MEBALİNDA'NIN MASALLARI Sevgi prensesi sevgi ve özgürlük...
Related discussions
- Farkındalık Ve Nefes Çok aydınlatıcı bir yazı paylaşımınız için teşekkürler..
-
KORKULARIN KABULÜ, SEVGİYE DÖNÜŞTÜRME VE OLUMLAMA
paylaştığınız konu çok değerli ama çok uzun 21 gün boyunca bu olumlamaları devam ettirebilmek zor geliyor.
1 reply Posted in Her Telden :)
-
BİLİNÇ ALTI ÇALIŞMASI-DEĞİŞİME GÜVEN
Meraba :) sayfaya yeni üye oldumda bilinçaltı çalışmasının nasıl yapıldığı ile ilgili bir link var mı sayfada ?
1 reply Posted in Her Telden :)
Önce bir’lik vardı…zamandan ve mekandan önce…uzak ve belki de hiç de uzak olmayan, bir an kadar yakın…bir’lik tam ve bütündü, sevgi, neşe, özgürlük, farkındalık, güzellik, saflık-masumiyet ve tanımsızdı. Sevgi neşeden, özgürlük tanımsızdan, farkındalık güzellikten saflıktan ve masumiyetten ayrı değildi.
Tanımlar, sınırlar, formlar henüz yaratılmamıştı, birlik sonsuzluktu…ve bir’lik kendini bilmek istedi, bir’lik kendini ifade etmek istedi, ve bir’lik forma dönüştü, bir’liğin içinde bir olan sevgi kendini sevgi prensesleri ve prensleri olarak ifade etti…bir’liğin içinde bir olan neşe kendini neşe prensesleri ve prensleri olarak ifade ettibirliğin içinde bir olan özgürlük kendini özgürlük prensesleri ve prensleri olarak ifade etti…etti…
Bir’liğin içinde bir olan güzellik kendini güzellik prensesleri ve prensleri olarak ifade etti…bir’liğin içinde bir olan saflık kendini saflık prensesleri ve prensleri olarak ifade etti…bir’liğin içinde bir olan tanımsız kendini tüm prenses ve prensler olarak tanımladı, ve tüm bunlar bir an’da oldu…
Birlik prens ve prenses bedenlerinin içine girerken gökkuşağı renkleri oluştu ilk kez, gökkuşağından bir yol oluştu bir’liğin sevgisi prens ve prenses bedenlerine girerken, kırmızı renk oluştu ilk kez bir’liğin neşesi prens ve prenses bedenlerine girerken, turuncu renk oluştu ilk kez ve sonra sarı, yeşil, mavi gece mavisi, ve mor…ve gökkuşağı renkleri oluştu, varoluşun özünü tüm prens ve prenseslere hatırlatmak için…
Bir’lik binlerce parçaya ayrıldı, bir an’da, prens ve prenseslere dönüştü…her bir prens ve prenses gökkuşağı yolundan geçerken bir’lik olan yuvalarından ayrılışı hissettiler, korkuyu hissettiler ilk kez, suçluluk duygusunu, ıstırabı, ve sonunda da kim olduklarını özlerini oluşturan 7 prensibi unutuverdiler, sevgi, neşe, özgürlük, farkındalık, güzellik, saflık ve tanımsız olan özlerini… Kendilerini ilk kez uzay boşlukta bulduklarında artık kim olduklarını hic mi hiç hatırlamıyorlardı, sadece bir his… ait oldukları sevgi dolu kollardan ayrılmışlığın hissiydi kalplerinde yuvalarından kalan bir anı…
İşte bu andan sonra prens ve prensesler kendilerini hep yalnız hissettiler, sevgiden ayrı hissettiler, kalplerinde yuvadan ayrı olmanın hissiyle eksik hissettiler, kalplerinde yeri bir türlü doldurulamayan derin bir boşluk hissettiler…ve aradılar, hep sevgiyi aradılar, içlerinde yuvadan ayrılıştan bu ana değin oluşmuş derin boşluğu doldurmak için o sevgiyi aradılar…masalımız yuvadan ayrılmış binlerce prens ve prensesten ikisinin öyküsüdür, sevgi prensesi ve özgürlük prensinin öyküsü…ve aynı zamanda bu yuvadan ayrılmış tüm prens ve prenseslerin de öyküsüdür, çünkü tüm prens ve prensesler kendileri bilselerde bilmeselerde aynı bir’liğin bireysel parçalarıdır, tüm olan bir’dir…
Zaman ve mekan kurulduğundan sonraymış, dünya/terra denen bir gezegende sevgi adında güzeller güzeli sevgi dolu bir kız yaşarmış. Kapkara gözlerini bakanlar özünden akan sevgiyi hisseder, ona hayran olurmuş. Konuştuğunda özündeki farkındalık sesiyle akar, dinleyenler onun sesinde dünyanın en tatlı melodisini duyarlarmış. Sevgi kendinin bir’liğin sevgi yansıması olan sevgi prensesi olduğunu bilmeden sevginin özünü taşıdığını bilmeden öylesine sıradan bir insan sanırmış, o kim olduğunu unuttuğunu bilmez ama dilinin ucunda bir hisle yaşar dururmuş.
