş olabilir ve bu nedenle bir süre karanlıkta kalabilir; Tanrısal Benlik (ÖZ)ise her zaman izleyicidir ve dengededir. Tanrısal Benlik, saf bilinçliliktir. O, hem Karanlıkta hem de Aydınlıktadır. O, tüm dualitenin temelindeki Tekliktir.
İçinizdeki Tanrı’ya bağlanmak, tam anlamıyla anda ve dengede kalarak, dualitenin üzerine çıkabilmektir. Bu durumda, bilinciniz, neşe ve huzurun karışımı derin fakat sessiz bir coşku ile dolu olur. Kendi dışınızda hiçbir şeye bağımlı olmadığınızı farkedersiniz. Özgürsünüzdür. Aslında dünyadasınızdır, ama ona kapılmamışsınızdır. Tanrısal Benliğinize bağlanmak bir kerede veya daimi olan bir şey değildir. Önce bağlanıp, sonra bağınızın kesildiği, tekrar bağlandığınız yavaş ve kademeli bir işlemdir. Yavaş yavaş, bilinciniz dualiteden tekliğe doğru yol alır. Tek Kalp Olmaktır bu. Bilinç, kendini yeniden yönlendirir, ta ki en sonunda düşünce ve duygular yerini, sessizliğe bırakana kadar.
Bilinç genişledikçe, duygu ve düşüncelerinizin tutsaklığını, çalışma şeklini ve özgürleşme farkındalığını kazanmaya başlarsınız; eski alışkanlıkları bırakır ve kalp merkezli bilinçliliğin yeni realitesine açılırsınız. İçinizdeki ego merkezli bilinçlilik solar ve o düşüncelerden uzaklaştıkça, yavaşça yok olur ve ölür. Ölmek yapılan bir şey değil, sadece olmasına serbestçe izin verilendir. Ölüm bir inanç veya realiteden sıyrılmak için, değişim sürecine izin vermektir; eskiyi salıvermek ve yeniye açılmaktır
Değişim düşüncesine direnç, beraberinde ölüm korkusunu getirir. İnsanımsılıktan, ego-ben den sıyrılamayanlar, sadece fiziksel ölümden değil, yaşam süresince sürekli duygusal ve zihinsel olarak değişmekten, ölmeden önce ölmekten de korkarlar. Eskiye, bir düşünceye bağlanmak, onu yaşatmak demektir. Genişleme için serbest bırakmak ve ölüm kaçınılmazdır. Ölüm olmadan her şey ne kadar katı ve sert olurdu. Eski formların esiri olur, yıpranmış düşünce ve beden kalıpları, kısıtlayıcı algılamalar ve farkındalıklar oluşturur, perdeleri kalınlaştırırdık. Ölüm kurtarıcıdır. Ölüm eski tozlu çıkış kapılarını açarak, bizleri yeni deneyim alanlarına iten, taze su çağlayanı gibidir. Ölümden korkmayın. Ölüm değil yalnızca değişim vardır. Ölmeden önce ölünüz.
