nills Discussion started by nills 14 years ago



1972 yılında çevrilen The Goatfather (Baba) filmindeki rolu nedeniyle en iyi oyuncu ödülünü Oscar yönetimi altın heykelciği Marlon Brando'ya vermeye kararlaştırır. Ödül töreni açıklandıktan sonra dünyanın sabırsızlık içersinde beklediği heykellerin dağıtıldığı güne gelir. Herkes spot ışıklarının gösterdiği yerden Marlon Brando'nun gelip ödülünü almasını bekler. Derken hiç kimsenin aklına gelmeyen bir olay olur. Brando'nun gelmesini bekleyen Holywood sakinleri karşılarında yüzyıllar öncesi dedelerinin katlederek yok ettikleri bir halkın temsilcisini görünce şaşırıp kalırlar. Marlon Brando Oscar ödülünü reddederek Kızılderililere tarih boyunca yapılan ve devam eden haksızlıkları protesto etmek üzere ödülü reddettiğini açıklar. Ve kaleme aldığı bildiriyi okuması için Kızılderili kadın "Küçük Tüy"ü gönderir ödül törenine. Beyaz adamın ödülünü ilk reddeden kişi unvanını kazanan Marlon Brando bu hareketiyle büyük tepki almasına rağmen yüzyıllar öncesine ait bir olayı tekrar gündeme getirerek Kızılderili ırkına yapılan vahşetin gerçek yüzünü göstermeye çalışır. Brando o kadar bu davayı sahiplenmiştir ki; FBI ve ABD istihbarat örgütlerinin ülkeyi karış karış arayıp, bulmak istedikleri Amerikan yerlileri Hareketi Lideri olan Dennis Banks'ı karavanında ve kendisine ait olan adada aylarca gizler. Brando Kızılderililerin er ya da geç istediklerini elde edeceğine inanır. Brando; "kadınların veya çocukların haklarının genişletilmesine de öncülük etmekle veya tarihi topraklarını geri isteyen İsrail gibi bir devlete hazinesinin kapılarını açmaktan çekinmemiş olmakla övünen bir ülkenin hala kendi yerli halkı için hiç bir şey yapmamış olmasını kabul edilemez" diyerek Oscar ödülü aldığı fakat reddettiği "Baba" filmiyle Kızılderililerin babası olduğunu kanıtlar.

HİKAYENİN BAŞLANGICI
Amerika kıtası 12 Ekim 1492'ye kadar üzerinde güneşin batmadığı bir ülkeydi. Coşkun akarsularla kuşatılmış bu verimli topraklar üzerinde yer yüzünün büyük medeniyetlerini kurmuş doğayı katletmeden ondan faydalanmasını öğrenmiş silahı ve savaşı tanımayan ve öldürme nedir bilmeyen insanların yaşadığı ülkeydi Amerika. Araştırmacıların tahmini hesaplarına göre Kristof Kolomp'un Hint adaları sandığı Antil adalarına ayak bastığı tarihte bütün Amerika kıtasının nufüsu 30 ile 50 milyon arasında değişiyordu. Kristof Kolomp seyahatleri boyunca tuttuğu günlüğünde, ilk gördüğü yerlilerin silahsız olduklarını belirterek; "Onlara bir kılıç gösterdim keskin tarafından tuttular ellerini yaraladılar" diyor. Yine Kolomp günlüğünde; "Bunlardan çok iyi hizmetkarlar olur. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz ve her istediğimizi yaptırabiliriz" der. Amerika fatihi! Kristof Kolomp ve beraberinde götürdüğü katil, hırsız, çapulcu ve dolandırıcılardan oluşan maceracıların, tanrının adını yaymak ve bilinmeyen toprakları İspanya krallığı adına kutsamak adına çıktıkları kıtada yaptıkları ilk eylem, kılıçlarını kınından Kızılderililere çekmek olmuştu. Kolomp'un yeni toprakları keşif için çıktığı yolculuk, daha çok haçlı seferlerini andırıyordu. Kolomb'un Amerika kıtasında tek bir hedefi bulunuyordu. Zenginliğe ulaşmak Avrupa'da bulunmayan madenlere bir an önce sahip olma isteği ve hırsı.

