1997 yılında bu dünyadan ayrılan Rahibe Theresa (Mother Theresa) kendini Allah aşkı için insanlara adamıştı. Öylesine vermişti ki kendini fakir ve muhtaç insanlara, onların dertlerini dert bilmekten, sıkıntılarını biraz olsun hafifletmeye çalışmaktan, onlar için çareler yaratmaktan yüzünde derin ıstırap, yorgun ve bitkin bir ifade belirmişti son yıllarında. Yoksulluğu görüp de hâlâ yüzünde ruhani bir ifadeyle dolaşabilmek mümkün olabilir mi? Kendini tümüyle bir kenara koymuş, kendini adeta unutmuş, yaptığı işlere büyük bir titizlikle önem verir, başkaları adına da dertliydi.
Gönlü Allah inancı ve sevgisiyle dolu olan insan, 0'na teslim olmuş gözlerle bakmaya başlayınca etrafına, içinde beliren merhamet, şefkat ve hak duygusu, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi ayırt etmeden sevmeye iter onu ve o gözleri ona ıstıraptan boğulmuşları, yardım eli bekleyenleri, ümitle yol gözleyenleri gösterir hep. İşte Agnes böyle bir yol seçmişti kendine. Ama iki farklı zamanda içinde şiddetli bir arzu olarak beliren bu isteğin aslında Yaratan'ın onun için çizdiği yolu işaret ettiğini ve 0'nun buyruğu olduğunu kabul etmişti. Gerçek iman sahibi kişiler, atacakları her adımda 0'nun rızası ve iznini dilemezler ve aramazlar mı? Bunu yaparken elbette içinde yetiştiği kültürün ona verdiği Allah, din ve ahlâk arılayışı içinde başlayacaktı yoluna.
Theresa Ana, Agnes Gonxha Bojaxhiu adıyla 26 Ağustos 1910 yılında, Osmanlı İmparatorluğu'nun hâkimiyeti altındaki Makedonya'da, Skopje'de bir Arnavut olarak dünyaya gelmişti. Arnavutların büyük bir kısmı Müslümandı ama Agnes'in ailesi Katolik Hıristiyan olanlardandı. Çok seyahat eden, çok dil bilen ve politika ile ilgilenen bir iş adamı olan babasının, annesi ile birlikte yardım ve hayır konularında Agnes'in önünde güzel bir örnek olduğu, sonradan insanlara büyük hayırlar yapacak bu kişinin ilk derslerini onları izleyerek aldığı söylenir. Babası o dokuz yaşında iken öldüğünde, annesi en küçükleri Agnes olan üç çocuğunu tek başına düğün elbiseleri, gelinlikler dikerek, iğne ile nakış yaparak çok sıkı çalışarak büyütmeye başlamıştı. Bu arada her gün kiliseye gitmeyi, her akşam dua etmeyi ihmal etmeden, kapılarını çalan yardıma muhtaç, fakir ve zavallı insanları geri çevirmeden yaşıyorlardı.
Agnes kilisede olmayı, dua etmeyi, okumayı ve şarkı söylemeyi seviyordu. Annesi 6 çocuğu olan dul ve alkolik bir kadını himayesi altına almıştı ve her gün iki kez temizlik ve bakımları için onları ziyaret ederdi. Onun gidemediği zamanlarda bu işi Agnes yapardı. Kadın öldükten sonra çocukları ailenin birer üyesi gibi yetiştiler. Agnes iyi bir eğitim aldı; koroda soprano olarak söylerdi ve ayrıca mandolin de çalardı. Bir rahibe lisan konusunda yardım ederken Hindistan'daki Slav ve Hırvat misyonerlerini okumaya başlamıştı. 18 yaşında iken, Hindistan'da aktiviteleri olan Loreto Rahibeleri birliğine katılmıştı. Ve ilk defa 20 yaşında iken, hayatını Allah işlerine adayarak geçirme, kendini 0'na verme, O'nun kararlarına göre yaşama isteği duydu içinde. Annesiyle, ablasıyla, rahiple konuşup fikirlerini aldı ve kararını verdi. Bir Eylül günü vatanından ayrılırken istasyona ailesi, komşuları, okul arkadaşları, yaşlı, genç birçok insan onu uğurlamak için gelmişti ve denildiğine göre herkes ağlıyordu.
