Related discussions

nills Discussion started by nills 14 years ago

 Sevgi çaba gerektirir. Kendimizi genişlettiğimiz zaman, fazladan bir adım attığımız ya da bir mil fazla yürüdüğümüz zaman, bunu tembelliğin verdiği ataleti ya da korkunun verdiği direnci yenerek yaparız. Kendimizi genişletmemize ya da tembelliğin ataletine karşı hareket etmemize, biz çalışma diyoruz. Korkuya rağmen hareketimize ise cesaret deriz, O halde sevgi de bir çeşit çalışma (emek verme) ya da cesarettir. Özellikle de kendimizin ya da bir başkasının ruhsal tekâmülüne yardımcı olmaya yönelik bir çalışma ya da cesarettir. Ruhsal tekâmüle yönelik olmayan yönlerde de çalışabilir ya da cesaret gösterebiliriz; bu yüzden de tüm çalışma ve cesaret türleri sevgi değildir. Ama kendimizi genişletmemizi gerektirdiğinden, sevgi daima ya çalışma ya da cesarettir. Eğer yapılan şey, çalışma ya da cesaretle ilgili değilse, o zaman o, sevgiden kaynaklanan bir fiil değildir. Bunun istisnası yoktur.

           Sevgi işinin büründüğü esas şekil, dikkattir. Birini sevdiğimiz zaman ona dikkatimizi veririz; bu insanın tekâmülüyle ilgileniriz. Kendimizi sevdiğimizde de kendi ruhsal tekâmülümüzü amaç edinir, bunun için çalışırız. Biriyle ilgilenip, onunla uğraşıyorsak, onu umursuyor, ondan hoşlanıyor, onun için kaygılanıyoruz demektir. Birisine dikkatimizi verip ilgilenmek, o andaki meşguliyetimizi bir yana bırakmak ve bilincimizi fiilen başka yöne çevirmek için, çaba göstermemizi gerektirir. Dikkat bir irade işidir, kendi zihnimizin ataletine karşı yapılacak bir çalışmadır. Çağdaş psikanalizin bütün aletleriyle iradeyi incelediğimizde, iradenin kaynağında dikkat ve amaç bulunduğunu görürüz. İradenin kullanılması çabası aslında dikkat etme çabasıdır; bu konuda gösterilen gönüllü zorlama ve çaba ise bilinci temiz tutabilme çabasıdır, yani dikkati bir nokta üzerinde tutabilmek için aşırı çaba göstermektir.

           Dikkat etmenin en genel, en yaygın ve en önemli yolu dinlemektir. Dinlemeye pek çok zaman harcarız. Birçoğumuz için bu, ziyan edilmiş zamandır, çünkü çoğumuz iyi dinleyici değilizdir. İyi dinlemek dikkatini kullanmayı gerektirir, bu da zor bir iştir. Birçok insan ya bunu anlayamadığı ya da bu çabayı sarf etmek istemediği için iyi dinleyici olamaz. Çünkü gerçekten dinlemek, ne kadar kısa sürerse sürsün muazzam bir çaba harcamayı gerektirir. Her şeyden önce, mutlak konsantrasyon gerektirir. Bir insanı gerçekten dinliyorsanız, aynı zamanda başka bir şey yapmanız olanaksızdır. Eğer bir ana baba, çocuğunu gerçekten dinlemek istiyorsa, o anda yaptığı her şeyi bir kenara bırakmalıdır. Gerçek dinleme sırasında, tüm zaman çocuğa adanır; bu zaman artık çocuğa aittir. Eğer bu süre içinde kendi endişeleriniz ve takıntılarınız da dâhil olmak üzere her şeyi bir yana bırakamıyorsanız, gerçekten dinlemeyi istemiyorsunuz demektir. Bir çocuğu gerçekten dinlemek tam anlamıyla bir sevgi işidir. Ana babayı yörılendiren sevgi olmadan bu iş yapılamaz.

           Gerçek dinleme, mutlak konsantrasyon, daima bir sevgi belirtisidir. Gerçek dinlemenin temel bölümlerinden biri paranteze alma disiplinidir. Yani, insanın geçici olarak kendi önyargılarını, değer yargılarını, arzularını bir yana bırakarak konuşan kişinin dünyasını içeriden görmeye çalışması, kendini onun yerine koymasıdır. Konuşmacı ile dinleyicinin bu birleşmesi, aslında kendi benliğimizi genişletmemize yol açar ve bu da bize her zaman yeni bilgiler kazandırır. Daha da ötesi, gerçek dinleme paranteze almayı, kendini bir yana bırakmayı içerdiğinden, geçici olarak karşımızdakini tümüyle kabullenmemizi de içerir. Bu kabulü hisseden konuşmacı da artık incinmeyeceğinden emin olarak, zihninin derinliklerinde saklı olanları dinleyiciye açabilecektir. Bu yapıldıkça da konuşmacı ile dinleyici birbirlerini daha iyi anlamaya ve birbirlerine daha çok değer vermeye başlarlar.