YERLİLERİN KANIYLA YIKANAN ALTINLAR
Kristof Kolomp'un "Altın" sözcüğünün yetmiş beş kez geçtiği seyir günlüğündeki, Kızılderililerle ilk karşılaşmayı okuyalım birlikte "Kadınlar dahil hepsi anadan doğma çıplaktı. Gençtiler. Hiçbirisi otuzun üstünde değildi. Sağlıklı ve biçimli bedenleri bulunuyordu. Yüzleri çok güzeldi. Saçları düz, parlak ve at kuyruğu gibi gürdü. Gözleri koyu renkli ve iriydi. Bacakları düz ve uzun, karınları yağsız ve düzgündü." Görüldüğü gibi Kolomp kendisini esir pazarında gezinen bir tüccar edasıyla gözlem yapıyor.
Kıta yerlilerinin olanakları ölçüsünde kendi rızaları ile İspanyollara verdikleri onlara yetmedi. Yerlilerin geneli zayıftı, ihtiyaç duydukları ve az bir çabayla ürettiklerinden fazlasını ellerinde tutmazlardı. Ayda onar kişilik üç kişiye yeten miktar hristiyan bir İspanyol askerin sadece bir günlük tüketimiydi. İlk önceleri yerliler İspanyolları çok iyi insanlar olduklarını zannetmişlerdi. Fakat günler geçtikçe bu insanların nasıl bir vahşetin temsilcisi olduklarını anlamakta zorluk çekmediler. Yerliler karılarını, çocuklarını, mallarını dağlara kaçırarak saklama yolunu tuttular. Hıristiyanlar halkı tokatla yumrukla sopayla dövüyorlardı. Olaylar ele geçirdikleri bir köy beyinin karısının ırzına geçilmesiyle çığrından çıktı. Bu olayların ardından yerlilerde ok ve yaylar ile silahlanmaya başlarlar. Yerliler için artık dayanılmaz bir hayat başlar. Katliam ve kan dökme bütün Orta Amarıka kıyılarını sarar. Hrıstiyanlar köylere giriyor, çoluk çocuk, yaşlı, hamile veya loğusa kadın demeden" ağıllara sığınmış kuzulara saldıran kurtlar gibi "kurbanlarının karınlarını deşiyorlar, parçalara ayırıyorlardı. Hatta aralarında kimin tek bıçak darbesiyle bir insanı ortadan ikiye ayıracağı veya tek mızrak atışıyla başını keseceği yada bağırsaklarını ortaya dökeceği üzerine bahse giriyorlardı. Anne sütü emen bebekleri tek tek toplayarak ayaklarından tutup başlarını taşlara çarpıyorlar bazılarını ise yüksekten ırmaklara atarak vahşette sınır tanımıyorlardı. Tuttukları yerlileri ağaçlara bağlıyarak topluca ateşe veriyorlar katliamların diğer köylere ulaşmasını sağlamak içinde sağ kalanların ellerini keserek vahşetten diğer köylerin haberdar olmalarını istiyorlardı.Yakaladıkları köy beylerini ise önce direkler üzerine tahta çubuklardan bir ızgara yapıyorlar sonra ızgaraya bağladıkları beylerin altındaki ateşi körükleyerek diri diri yakıyorlardı. İspanya'dan gelen bu işsiz güçsüz çapulcu takımı özellikle İspanya'da kötü insanlar arasından seçilerek buralara getirilmiş gibiydiler. Gün geçtikçe katledilen yerliler kıtanın ormanlık bölümlerine kaçarak gizlenme yolunu tuttularsa da İspanyollar bunları bulmaları için köpek ve tazılar yetiştirdiler. Günlerce aç bıraktıkları yırtıcı hayvanları yerlileri parçalatmak için kullanmaya başladılar. Bu hayvanlar bir yerliyi görür görmez, kaşla göz arasında paramparça ediyorlardı. Artık İspanyollar arasında yerlileri vahşi köpeklerine parçalatmak bir spor haline gelmişti. O günleri gözleriyle görüp yazan Bartolome de Las Casas bakın ne diyor bu konu hakkında: "İspanyollar bu köpekleri beslemek için domuz sürüleri gibi yürüyen zincirlere vurulmuş birçok yerliyi öldürür ve insan eti satılan halka açık kasap dükkanları işletirlerdi. Birbirlerine "şu rezil herifin dörtte birini ver de bir diğerini öldürüne kadar köpeklerimin karnını doyurayım derlerdi. Sanki bir domuz yada koyunun dörtte biri konusunda pazarlık yapıyorlardı. Bazıları köpekleriyle birlikte ava giderlerdi. Geri döndüklerinde onlara avın nasıl geçtiği sorulurdu. O zaman şöyle cevap verirlerdi. "Çok iyi köpeklerimle birlikte 15-20 tane rezil yerli öldürdüm"
Savaşlar bitip bütün yerli erkekler ölünce genelde olduğu gibi geride sadece genç delikanlılar, kadınlar ve küçük kızlar kaldılar. Hrıstiyanlar onları aralarında paylaştılar. Yerli erkek köleler Amerika kıtasının en önemli madeni olan Altın ocaklarında çalıştırıldılar. Kadınları ise toprağı sürmeleri için tarlalara çiftliklere yerleştirdiler. Lohusa kadınların göğüslerindeki sütler bakımsızlıktan kurudu sütü kuruyan annelerin çocukları da kısa sürede açlıktan öldüler. Eşleri birbirinden ayıran İspanyollar yüzünden Kızılderili nüfusu azaldı. Yorgunluk ve açlıktan kadınlar ve erkekler teker teker ölmeye başladılar. Dağlara kaçan yerliler korkudan ne yapacaklarını bilemez bir duruma düşmüşlerdi. Ümitsizliğe düşen bir çok yerli çoluk çocuğu ile birlikte ağaçlara kendini asmaya başladılar. İspanyol Vahşeti'nden kaçmak için intihar etmeye başladılar.

