Related discussions

nills Discussion started by nills 14 years ago

Japonya'daki nükleer santral faciası ile birlikte, dünya üzerinde yaşayan herkes değilse bile, hatırı sayılır sayıda insan tedirgin oldu ve bu konu üzerinde yeniden düşünmeye başladı. Nükleer enerji konusunun bir hekimi ne kadar ilgilendirdiği, hekimlerin burnunu sokabileceği işlerin sınırının ne olduğu konusu tartışılabilir elbette. Yakın tarihimizdeki olayların etkileri ve aldığımız eğitimin ağırlığı gibi nedenlerle bırakın politika üretmeyi, politika ile ucundan kıyısından ilgili gördüğümüz her türden olaya mesafeli durma eğilimindeyiz. Fikir üretmemeye, istemeden fikir ürettiğimizde ise açık etmemeye koşullanmışız. Böyle baktığımızda, nükleer enerji de sakıncalı konular arasında sayılabilir. Ayrıca aile hekimleri için düzenlenen sınıflandırmada, bizlerden sadece jeneratör isteniyor. Bu jeneratörü çalıştırmak için gerekli enerjiyi üretmemiz, bunun için küçük çapta bir santral kurmamız da beklenmiyor. Yani, bu kadar iş güç arasında, bu konuyla uğraşmamıza gerek olmadığı söylenebilir.

Öte yandan, güneşin zararlı etkileri, korunma yolları, oluşan sorunların tedavisiyle biz ilgileniyoruz. Güneş, bizden milyonlarca kilometre uzakta duran, insan eliyle yapılmamış, en güvenilir reaktörümüz! Sırf bu noktadan hareketle bile nükleer enerji ve riskleri hakkında yorum yapmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.

Bir konuda yorum yapmadan önce, o konuda hiç olmazsa temel bilgilere sahip olmak gerekir. Temel mekanizmayı anlamadan fikir yürütmek doğru olmaz.

Elektrik enerjisi üretmek için kullanılan madde ne olursa olsun, temel mekanizma hepsinde aynıdır. Kullanılan yakıtla su ısıtılarak buhar basıncı oluşturulur. Buhar gücüyle tribün çevrilir, elektrik enerjisi üretilir. Nükleer santrallerde yakıt, su veya kömür değil, parçalanan atomlardır. Aynı anda milyarlarca atomun parçalanmasıyla çok büyük bir enerji açığa çıkar. Nükleer reaktörlerde kullanılan bu yakıt çubukları suyun içinde durur. Parçalanma enerjisiyle su hızla ısınır ve oluşan buhar gücüyle elektrik elde edilir. Sürekli soğuk su takviyesi ve ısıtılmasıyla, bu işlem bir sorun çıkana dek sürer gider.

Bir nükleer reaktörde, güvenlik açısından en önemli bölüm soğutma sistemidir. Yüksek ısı ve buhar basıncı, soğutma sisteminin çalışmasıyla kontrol altında tutulur. Japonya'daki felaketin nedeni, soğutma sisteminin durmasıydı. Deprem ve tsunami sonrası elektrik sistemi arızalandı. Soğutma sistemi de elektrikle çalışıyordu. Tam bu noktada şunu anlıyoruz ki, bu felaketin meydana gelmesi için deprem veya tsunaminin olması şart değildir. Elektrik kesintisi başka bir nedenle de olabilir ve sonuç değişmez. Çernobil'de olan şey de buna yakındı. Basit bir tasarım hatası vardı ve elektrik sistemi arızası sonucu patlama olmuştu. En inanılmaz olan şey ise, arızanın ve patlamanın, soğutma sisteminin arızalanmasına karşı hazırlıklı olmak üzere yapılan tatbikat sırasında gerçekleşmesiydi. Basit bir hatanın nelere mal olabileceğini, bu olayda hiç günahı olmayan ve fikri sorulmayan binlerce insan çok acı şekilde gördü.

Soğutma sistemi devre dışında kaldığında olabilecekleri kestirmek güç değil. Milyarlarca atom parçalanmaya devam ederken reaktör yeterli miktarda suyla beslenemezse, ortamın ısısı ve oluşan buharın basıncı kabul edilebilir değerlerin çok üzerine çıkar. Nükleer çubukların olduğu havuzda su kalmayınca çubuklar erimeye başlar. Tam erime gerçekleştiğinde, reaktörün içindeki radyoaktif maddeyi tutan koruyucu zırhlar da erimeye başlar. İşte en korkulan şey, bu zırhın tamamen yok olması ve parçalanmaya devam eden radyoaktif maddenin açıkta kalmasıdır. Japonlar şimdi bu durumun önüne geçmek için, var güçleriyle deniz suyu pompalamaya çalışıyorlar. Tuzlu olan deniz suyunun pompalanması, reaktörün bir daha kullanılamayacak hale gelmesi, yani gözden çıkarılması demek. Buna razı olmak yetmiyor. Yeterli hacimdeki suyu pompalamak için en az 10 günlük bir sürenin gerektiği söyleniyor. Bu süreyi bekleme şansı bulunmadığından, reaktör kapakları zaman zaman bir miktar açılarak basınç düşürülmeye çalışılıyor. Herkesi ürküten patlamalar bu işlemin yapılması sırasında gerçekleşiyor ve asıl tehlike bu değil. Patlamanın nedeni, buhar içinde yoğun olarak bulunan hidrojenin havadaki oksijenle karşılaşması. Tam erimeyi önlemek, ısıyı ve basıncı düşürmek için bir miktar buharla birlikte, buhar içinde bulunan radyoaktif maddeler de mecburen dışarı veriliyor. 160 km açıkta demirleyen Amerikan gemilerinin can havliyle kaçmalarının nedeni, buhardaki radyoaktif maddelerin iki günden daha kısa sürede tam da tepelerine ulaştığını tespit etmeleriydi. Tespit edilen maddeler arasında iyot-121 ve sezyum-137 var. İyotun zarar verici etkisi daha kısa sürüyor. Dağıtılan iyot tabletleri, sadece bu maddenin zararlı etkilerinden korunmaya yarıyor. Zavallı insanların tiroid bezleri, aldanıp ta radyoaktif iyotu tutmasın diye, dışarıdan verilen iyotla doyurulmaya çalışılıyor. Sezyum ise zararlı etkisini 30 yıl sürdürüyor. Yani, vereceği zararların tespiti için, aslında 30 yıl beklemek gerekiyor. Ancak asıl ürkütücü olan, ne yazık ki bu da değil. Reaktördeki yakıtlar ve yakıt havuzları, uranyum ve plutonyum da içeriyor. Bunlar nükleer silah yapımında da kullanılan, yasaklanmasına rağmen, bir çok ülkenin diğerinden gizli olarak işlediği maddeler. Bu nedenle, tahmin edilen miktarların üzerinde oldukları düşünülüyor. Verilen bilgilere göre Japonya da bu konuda masum değil. En korkulan senaryo gerçekleştiğinde olabilecekleri anlatmak zor. Sadece plütonyum239'un radyoaktif özelliğini 25.000 yılda kaybettiği, uranyum 235'in ise 700 milyon yıl faal kaldığı bilgisi bile kabus gibi. Çernobil çevresindeki 60 km çapındaki alana serbest giriş, çok uzun bir süre için yasaklanmıştı. Meraklısı için söyleyeyim, yasak yaklaşık 600 yıl sonra bitiyor!