Dublin yakınındaki mensubu olduğu Loreto rahibelerinin ana merkezinde İngilizce öğrendi, dini hayat için yetiştirildi, rahibe kıyafetleri giymeye başladı ve kendisi için Rahibe Theresa ismini seçti. Aralık ayında ise rüyalarının ülkesi Hindistan'a doğru yola çıktı, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra oraya vardı. Kalküta'da öğretmen olmak için eğitim aldı. Bu arada yardıma muhtaç ve hasta olan herkes için elinden geleni yapıyordu. Rahibe öğretmen unvanını aldıktan sonraki ilk işi sınıfı temizlemekti ve okula gitmek için şehri bir baştan bir başa geçmesi gerekiyordu. Çocuklar onun coşkusu ve duyarlılığı yüzünden çok kısa zamanda onu sevmeye başladılar ve sayıları üç yüzü buldu. Onları koruyup sevdiği için, onların yedikleri ve içtikleriyle ilgilendiği için çocuklar ona "anne" adını taktılar. Bir yandan rahibelikte ilerlerken, okulda tarih ve coğrafya öğretmenliği yaparken, diğer yandan hastaneleri ziyaret edip insanların dertleriyle ilgileniyor, onlar için dua ediyordu. Ama Theresa için bunlar yeterli olmuyordu. Hiçbir eksiği olmadığı, kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yerine getirdiği halde rahat değildi. Sokaklardaki zavallı, fakir insanları kim koruyacaktı? Annesinin mektupları ona esas amacını hatırlatıyordu hep, fakirlerle ilgilenmeyi. Bu Theresa için gitgide artan bir istek haline gelmişti.
Sonunda yüreğine Tanrı'nın çağrısının düştüğünü hissetti: Fakirlerin en fakirlerine yardım etmek, onların arasında yaşamak için rahibelerden ayrılmak zorundaydı. Bu içinde beliren öylesine kuvvetli, mutlak ve kesindi ki, bu Tanrı'dan gelen bir emir gibiydi onun için. Çeşitli görüşmeler, izinler, Roma'nın ve Dublin'deki baş rahibenin onayı için epey uzun bir zaman geçmesi gerekti. Nihayet 1948 yılında 38 yaşındayken, rahibeliğini kaybetmeden Loreto birliğini terk etmesi için izin geldi, dini elbisesini çıkardı, ucuz mavi beyaz sarısına büründü. Sokaklardaki fakirlerin arasına girdi. Yapayalnızdı. Nerede bir yer bulursa orada uyuyor, fakirlere verdiği yiyeceklerden yiyerek besleniyordu. Yanında her zaman birkaç parça temizlik malzemesi bulundururdu. Hemşirelik kursu gördü, temel tıbbi yardımı öğrendi. Öyle hızlı öğreniyordu ki, aslında bir yılda edinilebilecek bilgileri dört ayda edindi. Bebeklerin yıkanmasına, hasta kişilerin yaralarının temizlenmesine yardımcı oldu; onların temiz ve bakımlı olmalarına yardım etti.
Fakir çocuklara okuma ve yazma da öğretiyordu. Bir zaman sonra küçük bir yeri okul olarak kullanması mümkün oldu. Tek başına mücadelesine devam ederken, daha önceden onun talebesi olan iyi halli bir aileye mensup Bengal'li bir kız, Rahibe Theresa ile kalıp ona yardım etmek istedi. Theresa ona fakirliğin zorluklarından bahsedip biraz daha beklemesini tavsiye etti. Bir süre sonra kız mücevherlerini çıkarmış olarak, basit elbiseler içinde geri döndü. 19 Mart 1949'da bu kız Rahibe Theresa'ya ilk katılan kişi oldu ve onun kızlık ismi olan Agnes'i isim olarak aldı. Sonra katılanların sayısı üçe çıktı, Kasım ayında beş oldu. Ertesi yıl yedi oldu. 1950 yılında Theresa Hayır Görevlileri (Missionaries of Charity) birliğini kurdu ve Hindistan vatandaşlığını aldı. Birçok yerde ona bağlı evler açılmaya başladı. Theresa organizasyonlar, konuşmalar yapmak; yardım etmek için dünyanın birçok yerine gitmeye başlamıştı. Kısa zamanda binlerce görevlisi, dünya çapında 450 merkezi oldu. Theresa Ana bütün dünyaca tanınmıştı ve çabaları herkesçe takdir görüyordu.
