Related discussions

spiritual Discussion started by spiritual 14 years ago

Cumartesi, Sabah Oturumu : 11 Ocak 1986

Çoğunluk, karşılaştığı sorunlar için hep kendi dışındaki şeyleri suçlar. Toplumsal bilinç, ebeveyniniz, yaşadığınız yer, hükümetiniz ve köpeğiniz mutsuzluğunuzun nedenidir. Başınıza gelen şeylerin hiçbiri anneniz ya da babanız yüzünden gelmiyor. Uygulamanızı yapabilmek için bir araç olarak onları kendiniz seçtiniz, onların genetik tohumlarını, duygusal kayıtlarını siz seçtiniz. Bir kişi gücünü geri almak istiyorsa, önce kendi alemini kendinin yarattığını idrak eder, her şeyi kendinin seçtiğini fark eder, bu fark ediş kişinin gücünü artırır. Her şeyi kendinizin yarattığını kabul ettiğinizde suçtan, suçlamalardan, nefretten kurtulup huzur bulursunuz. Aklım karıştı dersiniz, kim karıştırdı aklınızı? Siz karıştırdınız, sorumlusu sizsiniz. Kurban diye bir şey olmadığını biliyor musunuz? İyi ve kötüyü bir yana bırakıp yaşamı bir süreklilik olarak gördüğünüzde kurban diye bir şey kalmaz, artık sadece yaşam vardır. Kurban bilinci öteki kutbu, katili yaratacaktır. Başınıza gelen her şey, gelmesini istediğiniz için geldi, çünkü bunların sonunda kazanacağınız duygusal bilgeliği istiyordunuz. O halde önemli olan başınıza gelen olaylar değil, bu olaylara gösterdiğiniz tepkilerdir, çünkü bu tepkilerin sonucunda bilgelik denen hazineyi kazanabilirsiniz. Hepiniz bunu kazandınız, ama henüz tam anlamıyla değil, çünkü hala suçluluk duyma, başkalarını suçlama, güvensizlik ve Başarısızlık gibi duygularla onu gölgeliyorsunuz. Sorumluluğu üstlenip “ben yarattım” diyebildiğiniz anda, artık ne suçluluk hissi ne de Başarısızlık kalacak, sadece bilgelik olacaktır. Rüyayı yaratanın kendiniz olduğunu idrak ettiğinizde uyanıyor ve eve dönüyorsunuz demektir!
Bir “efendi” kendi realitesinden ve yaşamından sorumludur, tüm insanlıktan değil sadece kendinden sorumludur. Bu idrake varmak liderleri ortadan kaldırır, rahipleri ve medyumları da! Siz bir efendiyseniz hiç kimseye akıl danışmazsınız. Eğer başkalarından öğüt ve tavsiye bekliyorsanız, kendinizi bilgelikten uzaklaştırıyorsunuz demektir. Artık bir efendinin neden yalnız yürüdüğünü biliyorsunuz. Bir efendi kaderini bilir, yapması gereken tek şey düşünmek ve istemektir, bilmek istediği her neyse bir an sonra ona gösterilir. Başkalarını izlediğinizde ya da bir sürü gibi yaşadığınızda veya bir tarikate girdiğinizde bu gücü teslim eder, uykuya dalarsınız. Yedi buçuk milyon yıldan beri dogma ve korkuya esir olduğunuz için cehalet içinde yaşıyorsunuz!

Eşruhlarınızı hiçbir zaman bulamayacaksınız. Kendinizi iyileştirmenin nasıl bir şey olduğunu hiç tadamayacak, boyutların ötesindeki parlaklığı asla göremeyeceksiniz, çünkü siz yüce değilsiniz. Benim oturumlarım mürit toplamak için yapılmıyor. Eğer bana tapınılmasını isteseydim, size “söylenemeyen gerçekleri” öğretmezdim, aslında tanrı olduğunuzu söyleyerek sizi yüceltmezdim. Sizi cahil bırakır ve gücünüzü elinizden alırdım. Ama benim tapınılmaya ihtiyacım yok, ben zaten tanrıyım, zaten sonsuzluğun sahibiyim! Benim sizden isteyeceğim ne olabilir ki? Bana biraz daha sonsuzluk mu vereceksiniz? Mümkün değil!

