Related discussions

nills Discussion started by nills 14 years ago

“Bu Kutsal Olan, kendisini gizlemek için kusurlu görünmeyi seçmiş olabilir mi?” diye düşündü...

           Manastırda uyum ve huzur içinde yaşıyorlardı. Uzak köylerden gelen insanlar böyle sevgiyle dolu bir ortamın sıcaklığının tadını çıkarmak için manastıra akın ederlerdi.

           Sonra bir gün üstat dünyaya veda etti. Bir süre keşişler geçmişte yaşadıkları gibi yaşamaya devam ettiler ama bir süre sonra günlük rutin özellikleri olan disiplin ve adanmada gevşemeler başladı. Her gün kapıya gelen köylülerin sayısı gittikçe azaldı ve yavaş yavaş manastır bakımsız ve ruhsuz bir yere dönüştü.

           Kısa bir süre sonra keşişler aralarında tartışmaya, çekişmeye başladılar. Bazıları parmaklarını sallayarak başkalarını suçladı, bazılarının da içleri suçluluk duygusu ile doldu. Manastır duvarlarındaki enerji bu husumet ile çatırdadı. Sonunda, kıdemli keşiş artık bu olumsuz atmosfere dayanamaz oldu.

           İki günlük yürüyüş mesafesinde münzevi bir üstadın yaşadığını duyan keşiş onu aramak için zaman kaybetmeden yola koyuldu. Ormandaki inziva yerinde üstadı bulunca, ona manastırın düştüğü üzücü durumu anlattı ve tavsiye istedi.

           Üstat gülümsedi. “Aranızda yaşayan, Tanrı’nın enkarnasyonu olan biri var. Etrafındakiler tarafından saygı görmediği için, kendisini göstermemeyi seçiyor. Bu yüzden manastırın durumu gittikçe kötüleşiyor.”... Bu sözleri söyledikten sonra üstat sessiz kaldı ve başka bir şey söylemedi. Manastıra dönüş yolu boyunca, keşiş kardeşlerinden hangisinin “Enkarne Olan” olabileceğini merak etti durdu.

           “Belki o, yemeklerimizi yapan Jaspar kardeştir” dedi kendi kendine. Ama bir saniye sonra, “Hayır, o olamaz. O pasaklı ve aksi biri. Üstelik yaptığı yemeklerin tadı tuzu yok” diye düşündü.

           Sonra, “Belki bahçıvanımız, Timor kardeştir” diye düşündü. Bu düşünceyi de çabucak reddetti. “Şüphesiz” dedi yüksek sesle. “Tanrı tembel olamaz ve Timor kardeşin yaptığı gibi asla yabani otların her yeri kaplamasına izin vermezdi.” Sonunda, kardeşlerinin her birinde kusurlar bularak hiçbirini Tanrı’nın enkarnesi olmaya layık görmedi ama geriye kimsenin kalmadığını da fark etti.

           Oysa Üstat ona keşişlerden birinin o özel kişi olduğunu söylemişti. Sonra birden aklına bir fikir geldi. “Bu Kutsal Olan, kendisini gizlemek için kusurlu görünmeyi seçmiş olabilir mi?” diye düşündü. Tabi ki, olabilirdi! Böyle olmalıydı!

           Manastıra ulaşınca, üstadın söylediklerini hemen kardeşlerine anlattı ve onlar da Kutsal Olan’ın aralarında yaşadığını öğrenince şaşkına döndüler. Her biri, Enkarne Olan Tanrı’nın kendisi olmadığını bildiği için, diğer kardeşlerini dikkatle incelemeye ve aralarından kimin Kutsal Olan olduğunu belirlemeye çalıştı. Ama hepsi de diğerlerinin hatalarını, kusurlarını ve başarısızlıklarını görüyordu. Eğer Tanrı aralarında ise, kendisini çok iyi gizliyordu. Enkarne Olan’ı kendileri arasında bulmak zor olacaktı.

           Birçok tartışmadan sonra, sonunda birbirlerine karşı nazik ve sevgi dolu olmak için çaba göstermeye karar verdiler. Birbirlerine Enkarne Olan’a karşı doğal olarak gösterecekleri saygı ve onur ile davranacaklardı. Eğer Tanrı gizli kalmakta ısrar ediyorsa, o zaman her bir keşişe, sanki Kutsal Olan’ oymuş gibi davranmaktan başka seçenekleri yoktu.

           Her biri diğerlerinde Tanrı’yı görmeye o kadar yoğunlaşmıştı ki, bir süre sonra kalpleri birbirlerine karşı sevgiyle doldu. Zaman geçtikçe, Tanrı’yı sadece birbirlerinde değil, herkeste ve her şeyde görmeye başladılar. Günler sevgi dolu ve yaşam sevinci içinde keyifli geçmeye başlamıştı. Manastır bu sıcacık atmosferin ışığını bir deniz feneri gibi yaydı ve kısa süre içinde köylüler oradaki sevgi ve saygının sıcaklığını içlerine doldurmak için yine manastıra akın ettiler.

           Bir süre sonra kıdemli keşiş, verdiği sır için teşekkür etmek üzere üstada bir ziyaret daha yapmaya karar verdi. “Enkarne Olan’ın kimliğini keşfettiniz mi?” diye sordu üstat. “Evet” diye yanıtladı kıdemli keşiş. “O’nun hepimizin içinde olduğunu gördük.” Üstadın yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi... Özsaygı ve sevginin mucizesini anlatan ne güzel bir hikâye. Sahi, Sen gerçekten kimsin? Sevgiyle hoşça olun.

Nil Gün,