Bu arada aralarında 1979 yılında hak kazandığı Nobel Barış Ödülü, Papa 23. John'un barış ödülünün de olduğu ondan fazla ödül kazandı. Dünyevi ödüllerin kendisinin dünyaya daha çok yardım etmesine destek verecekse önemli olduğunu söylerdi. 1980'lerin başlarında uyuşturucu bağımlıları, fahişeler, dayak yiyen kadınlar; öksüz ve yetimler için evler açılmaya başlandı. 1985 yılında New york'ta ilk AIDS yardım evini kurdu; bunu diğer şehirlerdekiler takip etti ve Theresa Ana en yüksek Amerikan Vatandaşlık ödülü olan Özgürlük Madalyası'nı aldı. Hakkında 120 den fazla kitap yazılan 20. yüzyılın yardım, iyilik ve hayır konusundaki bu en ünlü ve en önemli figürü 5 Eylül 1997 yılında Kalküta'daki birliğinin evinde 87 yaşında iken bu dünyadan ayrıldı. Böyle insanlarda görevini yapmış olmanın iç huzurunu aramak beyhudedir. Onlar her şeye yetişememenin çaresizliğini, arkada bıraktıklarının üzüntüsünü içlerinde taşıyarak giderler. Ama aramızda sevilenler, orada da sevileceklerse, gittikleri yerde gönüllerine serinlik verileceğinden, teselli bulacaklarından emin olabiliriz.
1997 yılında bu dünyadan ayrılan Rahibe Theresa (Mother Theresa) kendini Allah aşkı için insanlara adamıştı. Öylesine vermişti ki kendini fakir ve muhtaç insanlara, onların dertlerini dert bilmekten, sıkıntılarını biraz olsun hafifletmeye çalışmaktan, onlar için çareler yaratmaktan yüzünde derin ıstırap, yorgun ve bitkin bir ifade belirmişti son yıllarında. Yoksulluğu görüp de hâlâ yüzünde ruhani bir ifadeyle dolaşabilmek mümkün olabilir mi? Kendini tümüyle bir kenara koymuş, kendini adeta unutmuş, yaptığı işlere büyük bir titizlikle önem verir, başkaları adına da dertliydi.
Gönlü Allah inancı ve sevgisiyle dolu olan insan, 0'na teslim olmuş gözlerle bakmaya başlayınca etrafına, içinde beliren merhamet, şefkat ve hak duygusu, hiçbir şeyi ve hiç kimseyi ayırt etmeden sevmeye iter onu ve o gözleri ona ıstıraptan boğulmuşları, yardım eli bekleyenleri, ümitle yol gözleyenleri gösterir hep. İşte Agnes böyle bir yol seçmişti kendine. Ama iki farklı zamanda içinde şiddetli bir arzu olarak beliren bu isteğin aslında Yaratan'ın onun için çizdiği yolu işaret ettiğini ve 0'nun buyruğu olduğunu kabul etmişti. Gerçek iman sahibi kişiler, atacakları her adımda 0'nun rızası ve iznini dilemezler ve aramazlar mı? Bunu yaparken elbette içinde yetiştiği kültürün ona verdiği Allah, din ve ahlâk arılayışı içinde başlayacaktı yoluna.