BİR NESİL KATLEDİLDİ
Bugün Peru'da 15.5 milyon nufüsun 9 milyonu, Ekvator'da 6,5 milyonu, Boliyva'da 4,5 milyonun 3,5 milyonu İnka nufüsundandır. Guetemala'nın 6 milyon nufüsundan 4 milyonu ise Maya Kızılderilisidir. 60 milyon nüfuslu Meksika'da 10 milyon Maya ve Aztek, 10 milyon nüfuslu Şili'de ise 600 bin İnka yaşamaktadır. ABD ve Kanada'da kökleri kazınmış olduğu halde, Amerika kıtasının tümünde aşağı yukarı 40 milyon Kızılderili bulunmaktadır. Özellikle ABD'nin Kızılderili toplumlarının köklü değişimlerini sağlamak için özel eğitim yöntemleri bulunmaktadır. ABD Kızılderililer için önce, onları hristiyanlaştırabilecek okullar açarlar. 1500'lerin başından itibaren,  başta Virjinia olmak üzere, yerlileri Amerikanlaştırmak için birçok okul açılır. Batılı eğitim baskısıyla yerlileri değiştiremeyeceğini anlayan beyaz insan her zamanki gibi güce ve hilelere başvurur.

KRİSTOF KOLOMP'UN SONU
Amerika'ya 1493, 1498 ve 1502 yıllarında seferler düzenleyen Kristof Kolomp her seferinde Kızılderililer, papağanlar ve az miktarda altın ile geri döndüğünde kendisine "Sinek Amirali" diye adlandırılırdı. 1500 yılının 3 kasım günü kardeşleri Bartolomeo ve Diego ile birlikte İspanya'ya getirilirken kollarına takılan zincirlerin tabutuna sarılmasını vasiyet eder. Bu dileği son nefesini verdiği 20 Mayıs 1506'da gerçekleşir. Kolomp'un ölümünden sonra tabutunun yolculuğu başlar. Valladolid'de gömülen Kolomb'un kemikleri 1509-1514 yılları arasında Sevilla yakınlarındaki Las Cuevas kentinin Kartauser mezarlığına taşınır. 1537 yılına gelindiğinde, sağlığında dört kez çıktığı yolculuğa yeniden başlar Kristof Kolomp. Amerikan fatihinin kemikleri Atlantik'i aşarak Santa Domingo Katedrali'nin bodrumuna getirilir. Fransız ordusundan korunmak amacıyla oradan da çıkarılan tabut 1795'de Küba'nın başkenti Havana'ya nakledilir. 1899'da ise Atlantik yeniden geçilir ve Kristof Kolomp'un kemikleri Sevilla'da onuruna dikilmiş bir heykelin ayakucuna gömülür. Kolomp'a hayranlık duyan Papa Pius onun kilise tarafindan cennetlik ilan edilmesi için 1866'da bir girişimde bulunur. Kilise mahkemesinden olumlu yönde yalnızca bir oy çıkar ve papanın teklifi reddedilir.