Uyananlarınız için söylüyorum. Öğrendiklerinizi ruhunuzda hissetmeye başlıyorsunuz ve eşruhlarınız da her nerdeyseler bu yüce öğretilerin parıltısını hissetmeye başlıyorlar, içlerinde bir eksiklik duyuyor ve istiyorlar. Duyguları onlarla paylaşıyorsunuz, böylece eşruhlarınızın ruhları da bu anlayışı kazanıyor, onlar da uyanıyorlar. Bir taşla iki kuş vurmuş oluyorsunuz, çünkü ikiniz her şeyi paylaşırsınız. İlk bölündüğünüzden bu yana, birbirinizi hiç görmemiş olsanız bile başlangıçtan beri her şeyi paylaştınız. Diyelim ki, Mısır’dan gelen her şeye büyük bir ilgi duyduğunuz için bir zamanlar orada yaşamış olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bir medyuma gittiniz, o da size orada çok şatafatlı bir hayat yaşadığınızı söyledi. Bir de baktınız ki, hiçbir zaman orada yaşamamışsınız, ama eşruhunuz yaşamış, anlıyor musunuz? Hepiniz eşruhunuzun size mutluluk getireceğini düşünüyorsunuz, onları hemen bulmak istemenizin sebebi de bu. Ama bu da başka bir sınırlama, çünkü yine kendi dışınızda birinin sizi mutlu etmesini bekliyorsunuz demektir. Eşruhunuz size mutluluk getirmez, sizi mutlu etmeyen her şey gücünüzü teslim ettiğiniz şeydir. Başkalarının sizi mutlu etmesini beklemek, ne kadar zayıf olduğunuzun göstergesidir.

Şimdi bilmeniz gereken başka yüce bir gerçekten söz edeceğim: “Gerçek dışı” diye bir şey yoktur. Her şey olanda, her şey olmayan bir şey bulunabilir mi? Öyleyse her şey doğrudur. İnsan ne düşünürse onu hisseder ve hissedilen her şey gerçek olmuştur. Bir insan gerçeğini her an değiştirebilir, çünkü her fikir değiştirdiğinde hisleri de değişmektedir. Hisleri değişmişse yeni bir gerçeği kabul etmiştir ve farklı tepki verecektir. Herkes haklıdır, Tanrıya inanmayan kişi haklıdır, sizden nefret eden kişi de haklıdır. Bunu biliyor muydunuz? Çünkü her varlık tanrıdır, kendi realitesini ve kendi doğrusunu yaratır. Bunlar zor derslerdir, ama bir “efendi” anlar. Bazıları biricik gerçeği bildiklerine inanırlar (ki ona dogma denir), eğer onların gerçeğine inanmazsanız size zulmederler, sizi dışlarlar ve Tanrı adına mahkum ederler. Onların da haklı olduklarını biliyor muydunuz? Onların doğruları da bir gerçektir. Eğer “BİR” olmak istiyorsanız, başkalarının da kendi gerçeklerini yaşamalarına izin vermeniz gerekir. Vermezseniz, onların kutupluluğuna siz de katılıp bir savaşçı olursunuz, yani başkaları hakkındaki yargılarınızın tutsağı olursunuz. Başkalarını inandıkları şeylerden dolayı mahkum etmekle gücünüzü onlara teslim etmiş olursunuz. Işık olmak ne demektir? Kendi doğrunuzu, gerçeğinizi yaşamak demektir. Gerçek sözlerle anlatılabilen bir şey değildir, ancak yaşanabilir. Işık olmanın beraberinde getirdiği erdemler ise, özgürlük içinde sevmek ve başkalarına izin vermektir.

Çoğunuz kendini ruhçu olarak tanımlıyor, bunun bir sınırlama olduğunu biliyor musunuz? Ben ruhçuyum dediğinizde, bu kez gücünüzü başka bir illüzyona teslim etmiş oluyorsunuz. Her şey ruhsaldır, ruhsal olmayan tek bir şey bile yoktur, ruhçular da kendi dogmalarına sahiptir. Eğer karmaya inanıyorsanız, gücünüzü kendinizden uzaklaştırıyor ve yazgınızı taş gibi katılaştırıyorsunuz demektir. Eğer günaha inanıyorsanız, kesinlikle kendi kendinizi mahkum ediyorsunuz demektir. Eğer tekrardoğuşun sürekli yaşamanın en üst ideali olduğuna inanıyorsanız, çok sınırlı bir bilince sahipsiniz demektir, çünkü tekrardoğuşun ötesinde hayal bile edemeyeceğiniz şeyler var! Eğer ikiz ruhlara inanıyorsanız, sınırlı bir doğruya sahipsiniz demektir, çünkü yalnızca eşruhlar vardır. Bir ruh grubunun parçası olduğunuza inanıyorsanız, tüm kardeşlerinizi dışlayıp “arşi” yapıyorsunuz demektir. Gruplar halinde ayrıldığınızda, seçici olduğunuzda hiyerarşileri oluşturuyor ve egonuza hizmet ediyorsunuz demektir, çünkü seçicilik ve gruplaşma egodan kaynaklanır. “Ben” sizin Tanrısal kimliğinizdir, ego ise özünden saptırılmış kimliğiniz, saptırılmış Tanrısallığınız demektir ki, bu da sınırlı ifadeye, sınırlı Tanrıya, yalnızca üçte bir oranında kullanılan beyin gücüne eşittir.