İçinde oluşan derin boşluğu dolduracak sevgiyi ararmış durmadan, kalbindeki boşluğu dolduracak beyaz atlı prensini hayal edermiş. Ve yine dünya/terra denen bu gezegende mavi adında genç bir delikanlı yaşarmış, yakışıklımı yakışıklı..boyu heybetli bir ağacı andırır, yürürken adımları yere bir çınar gibi basarmış. Masmavi gözlerine bakanlar özünden akan özgürlükte mavi gözlerinde dalar giderler ona hayran olurlarmış. Konuştuğunda özünden akan neşe tüm ıstıraplı kalpleri ferahlatır, onlara özlerinin neşe olduğunu hatırlatırmış.
Mavi kendinin bir’liğin özgürlük yansıması olan özgürlük prensi olduğunu bilmeden özgürlüğün özünü taşıdığını bilmeden öylesine sıradan bir insan sanırmış , o kim olduğunu unuttuğunu bilmez, ama dilinin ucunda bir hisle yaşar dururmuş. İçinde oluşan derin boşluğu dolduracak sevgiyi ararmış durmadan, özgürlüğünü yaşayacağı günleri hayal eder dururmuş......
Günlerden bir gün sevgi prensesi sevgi ile özgürlük prensi mavi karşılaşmışlar. Kainatta tesüdüf diye bir şey yokmuş ve onların karşılaşması da kendileri bilmese de hiç de tesadüf değilmiş. Sevgi mavinin gözlerini baktığında özündeki özgürlüğü görmüş bu masmavi derin ve delici bakışlarda…mavi sevginin gözlerine baktığında özündeki sevgiyi görmüş bu yumuşak simsiyah bakışlarda…ve birbirlerine o an aşık olmuşlar. Sonsuza dek birbirlerinden ayrılmamaya yemin ederek bir’leşmişler.
Çok çok mutlu günler geçirmişler, birbirlerine bir’liğin özü olan sevgiyi neşeyi güzelliği saflığı yansıtmışlar. Tüm sınırların tüm tanımların ötesine geçmişler…ama dünya gezegeninde yaşayan tüm prens ve prensesler gün geçtikçe yuva olan özlerini daha bir unutur olmuşlar.
Kalplerindeki sevgiyle olan bağlarını her geçen daha çok unutur daha çok yitirir olmuşlar.sevgi sözcüklerinin yerini öfkeler, nefretler, neşenin yerini hüzünler, özgürlüğün yerini korkular almaya başlamış ve her geçen gün daha da artarak…ve prens ve prensesler her geçen daha çok sevgiyi arar olmuşlar, ve öfkenin korkunun ıstırabın olduğu yerlerde sevgiyi bulamadıkça daha da kızmışlar, daha da öfkeli olmuşlar…sevgi ve mavi de…sevgi artık bulamadığı sevginin hırsıyla özündeki sevgiden uzaklaşmış gitgide…
Mavi eskisi gibi sevmiyormuş onu, artık tatlı sözler yerini öfke dolu sözlere bırakmış, gözlerine baktığında içinde aktığı özgür denizler yokmuş yerinde…ve mavi sevginin gözlerine baktığında yumuşak sevgiyi hissedemez olmuş, sevginin gözleri artık öfke saçıyormuş, ve her geçen gün içindeki sevgisizliğin suçlusu maviymiş gibi onun özgürlüğünü daha da kısıtlıyormuş.
Mavinin özgürlüğünü çalıyormuş sevgi…ve mavide özgürlüğü, özü olan özgürlüğü kısıtlandıkça sevginin özünü çalıyormuş, ona sevgisini vermeyerek onun sevgisizliğe mahkum ediyormuş. Sevgi prensesi ve özgürlük prensi bu kavgaları sadece kendi kalplerinde yaptıklarını sanırlarmış, oysaki tüm olan birbirine bağlıymış.
Dünyadaki tüm bitkiler, tabiat ağaçlar, çiçekler, hayvanlar ve prens ve prensesler birbirlerine bağlıymış…sevgi ve mavi kim olduklarını unuttukları için bu gerçeği de unutmuşlar çoktan…onların içinde birbirlerine hissettikleri öfke ve kızgınlık dünyanın ısınmasına yol açıyormuş. Prens ve prensesler neden dünyanın artık bu kadar sıcak olduğunu anlayamıyorlarmış, oysa ki kalplerinde taşıdıkları kızgınlığın yansımasıymış dünyanın bu kadar sıcak olması, anlayamıyorlarmış.