VAHŞİ BATININ İNSAN AVCILARI
Kolomp'un yarım bıraktığı yerden İspanyollar, Fransızlar, İngilizler, Almanlar, yeni kıtaya akın ederler. Hepsi gözü kara olarak ve zengin olma hayalleriyle tutuşarak gelirler. Peki niçin onca mesafeyi göze alan bu insanları çeken nedir. Tabiiki Kolomp'un günlüğünün tüm sayfalarında adı geçen Altın. Evet Orta, Güney Amerika derken sıra Kuzey Amerika ve Vahşi Batıya gelir. Buralarda başlayan seri insan avları ise Kolomp'un yaptığı avları hiç aratmaz. ABD'deki Kızılderili reisleri teker teker avlanarak, kandırılarak esir edilir veya öldürülürler. Kovboyların dillerinden düşmeyen bir şarkıda söyle diyor "Maymunların kralı Geronimo nerdesin. Karnım ziller çalıyor yesem seni ne dersin?" diye seslenilen ünlü Kızılderili şefi Geronimo'dur. Vahşi batının kurallarını Kızılderililerde uygulayan kovboylar birde bunlara şarkı yazarlar. İşte bunlardan birkaçının hikayesi.

GERONIMO
Geronimo'nun reis olma gibi bir beklentisi olmamasına rağmen olaylar onu önder olmaya itmiştir. Köy halkıyla kasabaya alışverişe inen Geronimo köyüne döndüğünde karısı, üç çocuğu ve annesininde aralarında bulunduğu bir katliamla karşılaşır. ABD hükümeti ve Meksika hükümeti arasında bir antlaşma yapılır. Bu antlaşmaya göre Apaçileri takip eden Meksika ve ABD sınırı birbirlerine sormadan geçebilecekler ve ünlü Apaçi lideri Geronimo'yu yakalayacaklardı. Apaçiler hem Meksika hem de ABD ile savaşırken diğer bir düşmanlada savaşmak zorunda kalacaklardı ki o da kendilerini vahşi ve barbar yerine koyan gazetelerdi. Gazetelerde çıkan haberlerde yakılan köylerden göçe zorlanan, öldürülen, işkence yapılan Kızılderililerden söz edilmiyor aksine Kızılderilileri katleden
askerlerin kahramanlıkları anlatılıyordu. Kızılderililerin Kurt adını taktıkları General Crook ile Geronimo arasında yapılan barış antlaşması bir yılını doldurduğunda bölgede ne şiddet ne de herhangibi bir yağma görülür, fakat gazetelerin savaş çığlıkları akıl almaz boyutlara ulaşır. Çağrılar üzerine hükümet Kızılderililer ile barış yapan generali görevden alarak yerine savaş yanlısı Nelson Miles'i atar ve savaş başlar. Katliamlar ve kaçışlara dayanamayan Geronimo teslim olur. Asılması beklenirken serbest bırakılır. Tek suçu canını ve malını korumak olan Geronimo 1909'da hayata gözlerini yumar.