Beden bilincinden, ruh bilince geçtiğiniz ve Öz bilinçle yaşama bakmaya başladığınız oranda, ölmeden önce ölmek dediğimiz hali yaşarsınız. İçinizdeki ilahi Öz ile, Koşulsuz Sevgi ile yaşama baktığınız oranda, endişe duyduğunuz veya enerji yüklediğiniz şeyleri salıverirsiniz. İrade ve arzularınızın yaşamınızda baskı yapmasını durdurursunuz. Bu duygu ve düşünceleri ortadan kaldırınca da, Olursunuz. Sessizliği yakaladığınızda, yargısız bir farkındalık içinde, anda ve merkezinizde olduğunuzda, öz varlığınızla bütünleşir ve yaşamınızı da anında değiştirirsiniz. Kaynakların en saf olanı ile temas etmek, sonunda yaşamınızdaki her şeyi değiştirecektir. Tanrı, Kaynak, İlahi Benlik veya ÖZ; adı her ne olursa olsun, anlaşılması ve anlatılması zor bir şekilde, doğası gereği yaratıcıdır. İlahi olanın realitesini kavramaya çalışmak yerine yaşamınıza girmesine izin verir ve onun kalbinizin (vicdanınızın) fısıltıları olduğunu fark ederseniz, her şey, yavaş yavaş yerine oturmaya başlar. Tanrısal Benliğin gerçekliliğine, tüm deneyimlerinizin arkasındaki sessiz farkındalığa kendinizi açtığınızda her şeyin doğal oluş halinde gelişmesine izin verirsiniz. Doğal, gerçek kendiniz olursunuz. Bir şeyi çok istiyorsan onu serbest bırak, Şayet senin için ise döner sana gelir, Şayet sana gelmez ise, bil ki senin, en yüksek hayrın için değildir. Tüm bunlar uyumlu ve anlamlı bir şekilde gerçekleşir. Yaşamın doğal bir akışı olduğunu deneyimlersiniz. Yaşamın akışına teslim olmak için tüm yapmanız gereken; ilahi ritme ayarlanmış bir şekilde kalmanız ve araya girmek istemenize neden olan yanlış anlamaları ve korkuları salıvermenizdir.
İlahi Benlik Seviyesinden Diğerlerine Yardım Etmek: Ego’dan, Kalp (Gönül) merkezli bilinçliliğe genişledikten sonra, içinizdeki ilahi akış ile ara ara kesintili de olsa, devamlı temas halinde olursunuz. Bu oluş halinde, yardım etmek doğal eylem biçiminiz olur, düşünmeden, kendiliğinden. Artık siz, bir sırdaş ve bir gönül dostu olursunuz. Zor bir durum veya bir problem olarak gördükleri şeyin, bir çözüm enerjisi şeklinde salıverildiğini ve değişime uğratılabildiğini onlara bir ayna vazifesi yaparak göstermektesiniz. Onlara bir şeyler öğretebilirsiniz ve öğretmek yalnızca kendiniz olmaktır. Yalnızca kim olduğunuza izin vererek ve kendinizi olabileceğiniz en neşeli/mutlu şekilde ifade ederek varlığınızla, onlara gerçekten yardım edebildiğinizi görürsünüz.
Çevrenizdeki kişilerin, kendi özgür iradeleri ile bazı olayları yaşamak istediklerini ve bu dibe vurma konusunda elde edecekleri tecrübe ve deneyime, ruhsal arınmaları ve farkındalık olarak ihtiyaçları olabileceğini unutmayın. Bu sayede belli duygu ve düşünceleri deneyimleyerek, olaylardan ve sonuçlarından sıyrılma yeteneklerini geliştiriyorlar. Çevrenizdeki kişilere yardımcı olmak için duygularınızdan arınmış olmanız gereklidir. Duygusal bağ, kişisel arzuyu davet eder ve egoya hizmet eder. Kişileri şifalandırma arzu ve isteğinde olursanız, bilin ki sevgi ve izin verme alanında değilsiniz.
Özetle, ego’dan kalbe geçişin dördüncü aşaması, ruh seviyesini içine alarak, genişlemek ve İlahi Benlik seviyesine erişmektir. Ruhun, İlahi Benlik’ten daha az değerli olduğunu söyleyemeyiz. İçimizdeki Tanrısal Benlik (İlahi Kendimiz) ile temasa geçtiğimizde, ruhumuzun birçok hayatlar boyunca deneyimlemiş oldukları mana kazanacaktır. Bu deneyimlerin hiçbirisiyle kendimizi özdeşleştirmeyerek, o duygu ve düşünceleri fark ederek, deneyimlerimizin üzerine yükseldiğimizde, ruhumuzun üzerinde farkındalık ve şifa etkisi ortaya çıkar.
Öz’e açılma konusunda, içten ve sevgi dolu kabullenmelerde, hep birlikte erimek duygu ve düşünceleriyle