Theresa Ana, Agnes Gonxha Bojaxhiu adıyla 26 Ağustos 1910 yılında, Osmanlı İmparatorluğu'nun hâkimiyeti altındaki Makedonya'da, Skopje'de bir Arnavut olarak dünyaya gelmişti. Arnavutların büyük bir kısmı Müslümandı ama Agnes'in ailesi Katolik Hıristiyan olanlardandı. Çok seyahat eden, çok dil bilen ve politika ile ilgilenen bir iş adamı olan babasının, annesi ile birlikte yardım ve hayır konularında Agnes'in önünde güzel bir örnek olduğu, sonradan insanlara büyük hayırlar yapacak bu kişinin ilk derslerini onları izleyerek aldığı söylenir. Babası o dokuz yaşında iken öldüğünde, annesi en küçükleri Agnes olan üç çocuğunu tek başına düğün elbiseleri, gelinlikler dikerek, iğne ile nakış yaparak çok sıkı çalışarak büyütmeye başlamıştı. Bu arada her gün kiliseye gitmeyi, her akşam dua etmeyi ihmal etmeden, kapılarını çalan yardıma muhtaç, fakir ve zavallı insanları geri çevirmeden yaşıyorlardı.
Agnes kilisede olmayı, dua etmeyi, okumayı ve şarkı söylemeyi seviyordu. Annesi 6 çocuğu olan dul ve alkolik bir kadını himayesi altına almıştı ve her gün iki kez temizlik ve bakımları için onları ziyaret ederdi. Onun gidemediği zamanlarda bu işi Agnes yapardı. Kadın öldükten sonra çocukları ailenin birer üyesi gibi yetiştiler. Agnes iyi bir eğitim aldı; koroda soprano olarak söylerdi ve ayrıca mandolin de çalardı. Bir rahibe lisan konusunda yardım ederken Hindistan'daki Slav ve Hırvat misyonerlerini okumaya başlamıştı. 18 yaşında iken, Hindistan'da aktiviteleri olan Loreto Rahibeleri birliğine katılmıştı. Ve ilk defa 20 yaşında iken, hayatını Allah işlerine adayarak geçirme, kendini 0'na verme, O'nun kararlarına göre yaşama isteği duydu içinde. Annesiyle, ablasıyla, rahiple konuşup fikirlerini aldı ve kararını verdi. Bir Eylül günü vatanından ayrılırken istasyona ailesi, komşuları, okul arkadaşları, yaşlı, genç birçok insan onu uğurlamak için gelmişti ve denildiğine göre herkes ağlıyordu.
Dublin yakınındaki mensubu olduğu Loreto rahibelerinin ana merkezinde İngilizce öğrendi, dini hayat için yetiştirildi, rahibe kıyafetleri giymeye başladı ve kendisi için Rahibe Theresa ismini seçti. Aralık ayında ise rüyalarının ülkesi Hindistan'a doğru yola çıktı, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra oraya vardı. Kalküta'da öğretmen olmak için eğitim aldı. Bu arada yardıma muhtaç ve hasta olan herkes için elinden geleni yapıyordu. Rahibe öğretmen unvanını aldıktan sonraki ilk işi sınıfı temizlemekti ve okula gitmek için şehri bir baştan bir başa geçmesi gerekiyordu. Çocuklar onun coşkusu ve duyarlılığı yüzünden çok kısa zamanda onu sevmeye başladılar ve sayıları üç yüzü buldu. Onları koruyup sevdiği için, onların yedikleri ve içtikleriyle ilgilendiği için çocuklar ona "anne" adını taktılar. Bir yandan rahibelikte ilerlerken, okulda tarih ve coğrafya öğretmenliği yaparken, diğer yandan hastaneleri ziyaret edip insanların dertleriyle ilgileniyor, onlar için dua ediyordu. Ama Theresa için bunlar yeterli olmuyordu. Hiçbir eksiği olmadığı, kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yerine getirdiği halde rahat değildi. Sokaklardaki zavallı, fakir insanları kim koruyacaktı? Annesinin mektupları ona esas amacını hatırlatıyordu hep, fakirlerle ilgilenmeyi. Bu Theresa için gitgide artan bir istek haline gelmişti.