MANGAS
Beyazlara karşı özgürlük savaşı veren Apaçi reisi Mangas yetmişi aşkın yaşına rağmen genç Kızılderilileri kıskandıracak ustalıkta ata biner. Mangas yada "Kırmızı yen" 1863 yılında kanın durması için beyaz adamla barış görüşmeye razı olur. Askerlerin kampına doğru yola koyulan Mangas'i savaşçıları yalnız göndermeyi kabul etmediğinden yanına 15 adam verirler. Apaçiler kampa ulaşınca beyaz adamlar Mangas'ı almak üzere yanlarına gelirler. Ama savaşçılar kampın direğine barışı simgeleyen beyaz bayrak çekilmeden reislerini göndermeyeceklerin söylerler. Bayrak çekilir 15 yerli uzaklaşır uzaklaşmaz çalıların arkasına gizlenen askerler Mangas'i rehin alırlar. Mc Lean kalesine getirilen Apaçi reisinin General West ile karşılaşmasını madenci Daniel Conner şöyle anlatır; "General, Mangas'in mahpus beklediği yere yürüdü, çevresindekilerin arasında görkemli bir heykel gibi duran ihtiyar reisin karşısında General cüce gibi kalmıştı." O gece nöbetçi olan Daniel Conner'in tanık olduğu olaylar ise çok daha fazladır. Askerlerin Mangas'a bir şeyler yaptığını gören Conner karanlık bir köşeden olanları izlediğinde insanlığından utanır. Askerler ateşte kızartdıkları süngülerini ihtiyar reisin ayaklarına ve bacaklarına sürterler. Mangas kendisinin oyun oynayacak bir çocuk olmadığını söylediğinde ise askerler, tüfeklerindeki bütün mermileri bedenine boşaltırlar. General West'in "Onu sabaha ölü istiyorum" emri yerine getirilmiştir. Tek suçu barış toplantısına katılmak olan Apaçi reisinin cansız bedenine tabancalarındaki mermileri boşaltırlar askerler. Bir asker Mangas'in kafa derisini yüzerken bir başkası frenoloji uzmanına satmak üzere başını keser ve kaynayan suda haşlarlar. Savaşın başından beri barışı kucaklamak isteyen Kırmızı Yen'in başsız gövdesi bir hendeğe atılıp yüzlerce Kızılderili öldürdükten sonra resmi makamlara karşı rapor düzenlenir. "Kaçmaya çalışırken vuruldu" Aynen diğer Kızılderililer gibi kaçarken...

CEYEN REİSİ ÇILGIN AT
Diğer bir efsane savaşcı lideri ise "Halkın toprağı satılamaz" diyerek kara tepelerin beyaz adama satılmasına karşı çıkan Sioux direnişçisi Çılgın At'tır. Asıl adı "Tashunka Witko" olan Çılgın At, 23 Eylül 1875'te toprakları satmak üzere Robinson Kalesinde toplanan Kızılderili reislerine "Kara tepeleri satacak ilk reisi burada öldürürüm " diye haber gönderir. Toprakları satma yanlısı reislerin planlarını altüst eden bu haberi getiren Çılgın At'ın güvendiği yerlilerden olan Küçük Dev Adam olur. Antlaşmanın bozulması üzerine toplantıdaki Sioux yerlileri sevinç gösterileri yaparlar. Toprakları parayla alamayan Beyazlar her zamanki gibi yeni bir katliama girişirler. Başta satılma işini engelleyen Oturan Boğa ve Çilgın At başına ödül konulur. Halklarının evleri ve arazileri yağmalanır. 17 Haziran 1876'da Çılgın At, askerlere karşı büyük bir zafer kazanır. Savaşlardan Zaferler ile çıkan yerlileri beyazlar bölmeye çalışırlar. Çılgın At, Büyük Baba olarak kastettiği ABD başkanıyla görüşmek üzere Washington'a giden reislerin geriye şişmanlamış ve gevşemiş olarak döndüklerini söyleyerek; beyazların tüm davetlerini reddeder. Fakat Çılgın At'ın çağrısına kulak asmayan birçok şef Beyaz adamla görüşüp toprağını satar. Çılgın at özelleştirmeye karşı direnen adamlarının onurlarını satmış olmalarına üzülür ve kendisine sadık yoldaşlarını toplayarak yeni bir direnişi örgütlenmeye koyulur. Ama askerler Çılgın At'ı eski bir dostu olan "Başı bulutlara eren"in yanında tutuklarlar. Robinson Kalesi'ne getirildiğinde kendisini beyaz adamın satın aldığı bir Kızılderili tarafından karşılanır. Bölge polisi kılığındaki Kızılderili iki yıl önce Robinson Kalesi'ndeki Kara tepeler'in satılmasıyla ilgili toplantıda Çılgın At'ın elçiliğini yapan "Küçük Dev Adam"dan başkası değildi. Kaçmak isteyen Çılgın At'ı, üstüne atlayan Küçük Dev adam engeller. Koşarak gelen bir asker Küçük Dev Adam'ın tuttuğu Çılgın At'ın karnına saplar süngüsünü. Çıkarıp bir daha, bir daha, saplar süngü kırılır yüzlerce kez. göğsüne aldığı süngülerle savunmasız bir şekilde katledilir. 5 Eylül 1876 günü öldürülen Çılgın At 35 yaşında Kızılderililer arasında bir Efsane olur.