Gelelim tahakküm edici ruhlara. Bazıları onlara inanırlar, bu inanç onların dini olmuştur. Ama böyle varlıklar yoktur. Size tahakküm eden, sizi ele geçiren aslında egonuzdur. İsterseniz ona şeytan deyin, aslında o sizsiniz! Görülenin ötesinde öyle şeytani güçler yoktur, şeytanlık et ve kemikten yapılanların kafalarında bulunur. Bazılarınızın, özellikle şu “seçkinler” sınıfına dahil olanların birçok rehberi vardır, hepsi de aristokrattır nedense! Ne kadar çok rehberiniz varsa, kendinizi o kadar özel hissedersiniz. Bu da bir dogmadır, spiritüel bir dogma!

Özünüz varlığınızın tanrısıdır, bedeninizi çevreleyen ışıktır. O yaratılışın ilk ışığıydı, ona mavi korona adı verilmiştir. Bilim adamlarınız bu harika olgunun resmini çektiler, ama fotoğraf tekniğiniz mavi koronanın ancak aşağı elektrumunu saptayabildi, çünkü orada pozitif-negatif enerji mevcuttur, yani elektrik enerjisi vardır. Ama varlığınızın tanrısı görülenin ötesindedir, fotoğraflarınız yüce ışığı, mavi koronanın yüksek frekansını saptamaya elverişli değildir. O ışık çok uzaklara yayılır, bir “efendinin” ışığı üç mil çapında bir alana yayılabilir, oysa sınırlı bilince sahip birinin ışığı bedenine çok yakındır, çünkü bu varlığın maddi yoğunluğu çok yüksektir, yani aydınlanmamıştır. Eğer bu ışık etrafınızda olmasaydı ayrışırdınız, her hücreniz tek tek bilgiye doğru uçup giderdi. O halde sizi bir arada tutan yapıştırıcı nedir? Bu yapıştırıcı sevgidir, ışık haline dönüşmüş düşünce, yani Tanrıdır, işte gerçek rehberiniz odur. Ben’iniz tanrınızdır, kafasının içinde bir ses duyan herkes sesi ondan duyar. Neden bu sesin kendi bilginiz olduğunu bir türlü kabul edemiyorsunuz? İsterseniz her yanınıza muskalar, kristaller asın, eğer içinizden çürümüşseniz onlar size şifa veremez, bunu ancak siz yapabilirsiniz. Astroloji neden işliyor biliyor musunuz? Çünkü onun işleyeceğine inananlar var. İnanç bu denli güçlüdür, ama onlar bunu yıldızların yaptığını sanırlar, oysa kendileri yaparlar. Siz istemedikçe dışınızdaki hiçbir güç sizi yönetemez, zaten bildiğiniz şeyleri dışınızdaki varlıklara bağlamış olursunuz. Hem tanrı olduğunuzu söyleyecek, hem de kaderinizi evrenin planladığına inanacaksınız, bu ikiyüzlülük değil mi?

Kilitleriniz, yani çakralarınız eşruhların bölünmesi ve insanlık dramının başlamasından beri var olan ilahi yedilidir. Sizdeki kilitler eşruhunuzdakilerle bağlantılıdır, onlar bir ve aynıdırlar, sadece işlerken farklı enerji türü kullanırlar. Bağlantılıdırlar ve gerçekleri değiş tokuş ederler, o halde çakralarınızı niçin dengeleyeceksiniz ki? Zaten işlemekteler, işlemeselerdi burada olamazdınız. Bedeninize iğneler batırarak hidayete ereceğinizi mi sanıyorsunuz? Uyumaya devam edin bu da başka bir dogmadır. Şimdi birçok varlığın beni neden sevmediğini anlıyorsunuz değil mi? Çünkü ben onların altlarından dayandıkları destekleri çekiyorum. Kendi dışınızda bir güce inandığınız sürece asla bir Mesih olamazsınız.