Çiçekler kurumaya başlamış zamanla. Sevgi ve mavi kalplerindeki sevgiyi , neşeyi özgürlüğü unuttukça sular çekilmeye başlamış. Onlarınkalplerinin sevgisizlikten kurumasının yansımasıymış. Onlar dünyaya bağlı olduklarını, tüm olanın birbirine bağlı olduğunu, bir’lik olduklarını hatırlamıyorlarmış. Onlar kızdıkça, dünya ısınıyor, sular çekiliyor, kuraklık geliyormuş. Yağmurlar yağmıyormuş, onlara kalplerinin sevgisizlikten kuruduğunu anlatıyormuş toprak ana…hatırlamıyorlarmış, anlayamıyorlarmış.
Tüm olanın bir olduğunu dünyanın ve onların bir olduğunu hatırlamıyorlarmış. Ve sevgi ve mavi kalpten kalbe savaşıyorlarmış, ooo dünya savaşları gibi değil, silahlar kullanmıyorlarmış…ama dünya savaşları gibiymiş aynı zamanda kalpten kalbe savaşları…sözcüklerini sevgi yapıp birbirlerinin kalbinin sevgiyle okşamak yerine onlar ok yapıp birbirlerinin kalbine saplıyorlarmış.
En acımasız sözleri sarfediyorlarmış birbirlerine…ellerini sevgiyle birbirlerine dokunmak için kullanmak yerine acımasızca birbirlerini hırpalamak için kullanır olmuşlar. Öfkeli sözcüklerle birbirlerine saldırırken ellerini havaya kaldırıp boşlukta sallayarak birbirlerini tehtid eder olmuşlar. Gözlerinden birbirlerine sevgiyi özlerindeki sevgiyi akıtmak yerine, birbirlerine kızgınca yakar gibi bakar olmuşlar. Ne zaman sevgi öfkeyle baksa mavinin gözlerinin içine mavinin içi yanar yanar yanarmış, ne zaman mavi öfkeyle baksa sevginin gözlerinin içine sevginin içi yanar yanar yanarmış. Onlar sevgi oldukları özlerini çoktan unutmuşlar, kim olduklarını unutmuşlar, bakışlarını ok, sözlerini silah yapıp birbirlerine saldırır olmuşlar......
Ve yine birbirlerine sevgisizliklerini öfkelerini haykırdıkları bir gün…savaşmaktan yorgun düşmüş kalpleri artık daha fazla dayanamamış, ve mavi özgürlüğünü aramak için çıkıp gitmiş…ve onun gidişiyle sevginin canından can gitmiş, en değerli parçasının en büyük aşkının gidişine yüreği yanmış, birden ne yaptığını anlayıvermiş, içindeki öfkenin içindeki sevgisizliğinin ne kadar büyüdüğünü bir canavara dönüştüğünü, hem kendini hemde maviyi nasıl içine alıp yok ettiğini görmüş.
Sevgiyi nasıl yok ettiğini görmüş sevgi, ve hala özünün sevgi olduğunu, yuvanın sevgi yansıması sevgi prensesi olduğunu hatırlamıyormuş. Ve maviyi kaybetmenin acısıyla ağlamış, ağlamış sevgi…öyle çok öyle çok ağlamış ki büyük aşkı mavi için, gözlerinden dökülen yaşlar kalbine kadar ulaşmış, ve her bir damla kalbindeki sevgisizlik duvarına işlemiş adım adım, ve tüm sevgisiz duvarlar yıkıldığında kalbinden gökkuşağı renkleri yayılmaya başlamış.
Kalbinden gökyüzüne uzanan gökkuşağından bir yol oluşmuş. Ucu bucağı görünmeyen gökyüzüne uzanan bir gökkuşağı yolu. Sevgi şaşkınlık içindeymiş, içindeki bir ses bu gökkuşağı yolunu takip etmesini söylüyormuş, ama korkuyormuş da sevgi…sonsuzluğa kadar uzanıyormuş sanki gökkuşağı…ve tüm cesaretini toplayıp bu yolda yürümeye karar vermiş, maviyi de kaybettikten sonra kaybedecek hiçbirşeyi olmadığını düşünmüş.ve yürümeye başlamış, kırmızı rengin üzerinde yürürken yavaş yavaş hatırlamaya başlamış, yuvasını, kim olduğunu…içindeki ayrılık ve yalnızlık sifa buluyormuş sanki yürüdükçe. Hiçbir şeyden ayrı değilim, tüm olanla birim demiş, ayrılık diye bir şey yok, tüm birlik kalbimdeydi, ve ben onu unutmuştum.