VE LION KATLİAMI
28 Kasım 1864 günü 1000'e yakın askerle kaleden çıkan Albay Chivington kesin emir almıştı ne pahasına olursa olsun Kızılderililer bertaraf edilecekti. Cheyenne ve Araphelar kabilesine doğru yönelen askerler kendilerini karşılamaya gelen ilk yerliyi kurşunlarıyla yere sererler. Ölümle tehdit edilerek Kızılderililerin köyünü göstermeye zorlanan Çiftçi Robert Bent'den gelişen olayları dinleyelim; "Kampın iyice yakınına geldiğimizde Amerikan bayrağının dalgalandığını gördüm. Kızılderili reisi Kara kazan'ın etrafına toplanan halkına Kızılderili bayrağı çevresinde durmalarını söylediğini işittim. Gerçekten'de kadını erkeği çocuğu bayrağın çevresinde toplanmışlardı. Kızılderililerle aramızda 50-60 metre vardı. Aynı zamanda bir de beyaz bayrağın yükseldiğini gördüm. Bu iki bayrak da o kadar ortalıkta bir yerdeydiler ki görülmemeleri imkansızdı. Askerler birden tüfeklerindeki binlerce mermileri silahsız Kızılderililerin üzerine boşaltmaya başladılar. Bazı erkekler silahlarını almak için çadırlarına daldılar. Kanımca hepsi 600 kişi civarında idi. Ama bunların içinde 35 kadar savaşçı bir o kadar da ihtiyar bulunuyordu. öteki erkekler kampın uzağında Ava gitmişlerdi". Albay Chivington katliam sonrası verdiği resmi raporda 9 askerin öldüğünü, bunun karşılığında 400 ile 500 arasında yerlinin yok edildiğini yazıyordu. Gerçeği yine olayın tanığı Robert Bent'den öğreniyoruz; "Bacağından aldığı yarayla yerde yatan bir kadına takıldı gözüm, askerlerden biri kılıcını çekerek kadının yanına geldi. Kadın kendini korumak için kolunu kaldırdı ama asker kılıcıyla vurarak kolunu kesti. Bu kez öbür kolunu kaldırdı, asker kılıcıyla onu da kesti, sonra öldürmeden öylece bırakıp gitti". Köyde "Squaw" denilen, bir Kızılderili kadınla evlenip kabileler arasında yaşayan beyaz erkekler de bulunuyordu. Ama onların da sonu farklı olmaz; "Otuz kırk kadar Squaw korunmak için bir çukura sığınmışlardı., 6 yaşındaki küçük bir kızın eline bir sopaya bağlanmış bir beyaz bayrak vererek ortaya saldılar; kızcağız daha birkaç adım atmıştı ki alnında giren bir kurşunla yere düşer. Daha sonra o çukurdaki bütün Squaw'lar ve dışarda kalanlar hep öldürülürler. Squaw'lar en ufak bir direnme göstermezler. Gördüğüm bütün ölülerin kafa derileri yüzülmüştü. Karnı ortadan yarılmış bir Squaw kadını, yanı başında henüz doğmamış bir çocuğuyla yerde yatıyordu. Robert Bent'in sözlerini Teğmen James Conner'de doğrular. "Ertesi gün savaş meydanında dolaştığımda, kafa derileri yüzülmemiş tek bir kadın, erkek yada çocuk ölüsüne rastlamadım; çoğunun gövdesi en korkunç işkencelere uğratılmıştı. Erkeklerin kadınların ve çocukların cinsel organları kesilmişti. Kara kazan'ın kurtulduğu katliamda çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 133 Kızılderili öldürüldü. Ardından Wounded Knee katliamında da 300 Kızılderili barış antlaşması yapılacak vaadiyle silahsızlandırılarak katledilirler.

