Related discussions

nills Discussion started by nills 14 years ago

 

  "Devir liderleri izleme devri değil, de­vir insanın kendini takip etme devri." Bu sözün içinde bin bir anlam buluyorum her seferinde. Ve kendi içimde de yollara sapıyorum ne zaman düşse aklıma bu söz. O yollar ki, daha önce hiç göremediğim, bilemediğim, hiç keşfetmediğim...

           Yollar dışarıda değilmiş, ya da yönler... Kitaplar okumuşum, hayat hocaları edin­mişim, kişisel gelişim çalışmalarına katıl­mışım. Her birini kendi keşfimde aracı et­mişim kendime. Ama aracıyla ben arasın­daki gerçek bağı unutup gitmişim o ara. Kendimi...

           Dinle demiş, dinle ve öğren kendim kendime. Ama içim ne diyor, duymamı­şım. Kalabalık, bir uğultu ve kargaşa doğ­muş sonra dışarıda benden. Okunacak ki­taplarım başucumda birikmiş. Uygulaya­cağım kişisel gelişim metotlarını yerine getiremediğim zamanlarda, kendimden ve kişisel gelişimimden geri düşmüş hisset­mişim. Ve ben, beni dinlemezken, başka aracılarla dinlemeyi bir tutmuşum, sonra kendimi kendi dışımda-dışarıda...

           Ve içimdeki ses susmuş mu? Küsmüş mü bana? Kim bilir... O kadar çok sesin arasında duyamamışım onu. Her sessiz­likte mırıldanırken belki de bana. İlahi bir mırıldanmaymış hâlbuki duyamadığım. Ney'in sesi gibi. Duru ve berrak. Mü­tevazı ve sevgi dolu... Sesler karışmış bir­birine. O hep asaletini korumuş yerinde. sevgide kalmış. Bağırmamış, beklemiş ben duyana kadar beni. Sevgiyi bulana ka­dar ben içimde...

           An'ı yaşamanın ya da an'daki farkındalı­ğın, geçip giden-akan bir şey olduğunu unutmuşum. An'da bana verilen dersleri, öğretileri sorgularken bir sonraki an'ı kaçırmışım çoğu zaman. Ve akışıma müda­hale etmişim. O müdahalede "bunu gör­düm kendimde" diyerek bulduğum şeyle­ri, tıpkı çocuğun eline aldığı şeyi bin bir parçaya bölerek algılamaya çalıştığı gibi didik didik etmişim. Elimde bin bir parça kalmış sonra; atılamaz, satılamaz bin bir parça, her biri kendi içinde parça parça...

           Ve "ne doğruymuş, kime göre doğruy­muş" gibi sorular başlamış kafamda. Öğretici olarak seçtiğim kitaplar, metotlar ba­na anlatmış da anlatmış... Peki, sonunda hissettiğim doğru mu diye sağlamamı yapamamışım, bir daha karışmışım. Kimse bilememiş doğru olanı. Ne içim ne dışım. Ben bile kendi içimde doğruy­la yanlışı ayırt edemediğim noktalarda bul­muşum kendimi içimden, merkezimden, özümden çok uzaklarda...

           Ve aynalar... Aynalar beni göstermiş; ben ise gördüğümü gördüğüm olarak algıla­mışım. Ne kadar güzel ve ne kadar kötü derken gördüğüm yansımamla kendimi ayrı tutmuşum. Sanmışım ki aynalarda gördüğüm değiştirilebilir ya da onlar ben­den başka. Sanmışım işte... Aynaya bakan benim, değişimimin tüm yansıyanda deği­şeceğini bilememişim. Güzel de kötü de olanın ben olduğumu, bende var olan ol­duğunu sonra... İkisinin de insani olduğu­nu... Hayata dair olduğunu...

           Savaştığım şeylerin, aslında ben savaş­tıkça yok olacağını sanmış kahraman yüre­ğim. Savaştığım şeylerin benim olduğu­nu, benden olduğunu ve ne kadar savaşır­sam o kadar büyüyeceğini devleştirdikten sonra anlamışım. O devleşen her şey ile yürekli bir konuşma yapmışım sonra. "Siz de bendensiniz, barışalım mı?" diye... Bu konuşma, savaştıklarım neyse büyümesin­ler artık diye değilmiş kurnazca. Onları da sevdiğimden barışmak istemişim. Benden oldukları için... Çünkü savaşanın da savaş­tıranın da ve aracı olanın da ben olduğunu anlamışım.

           Yormuşum kendimi. Bir ağacın kendi doğasındaki sükûnetini isterken hayatta sadece... Yeşil ağaç hani, sokakta, köşe ba­şında her gün gördüğümüz, bazen fark edemediğimiz. Rüzgârda savrulan, yağ­mura umarsız... İsyanı da, mutluluğu da bir olan o büyük gövdeli ağaç... Hayattan, sadece o köşe başı ağacının sükûnetini is­terken yorulmuşum. Didik didik etmiş ve çok şey yapmaya çalışırken yormuşum ha­yatı da. Hayatın aktığını unuturken, ken­dimi suyun üstünde debelenirken bulmu­şum. Su hiçbir şey yapmadan, kaldırırken beni yukarı oysa...

           "Dışarıda hiçbir şey yok" derdi meditas­yon hocam... Yoga hocamın da zihnimden hiç çıkmayan, her gün hatırladığım ve ba­na ilaç olan bir cümlesi geliyor aklıma: "Sevgiyle, içinden gelerek yaptığın her şey doğrudur."

           Yolu bulmak için adım atmak gerekiyor­muş, her adımda içinizde gideceğiniz yol­lar beliriveriyor aniden. Buna da hayat de­niyor işte. Hayat dışarıda değil, içeride... Bilmece varsa o da biziz, cevaplar da biz­de. İçimizde... Ve o ağaç akışa bırakır ken­dini. İsyanı da doğaldır, mutluğu da... Gü­neş mi açmış, güneşi özümser yaprakların­da. Kar mı yağıyor, beyaza bürünür. Ve tes­lim olur doğaya. Savrulurken direnmez dalları rüzgârda. Üstüne konan kuşları ko­valamaz "çekilin üstümden, huzur verin" diye. Ayırt etmez böcekleri, kuşları... Hep­sini sever, açar kollarım. Gövdesine çizik atar birileri, belki acıtırlar canını. Bilir ki kabuk bağlayıp yenilenir gövdesi yine. Ve o ağaç bir tanedir, eşsizdir ama doğanın da ta kendisidir. Bir yolun köşesinde de olsa, ormanından çok uzaklarda…