           Böylece sevginin karşılıklı dansı başlar. Paranteze alma disiplinini uygulamak ve tüm dikkatini bir noktada toplamak için gereken enerji o denli büyüktür ki, bu ancak sevgiyle ve birlikte tekâmül edebilmek için, insanın kendi benliğini genişletme isteğiyle başarılabilir. Çoğu zaman bu enerjiden yoksunuzdur. İş veya sosyal ilişkilerimizde, çok dikkatle dinlediğimize inansak bile, çoğu kez yaptığımız seçici bir biçimde dinlemedir; bu esnada kafamız, kararlaştırılmış programımızla doludur; dinlerken bir yandan da, bazı isteklerimizi elde edip, konuşmayı kısa kesebilmek için ya da bizim için daha uygun yöne sürükleyebilmek için ne yapmamız gerektiğini düşünürüz.

           Gerçek dinleme mademki bir sevgi işidir, bunun için evlilikten daha uygun bir ortam düşünülemez. Ama birçok çift hiç bir zaman birbirlerini gerçekten dinlemezler. Gerçek dinleme, ancak bunun için zaman ayrıldığında ve uygun koşullar sağlandığında gerçekleşebilir. İnsanlar araba sürerken, ya da yemek pişirirken veya yorgun ve uyumak isterken veya sözleri sık sık kesintiye uğratıldığında, ya da aceleleri varken gerçekleşemez.

           "Romantik sevgi" için çaba harcamak gerekmez. Çiftler de genellikle gerçek sevgi ve dinlemenin gerektirdiği çaba ve disiplini göstermekten kaçınırlar. Ama eğer yaparlarsa, sonuç müthiş haz ve doyum verici olur. Gerçek dinleme sürecinin başlatıldığı hallerde, eşlerin birbirlerine şöyle söylediklerini defalarca duymuşuzdur "Seninle tam 29 yıldır evliyiz, ama bu yanını hiç tanımamıştım". Bu olduğunda artık evlilikte tekâmülün başladığını anlarız.

           Kumsalda dört yaşındaki çocuğa bakmak, altı yaşındaki çocuğun kopuk kopuk anlattığı öyküye konsantre olmak, buluğ çağındakine araba kullanmasını öğretmek, eşinin büroda ya da çamaşırhanede geçen gününü gerçekten dinlemek ve onun sorunlarını içeriden bakarak anlamak, sürekli sabırlı olmaya ve mümkün olduğunca paranteze almaya çalışmak -bütün bu görevler çoğu zaman sıkıcı, zahmetli ve daima enerji yitiricidir-; bunlar sıkı çalışmak demektir. Eğer tembelsek bunların hiçbirini yapmayız. Eğer daha çalışkan olsaydık bunları daha sık ve daha iyi yapardık. Sevgi, çalışma demek olduğuna göre, sevgisizliğin özü de tembelliktir.

           Sevgi eylemi -insanın benliğini genişletmesi- tembelliğin ataletine karşı hareket etmek (çalışma) veya korkunun doğurduğu dirence karşı hareket etmektir (cesaret). Benliğimizi genişlettiğimizde, deyim yerindeyse, benliğimiz yeni ve bilinmeyen bir bölgeye girmiş olur. Kendimiz de yeni ve farklı biri oluruz. Yapmak âdetinde olmadığımız şeyler yaparız. Değişiriz. Değişimin, alışılmadık faaliyetlerin, yabancı bir yerde bulunmanın, her şeyi farklı bir şekilde yapmanın yarattığı duygu korkutucudur. Daima böyle olmuştur ve daima böyle olacaktır. İnsanlar bu değişiklik korkuları ile farklı şekillerde başa çıkarlar; ama eğer gerçekten değişeceklerse, korku kaçınılmazdır. Cesaret, korku bulunmaması anlamına gelmez, cesaret korkuya rağmen o eylemde bulunmaktır. Bilinmeyene ve geleceğe doğru, korkunun doğurduğu dirence rağmen hareket etmektir. Bu aşamada ruhsal tekâmül ve dolayısıyla da sevgi, daima cesaret ister ve risk içerir.

 

Replies
Hülya
Hülya "Ruhunu Özgür Bırak, Kendine Yeni Bir Hayat Ismarla.." demişler neden bu severek ve sevilerek ısmarlanan bir hayat olmasın...Çay kahve ısmarlar gibi... Show more 14 years ago
loader
loader
Attachment