Bunları bilmek, çok sayıda soruyu getiriyor akla. Benim cevabını bulamadığım sorulardan bazıları şunlar:

* Enerjide dışa bağımlı olmaktan kurtulmak için nükleer santralin şart olduğu söyleniyor. Dışarıdan birilerinin yapacağı, işleteceği, zamanı geldiğinde ortadan kaldıracağı, açığa çıkan atıklarla ilgileneceği, bir bağımsızlık modelini kavrayamıyorum. Üstüne bir de kucak dolusu para dökeceğimiz bu girişimi nasıl açıklayabilirsiniz?

* Sadece yalıtım konusunda dikkatli davrandığımızda bile tasarruf edeceğimiz enerjinin onlarca nükleer santralin üreteceği enerjiden fazla olduğu söyleniyor. En kötü malzemeyi kullandığımız için elektriğin önemli bir kısmı havaya ve toprağa karışıp gidiyor. Kabloların tamamını yenilemek için harcanacak para, nükleer santral için harcanacak olandan çok daha az. Neden bu yöntemi tercih etmiyoruz?

* Eldeki teknolojiyi mutlaka satmaya çalışan, ne pahasına olursa olsun daha fazla para kazanmayı hedefleyen bu vahşi sistemin işleyiş yöntemini çok iyi biliyoruz. Neden oyuna geliyoruz?

* İnsanlar, uğruna sürekli savaşıp durduğu sınırları kendi elleriyle çizdiğini ne zaman unuttu? Bulutlar ve rüzgar sınırları tanımadığı halde, çizdiğimiz çizgilerle onları durduracağımızı, kendimizi koruyacağımızı mı sanıyoruz? Bu günlerde ölüm, çöpünü başkalarının bahçesine attığı için kendisini akıllı zanneden yeryüzü komşumuzun üzerine de yağıyor. Aynı kürenin üzerinde yaşadığımızı hatırlamanın zamanı gelmedi mi?

* Tamirhanedeki gaz tüplerini, depodaki havai fişekleri bile kontrol altında tutamayan bir toplumuz. Kültürümüz ve aldığımız eğitim nedeniyle dikkatli, disiplinli ve kuralına uygun davranış kalıplarına sahip değiliz. Bize benzemeyen Japonların bile bu konuda aciz kalması, neden bizi ürkütmüyor?

* Deprem anı dışında neden depremden hiç korkmuyor, aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz? Kurulması planlanan santralin fay hattının kucağında olması bizi neden korkutmuyor?

* Nükleer enerjiyi temiz enerji olarak tanımlayan ilk kişi kimdir? Bulutlar kirleniyor, deniz ve toprak kirleniyor, besinlerimiz kirleniyor, sadece bu günümüz değil, geleceğimiz kirleniyor. Öyle bir pislik ki, genlerimize yapışıp kalıyor, doğmamış çocuklarımız kirleniyor. Bulaştığı yere ölüm saçan bir şeyin temiz olduğu nasıl iddia edilebilir?

* Konunun uzmanlara danışıldığı, sorun olmadığı söyleniyor. Adı geçen uzman kişilerden bazıları, bunun 30 yıl kadar önce ve o günün koşullarına göre alınan bir karar olduğunu, şimdi şartların değiştiğini ve verilen izinlerin, alınan kararların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini, sonucun aynı olmayacağını söylemeye çalışıyor. Onları neden şimdi kimse duymuyor?

* Her şey bir tarafa, nükleer enerji konusunda yanıldığımızı, birçok olumlu yanı olup çok karlı bir girişim olduğunu, mesela turizm geliriyle uğraşana kadar bu yolla çok daha kısa zamanda zengin bir ülke olabileceğimizi farz edelim. Riske girmeyip daha az zengin olmayı tercih etme hakkımız yok mudur?

Cevabını bulamadığım çok sayıda sorum, sağlığımla ve geleceğimle ilgili endişelerim var! Sizin?