Bu kadar borcunuz olduğu sürece asla yükselemezsiniz, ancak ölürsünüz. Yükselmek, yüce bir varlık olarak sürdürülmüş yaşamın doğal bir sonucudur. Gücünüzün ne kadar çoğunu geri alabilirseniz o kadar mutlu olacaksınız ve beyniniz de o kadar çok açılacaktır. Beyniniz, yani alıcınız ne kadar açılırsa bedeniniz de o kadar yücelir. Beyniniz bir nilüfer çiçeği gibi sonuna kadar açıldığında yükselebilirsiniz, çünkü o zaman hücresel kütlenizin titreşim frekansını yükselterek başka bir zamana, başka bir mekana ve başka bir boyuta geçecek gücünüz olacaktır. Zamanın bu sabahında size ne öğrettiğimi anlıyor musunuz? Dürüst olun ve kendi doğrunuzu yaşayın, size sevinç ve haz vermeyen hiçbir şey yapmayın. Eğer yapıyorsanız kendinizi sevmiyorsunuz demektir. Yol nedir biliyor musunuz? Dinlerde bu yol öylesine dardır ki (çünkü onu dar kafalılar yaratmıştır) herkes bu yoldan geçemez, hatta yolu yaratanlar bile geçemez! Eğer yüzünüzde bir tebessüm varsa, yaptığınız şey sizi mutlu ediyorsa o doğrudur. Nerde mutlu oluyorsanız doğru yol da ordadır. Can sıkıntısı nedir bilir misiniz? Ruhunuzun kendine özgü lisanıyla, size bu deneyimden kazanabileceğiniz her şeyi kazanmış olduğunuzu bildirmesidir. Artık ilginizi çekmiyor, sizi geliştirmiyor ya da kamçılamıyordur, çünkü öğreneceğiniz her neyse öğrenmişsinizdir. Böylece artık başka bir deneyime geçme zamanının geldiğini hemen fark edebilirsiniz. Bir şeyden sıkıldınız mı bilin ki değişme zamanı gelmiştir. Tanrının sesi duygulardır, Tanrının sesini duymak duygularınıza kulak vermektir. Niçin bu kadar mutsuz olduğunuzu biliyor musunuz? Çünkü değişmekten korkuyorsunuz, aşina olmadığınız bir şeye girişmekten korkuyorsunuz, gelecek “şimdilerde” korkulacak hiçbir şey yok, hiçbir şey!

Doğa, yani Tanrı, yani yaşam düzeni kendini arıtıyor. Üretmeyen, yaşamın değerine bir şey katmayan her şeyden kendini kurtaracak. Evrim düzenine karşı savaşan her şeyden kurtulacak. Çok önce söz ettiğim hastalıklar (aids gibi) ortaya çıkmıştır. Bunların olacağını söylediğimde kimse neden söz ettiğimi anlamamıştı. Hastalık, doğanın evrim düzenine karşı koyanları elemesidir sadece. Deprem nedir bilir misiniz, yerin hareket etmesidir. Fermuara benzer şekilde yer kabuğunda birçok fay hattı vardır, böylelikle kabuk hareket edebilir. Ne kadar budala olduğunuzu biliyor musunuz, çünkü barınaklarınızı gidip tam fermuarların üzerine yapıyorsunuz, sonra da depremin doğanın intikamı olduğunu, her şeyi mahvettiğini söylüyorsunuz. Bu, evinizi manzarası daha güzel olsun diye bir volkanın tepesine oturtmaya benzer. Yer de tıpkı sizin gibi hareket etme ihtiyacındadır. Volkan nedir biliyor musunuz, buhar vanalarıdır. Yerin içi boştur, yer kabuğunun iç ve dış tabakaları arasında bir basınç vardır, bu basıncın bir şekilde boşaltılması gerekir, işte bu basınç fermuarlar aracılığıyla boşaltılır. Sönmüş volkanlar da vardır, onlar çok uzun süreden beri yerin altında yaşayan varlıklar tarafından kapı olarak kullanılmaktadır! (Sayfa: 55-79)