HAYALET DANSI, DİRENİŞİN SEMBOLU OLDU
1885 Yıllarında Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada Kızılderilileri bir bunalımla yüz yüze geldiler. Artık Kızılderililerin geçimini ve hayatanı idame ettiren Bufalolar yok olmuştu. Hükümet kendi katlettiği Bufaloların yerine Kızılderililere bisküvi, un, tuzlu domuz eti ve sığırlardan oluşan yiyecekler gönderdi. Kızılderililerin büyükleri beyaz adamın yiyeceğini kabul etmedi, çoğu soğuğa ve açlığa dayanamayarak öldü. Kızılderili önderleri cesaretlerini yitirmişti. Tembellik içinde oturup hükümetin yavaş yavaş gelen bağışını beklemekten başka yapacak birşeyleri yoktu. Her Kızılderili reisi kendilerini kurtaracak bir reisin geleceğini ve beyazların elinden kurtaracağını inanmaya başladı. Uzaklarda Nevada'da geleceği görebilen, ölülerle konuşabilen bir Kızılderilinin yaşadığı söylentisi tüm Kızılderili topluluğunu kapladı. Bu konunun araştırılması için tüm Kızılderili reisleri heyet gönderdi. Bu söylenen medyum yoksa kendi hayal güçleriyle mi bilinmez Kızılderililerin çoğu kendilerini kaybederek trans haline girerek dans etmeye başladılar. Dansı ve rituelleri merak eden tüm Kızılderili kabileleri merak içinde bu dansı uygulamaya başladılar. Kızılderili önderleri ısrarla beyazları silip süpürecek ve Kızılderililere topraklarını geri verecek olan Kızılderili reisten söz etmeye başladılar. Beyazlar bundan Hayalet dansı dini olarak söz etmeye başladı. Büyük olasılıkla Kızılderililer kendilerinden geçene kadar kadar dans ettikleri hayaletle konuştukları için böyle bir ismi verdiler. Çok geçmeden tüm ülkenin Kızılderilileri bu dansı yapmaya başladı. Heyecan büyüktü ve giderek daha da artıyordu. Bu yeni önderlerin verdiği sözlerden kuşku duyan dost Kızılderililer beyazlara karşı bir isyanın başlamakta olduğunu ve toplu bir katliamın yapılabileceği konusunda ırkdaşlarını uyardılar. Hükümet bu yeni hareketten etkilenen Kızılderilerin üzerlerine kuvvetler göndererek durdurmaya çalıştı. Katliamlar bir birini kovaladı. Kızılderililere karşı olan sürek avı arttı. Fakat hükümet Hayalet dansı'yla gelen bu özgürlük kıvılcımını katliamlar kesemedi. Onun yerine aldığı bir kararla Hayalet dansının yapılmasını tüm kabilelerde yasaklattı. Büyük reis Oturan Boğa Hayalet dansı yasağına uymadığı için öldürüldü. "Kısa boğa" ve "Tekmeleyen Ayı" ise kurtulan reislerden bir kaçı idi. Hayalet dansı ve kuralları yıllarca gizlilik içersinde kabileler arasında sezsizce uygulandı.

KATLİAMCILARIN ŞOVMENİ BUFFALO BILL
Ömründe bir inek bile gütmeyen Codi, namı diğer Buffalo Bill, Kansas Pacific Demiryolu hesabına işçilerin yiyecek ihtiyacını sağlamak için çalışırken attığı kurşunlarla  Buffaloları öldürürek şöhret başamaklarını tırmanmaya başlar. Bu işinde o kadar ünlenir ki adı Buffalo Bill olur. İlk Kızılderiliyi 14 yaşındayken öldüren Bill sırtına astığı tüfeği ve tabancalarıyla bir kahramana dönüştürülür. Bill Kızılderili katlıamlarında hep ön sıralarda yer alır, hatta Cyenlerin ünlü reisi Sarı El'in öldürülmesinden sonra yanına giderek cebinden çıkardığı bıçağıyla reisin kafa derisini yüzer. Bu olaydan sonra  Kovboy romanlarının kapaklarında görürüz Bill'i. Süslü bir Meksika kostumü giyen "Kovboyların en ünlüsü" Winshecter tüfeği ve Colt tabancalarıyla bir yıldızdır artık. Kurmuş olduğu sirkte, izleyicilere Kızılderilerin öldürdüğü askerlerin kanını yerde bırakmadığını ballandıra ballandıra anlatırken elinde tuttuğu Cyen reisinin kafa derisiyle savaş naraları atıp alkış alır. ABD'nin birçok şehrinde aynı şovu tekrarlayan Bill alkış toplamakla kalmaz, şovlardan servet edinir. Savunmasız yüzlerce Kızılderiliye pusu kurup hile ile öldürüp kanlarıyla bir servet kazanan Bill tarih kitaplarında ise "Amerikalı öncü lider" diye anılır ne hikmetse. Evet o gerçekten yüzyılın bir lideriydi sadece eli kanlı bir liderdi.