Sonunda yüreğine Tanrı'nın çağrısının düştüğünü hissetti: Fakirlerin en fakirlerine yardım etmek, onların arasında yaşamak için rahibelerden ayrılmak zorundaydı. Bu içinde beliren öylesine kuvvetli, mutlak ve kesindi ki, bu Tanrı'dan gelen bir emir gibiydi onun için. Çeşitli görüşmeler, izinler, Roma'nın ve Dublin'deki baş rahibenin onayı için epey uzun bir zaman geçmesi gerekti. Nihayet 1948 yılında 38 yaşındayken, rahibeliğini kaybetmeden Loreto birliğini terk etmesi için izin geldi, dini elbisesini çıkardı, ucuz mavi beyaz sarısına büründü. Sokaklardaki fakirlerin arasına girdi. Yapayalnızdı. Nerede bir yer bulursa orada uyuyor, fakirlere verdiği yiyeceklerden yiyerek besleniyordu. Yanında her zaman birkaç parça temizlik malzemesi bulundururdu. Hemşirelik kursu gördü, temel tıbbi yardımı öğrendi. Öyle hızlı öğreniyordu ki, aslında bir yılda edinilebilecek bilgileri dört ayda edindi. Bebeklerin yıkanmasına, hasta kişilerin yaralarının temizlenmesine yardımcı oldu; onların temiz ve bakımlı olmalarına yardım etti.
Fakir çocuklara okuma ve yazma da öğretiyordu. Bir zaman sonra küçük bir yeri okul olarak kullanması mümkün oldu. Tek başına mücadelesine devam ederken, daha önceden onun talebesi olan iyi halli bir aileye mensup Bengal'li bir kız, Rahibe Theresa ile kalıp ona yardım etmek istedi. Theresa ona fakirliğin zorluklarından bahsedip biraz daha beklemesini tavsiye etti. Bir süre sonra kız mücevherlerini çıkarmış olarak, basit elbiseler içinde geri döndü. 19 Mart 1949'da bu kız Rahibe Theresa'ya ilk katılan kişi oldu ve onun kızlık ismi olan Agnes'i isim olarak aldı. Sonra katılanların sayısı üçe çıktı, Kasım ayında beş oldu. Ertesi yıl yedi oldu. 1950 yılında Theresa Hayır Görevlileri (Missionaries of Charity) birliğini kurdu ve Hindistan vatandaşlığını aldı. Birçok yerde ona bağlı evler açılmaya başladı. Theresa organizasyonlar, konuşmalar yapmak; yardım etmek için dünyanın birçok yerine gitmeye başlamıştı. Kısa zamanda binlerce görevlisi, dünya çapında 450 merkezi oldu. Theresa Ana bütün dünyaca tanınmıştı ve çabaları herkesçe takdir görüyordu.
Bu arada aralarında 1979 yılında hak kazandığı Nobel Barış Ödülü, Papa 23. John'un barış ödülünün de olduğu ondan fazla ödül kazandı. Dünyevi ödüllerin kendisinin dünyaya daha çok yardım etmesine destek verecekse önemli olduğunu söylerdi. 1980'lerin başlarında uyuşturucu bağımlıları, fahişeler, dayak yiyen kadınlar; öksüz ve yetimler için evler açılmaya başlandı. 1985 yılında New york'ta ilk AIDS yardım evini kurdu; bunu diğer şehirlerdekiler takip etti ve Theresa Ana en yüksek Amerikan Vatandaşlık ödülü olan Özgürlük Madalyası'nı aldı. Hakkında 120 den fazla kitap yazılan 20. yüzyılın yardım, iyilik ve hayır konusundaki bu en ünlü ve en önemli figürü 5 Eylül 1997 yılında Kalküta'daki birliğinin evinde 87 yaşında iken bu dünyadan ayrıldı. Böyle insanlarda görevini yapmış olmanın iç huzurunu aramak beyhudedir. Onlar her şeye yetişememenin çaresizliğini, arkada bıraktıklarının üzüntüsünü içlerinde taşıyarak giderler. Ama aramızda sevilenler, orada da sevileceklerse, gittikleri yerde gönüllerine serinlik verileceğinden, teselli bulacaklarından emin olabiliriz.