sahra Discussion started by sahra 14 years ago

Pamuk İpliği…

YASEMİN AKBEL "GÜNCE"
Pazartesi, 14 Haziran 2010 10:11

Hayattaki hiç kimse ya da hiçbir durum ölüm kadar ders vermez insanoğluna.

Ölüm; inananlar için başka bir boyuta yolculuk, inanmayanlar için sonsuz sessizlik… Yok oluş…

Birileri size yapıştığınız şeylerin önemsizliğini hatırlatabilir; ölüm bir anda o önemsiz şeyleri alır ve götürür.

Birileri size zenginle fakir, iyi ile kötü, zayıfla güçlü, kadınla erkek arasında bir fark olmadığını öğretebilir; ölüm hepimizi eşit kılar.

En önemli sorun ölümün öğretmenimiz olmasına izin vermek için son ana kadar beklemektir. Bu anlamda sadece ölüm kelimesi, ölüm olasılığı bile, bize hiç ummadığımız anda ders verme gücüne sahiptir. Hangi yaşta olursak olalım bir nefes alır bir sonrakini alamayabiliriz. Ölüm çocuk, genç, yaşlı ayırt etmiyor. Kimse kendi zamanını bilemez…

Ölümü tartışmaktan, konuşmaktan korkmamalıyız. Korkmak yerine bu değerli bilginin hayatımızın her anını tamamen yaşamamıza yardım etmesine izin vermeliyiz. Çünkü yaşamda her an, alınan her nefes kıymetli ve önemlidir. Birinin son bir ayı, bir haftası kaldığını öğrendiğinde de olan budur. Son ayda ya da son haftada her şey binlerce kez daha değerli ve anlamlıdır. Sahip olduğunuzu zannettiğiniz her şeyinizin elinizden alınacağını, ya da hiç bir şeyin size ait olmadığını bilmek… Sahip olduğunuz her şeyi ve bu hayata dair tüm yatırımlarınızı, gelecekle ilgili hayalleriniz bırakmak…

Sevdiklerimize, çevreye, dünyaya karşı ne kadar duyarsızız sanki onlar bizlere bağışlanmış ve sonsuza kadar himayemizde olmayı sürdüreceklermiş gibi davranıyoruz…

Küçücük bir nedenden dolayı karşımızdakine bağırıp çağırdığımız, kırdığımız noktada O / Onlar olmazsa ne yaparız?

Kaçımız ölüm gerçeğini ciddi anlamda benimseyip hareket edebiliyor?

Eğer sevdiklerinizle son kez birlikte olduğunuzu bilebilseydiniz onlara ne kadar sevgi gösterirdiniz? En çok neyi söylemek isterdiniz? Hep içimizde taşıdığımız hırsların, şikayetlerin bir önemi kalır mıydı?

Herkes bu farkındalıkla yaşasaydı dünya nasıl bir yer olurdu?

 

Ölüm acı veren bir düşünce değildir; ölüm hayattaki en önemli ve en büyük öğretmendir…

her şeye rağmen sevmeyi başarabilmek, sarılmak, bazen inadı, gururu, tutkuları bir kenara bırakıp dünyaya Varlık” ögesini geliştirmek için geldiğini bilebilmek…

Kendinden bir ay öncede ya da bir sene sonrada olan zihni değil; hayatı yaşamak.

Kadim Bilgeler herhangi bir an nefesini verdiğinde o nefesi geri gelmeyeceğini, hayatın ölüme ait olduğunu; Bilge bir varlık ölümün gerçekliğini, kaçınılmazlığını ve öngörülemezliğini bir bütün halinde kabul eder. Onlar her deneyimi tamamıyla yaşarlar hayat deneyimleri zaten tam ve bütün olduğu için ölümün ne zaman geldiğinin de hiç önemi yoktur

Herhangi bir konuda sorununuz olduğunda ölümü düşünürseniz hayatı bütünüyle yaşar, son arzumuzun da olmasına gerek kalmaz. Ölümün; hayatı tamamıyla yaşamanız için sizi yüreklendirmesine izin verin. Şimdi gözlerinizi kapatın ve bir an Ölüm meleğinin aşağıya inip size hadi artık geliyorsun” dediğini düşünün. Kendinizi nasıl hissederdiniz?

Daha önünüzde yapmanız gereken işleriniz haftalık, aylık yada yıllık programlarınız toplantılarınız,eviniz, dokunmaya kıyamadığınız arabanız,herkeslerden kıskandığınız partneriniz, hep yapmak isteyip de erteledikleriniz… O an herkesi, her şeyi son kez görüyor olduğunuzu bilmek… Bunu derinlemesine düşünebilirsiniz…

Başına gelmesini dilediğiniz hayatı bekleyerek değil, başına gelen hayatın yaşayın…

Sadece hayatın size verilmiş bir armağan olduğunu ve bu armağanın doğum ve ölüm arasında yer alan olayların akışı olduğunu fark edin…

 


 

Ölümün ateşi kavurmaya başladı mı içinizi; bütün pişmanlıklar, dövünmeler, keşkeler boş…

ne kırılmış kalpler onarılabilir, ne de kopan pamuk ipliğine düğümler atılabilir.

Ve sevgi güneş gibidir güneşin üzerinizde parlamasını engelleyemezsiniz sadece ona bakmamayı tercih edebilirsiniz.

Sevgi coşkudan başka bir şey yapmaz; sevginizi günlük hayatınız içinde ifade ederken unutmayın Hayy’den Gelen Hû'ya gider