Şimdi kalbinden sonsuzluğa uzanan bu gökkuşağı yolunun kırmızı renginde o ayrılığın hiç olmadığını anlayıvermiş…turuncu rengin üzerinden yürürken içindeki hüzünlerin dönüştüğünü hissetmiş, içini sonsuz bir neşe kaplayıvermiş. Tüm benliğini saran neşeyle yaşadıklarını onurlandırmış, olumlu yada olumsuz diye bir şey yok demiş, tümünden öğrendim, yaşadığım her anı onurlandırıyorum.
Sarı rengin üzerinde yürürken tüm korkularının şifalandığını hissetmiş. Korkulacak hiçbirşey yokmuş, yaşadığı her anın değerini bilmiş…özünün özgürlük olduğunu hatırlayıvermiş. yeşil rengin üzerinde yürürken, tüm suçluluk duygularının şifalandığını hissetmiş, suçluluk duyulacak hiçbirşey yokmuş, tüm yaşadıklarından öğrenmiş, ve yanlış diye bir şey olmadığını anlayıvermiş, özünün farkındalık olduğunu hatırlamış.
Mavi rengin üzerinde yürürken tüm güzellikleri hatırlayıvermiş, her anıngüzelliğini, yaşamanın coşkusunu, tüm ıstıraplarının dindiğini hissetmiş,özünün güzellik olduğunu hatırlayıvermiş, gece mavisi rengin üzerinde yürürken, kendi gücünü hissetmiş, aradığı hiçbirşeyin kendi dışında olmadığını, hiçbir zaman eksik olmadığını daima tam ve bütün olduğunu, içindeki derin boşluğu doldurmak için sevgiyi dışarıda aramasının gereksiz olduğunu, öz sevgisinin daima orada olduğunu, ve o an sevgi prensesi kendi öz sevgisiyle buluşmuş, aradığı en büyük sevginin kendi sevgisi olduğunu, en değerli sevginin önce kendini sevmek olduğunu bilmiş.
O burada durmuş, kendisi için gözyaşı dökmüş, herkese verdiği sevgide kendisi için ne kadar acımasız olduğunu görmüş, kendini ne kadar da az sevdiğini görmüş, kendinin en acımasız eleştireni olduğunu görmüş, içindeki sesin kendini ne kadar hırpaladığını…durmuş ve kendini sevmiş, kendi değerinikabul etmiş, ilk defa kendine hayran olmak için izin vermiş, kendini sevmek için kendine izin vermiş…o ilk defa affetmesi gereken kişinin kendisi olduğunu görmüş. Başkaları değil, o kendini affetmiş…affetmenin saflık olduğunu hatırlamış. gözyaşlarını silerek mor rengin üzerinde yürümeye başlamış.
Ve artık sevgi kim olduğunu hatırlamış. Yuvayı hatırlamış. Sevgi, neşe, özgürlük, farkındalık, güzellik, saflık ve tanımsız olan kaynağın forma bürünmüş ifadesi olduğunu hatırlamış. Gözlerini kapatmış ve ben benim demiş, ben tümolanım, tümolan benim parçam ve bende tüm olanın parçasıyım…gökkuşağı yolu bir daire olmuş, sevgi kalbinden yayılan bu gökkuşağı dairenin merkezindeymiş, o yuvadaymış, ve varolan her şeyle birmiş, bu birlik halinde içindeki tüm ıstıraplar, acılar korkular dönüşünceye kadar kalmış. Ve sonra ışık olup uçup gitmemiş sevgi prensesi sevgi…
Kim olduğunun bilişiyle dünyada kalmayı seçmiş. Ki diğer prens ve prenseslere kim olduklarını hatırlatmak için…Ve o biliyormuş ki mavi de, birliğin özgürlük ve neşe yansıması olan mavide bir gün kim olduğunu hatırlayacak, o da kalbinden sonsuzluğa açılan gökkuşağı yolundan adım adım geçeçek ve kim olduğunu bilecek…sevgi büyük aşkıyla yuvada buluşacaklarını biliyormuş…ve yuva başka boyutlarda yada başka alemlerde bir yerde değilmiş, o ben kimim sorusunun cevabıymış…sevgi tüm kalbiyle mavinin ben kimin sorusunun cevabını bulmak için gittiğini biliyormuş, ve bu yüzdende maviye sonsuz bir sevgi duyuyormuş.
Sevgi kim olduğunu bilmiş, mavi kim olduğunu bildiğinde onlar yuvada buluşacaklar…ve yuva başka alemlerde yada başka boyutlarda değildir, yuva olduğun yerdir, yuva kalbindedir, ben kimin diye soran her bir kalp yuvayı yine kalbinde bulacaktır. Çünkü kalbindeki sonsuzluğun hücresi yuvadan bu yana yaptığın tüm yolculukların anılarını taşır, ve tek bir soruyla bu anılara ulaşabilirsin…BEN KİMİM???