TOPLAMA KAMPLARINDA YOK EDİLENLER
Uygar batı geçmişiyle övünmek istesede kendi tarihinin kan ve gözyaşıyla kurulduğunu her zaman görecektir. Tek tek toprakları elllerinden alınan Kızılderililer Toplama kamplarında uygarlaştırılmak için eğitimden geçirilmeye başlanırlar. Toplama kamplarında yaşamaya zorlanan Kızılderililerin yiyeceklerini sağlamak üzere bir çok kişiyle sözleşmeler yapılır. Getirilen yiyeceklerin üstlerinde kullanılamaz damgası olsa da Kızılderiilere dağıtılır. Yiyecek zehirlenmesi sonucunda meydana gelen ölümler sıralamasında çocuklar birinciliği hiçbir zaman bırakmazlar. Soğuk kış geceleri ısınmaları için Kızılderililere battaniye dağıtılır. Ardından, verem, kızamık, difteri gibi bulaşıçı hastalıklar boy gösterir kamplarda. Beyaz adam savaşmadan da Kızılderilileri yok etmenin yollarını daha önce neden düşünemediğine üzülür. Bir kurşun ile ancak bir Kızılderili öldürebilirken Mikroplu battaniyelerle binlercesini katletmek çok daha kolay olduğunu anlar. Kızılderililer ulusal kıyafetlerinden vazgeçmek "Uygar giysi" denilen elbiseleri giymek zorundaydılar. Ayrıca her Kızılderili erkeği saçını kısa kestirmeliydi. Saçıyla gurur duyan bir Kızılderili için son derece onur kırıcı bir uygulamaydı bu durum. Ama onları insan yerine koyan olmadığı için bunun önemi yoktu beyazlar için. Beyaz adam Kızılderıliler ile dört yüzü aşkın anlaşma yapar. Hepsi de beyaz adam tarafından bozulan anlaşma metinlerinde şunlar yazılıdır; "Irmaklar aktıkça, güneş tepede parladıkça ve çimenler yeşerdikçe bu topraklar sizindir ve sizin izniniz olmadıkça da ne elinizden alınabilir ne de satılabilir."

VE ŞİMDİ
Kızılderılilerin özgürlük kavgaları sonraki yıllarda da devam eder. 1975'te FBI'ın "yok edilmesi gereken hedef " listesinde yer alan Kızılderili harekatın günümüzdeki lideri Leonard Peltier sahte iddia ve belgelerle gözaltına alnır. FBI'ın Azınlık liderlerine uyguladığı tuzak bir eylemle ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Peltier için tüm Kızılderililer eylem başlatmalarına rağmen etkili bir lobileri olmadığı için sesleri hep cılız kalmakta.. ABD yönetimi'de Kızılderilileri pasif bir hale getirmek için elinden geleni yapmaya devam ediyor. Ülkede her Kızılderiliye kumarhane açma ve oynama izni veren hükümet Kızılderililerin kendi aralarında da içki ve fuhuşun yaygınlaşması içinde ön tedbirler alarak bir nevi asimile politikasını devam ettirerek kendine göre tehlikeli gördüğü bir ırkı pasivize etmektedir. Bir dönem özgürlük fikrini danslarıyla dile getirip beyazlara karşı güçlerini gösterme savaşı veren Kızılderililerin torunları ise günümüzde ABD hükümetinin kendilerine yaşamaları için ayırdığı toplama kamplarında dolarlara karşı hayalet dansını uygulayarak soylarını devam ettirmeye çalışıyorlar.

































__._,_.___