Sana hiç ölmeyecekmişsin gibi gelir. Otuz sene çok uzundur; mesafe çok uzaktır, sanki ölüm başına gelmeyecek gibidir.
Ölümü düşünmek istiyorsan, onun hakkında bir başka gerçeği bil: Bir sonraki an olabilir; bir sonraki an bile mümkündür. Sen cümlemin tamamını duymayı başaramayabilirsin, onu tamamlayamayabilirim. Annemin babası bana, doğduğumda bir astroloğa danıştığını anlatırdı, o gün*lerin ünlü astrologlarından birine. As*trolog benim kundali'mi, doğum haritamı çıkaracakmış. Ama astrolog in*celemiş ve demiş ki: "Bu çocuk yedi sene sonra hayatta kalırsa, ancak o zaman haritayı çıkarırım. Yedi seneden fazla yaşaması imkânsız görünüyor, bu yüzden faydasız. Çocuk yedi sene içinde ölecekse kundali yapmak faydasız; faydası olmaz. Ve ben,” demiş astrolog, “kundali faydalı olmayacaksa onu asla yapmam.” Bu yüzden yapmamış.
Neyse ki ya da ne yazık ki, hayatta kaldım. Sonra annemin babası astroloğa gitti, ama adam ölmüştü, bu yüzden benim kundalimi yapamadı. Ölmüştü ve ben hep bunu merak ederim. Adam bu çocuğun ölebilece*ğini fark etmişti, ama kendisinin öle*bileceği gerçeğinin farkında değildi. Farkında değildi! Tamamen kayıtsız*dı gibi geliyor... Ve o sıradan bir adam değildi. Ama kimse kendi ölü*mü ile ilgilenmez. Bilerek, sinsice, onunla ilgilenmeyiz, çünkü bu, kor*ku yaratır. Bu yüzden ben hep astro*loğun kendi kundalisine hiç bakma*mış olabileceğinden kuşkulanıyo*rum; aksi halde farkına varırdı.
Ölüm bir sonraki an mümkündür, ama zihin buna inanmaz. Ben söylü*yorum ve zihnin, "Hayır!" diyor. "Bir sonraki an nasıl mümkün olabilir? O çok uzakta." Ama hile budur. Erteler*sen, düşünemezsin. Öyle yakın ol*malıdır ki ona odaklanabilesin. Ve ben bir sonraki an mümkündür der*ken, tam da söylediğimi kastediyo*rum. Olabilir ve ne zaman olursa ol*sun, bir sonraki an olacaktır. Ondan hemen önce, neler olacağını anlama*mış olacaksın.
Biri ölüyor; bir an önce ölümün bu kadar yakın olduğunu asla düşüne*mezdi. Daima bir sonraki an olur... Hatırla. Hep böyle olmuştur ve hep böyle olacaktır. Hep bir sonraki an olacaktır. Onu yakına getir ki ona odaklanabilesin ve o odaklanma se*nin içeri girmene yardım edecektir, yeni bir ihtiyaç yaratılmış olacaktır.
İkinci olarak; yaşamaya devam ediyorsun. Hemen şu anda, yapay anlamlar ve amaçlar uyduruyorsun. Bir anlamı olsa da, olmasa da, asla hayatı bir bütün olarak düşünmüyorsun. Yeni anlamlar yaratıp duruyorsun ve o anlamlarla kendini yaşamaya zorluyorsun. İşte bu yüzden fakir bir adam zengin bir adamdan daha anlamlı bir hayat yaşar… Çünkü fakir adamın elde edecek çok şeyi vardır ve bu, hayatına anlam verir. Gerçekten zenginsen, olası her şeye sahipsin ve bu dünya artık sana yeni bir şey veremez demektir. Artık hemen, şu an için, bugün için, yaşamana yardımcı olacak bir anlam yaratamazsın. İşte bu yüzden toplum ne kadar zenginse, kültür ne kadar zenginse, o kadar anlamsız gelir. Fakir toplumlar asla anlamsız hissetmez.
Fakir bir adam bir ev edinmekle ilgilenir. Senelerce bunun için çalışır. Hayatının bir anlamı vardır; kaza*nılması gereken bir şey vardır. Ve evi elde ettiğinde en az birkaç gün mut*lu olur, ama daha büyük evler de vardır... Bu yüzden hareket etmeye, şunu ya da bunu yapmaya devam eder, asla hayatını bir bütün olarak düşünmez, asla bir anlamı olup ol*madığını düşünmez. Asla hayatı bir bütün olarak kabul etmez.
Her şeye sahip olduğunu düşün... Ev, özlediğin araba ve tüm düşlerin gerçekleşmiş. Ee, şimdi ne olacak? İhtiyaç duyduğun her şeye sahip ol*duğunu düşün. Şimdi ne olacak? Aniden anlam kaybolur. Bir uçuru*mun üzerinde duruyorsun; hiçbir şey yapılamaz. Sen anlamsız oldun. Sen zaten anlamsızsın, yalnızca bunun farkında değilsin. Tüm dünyaya sa*hip olsan bile, sonra ne olacak? Seni ne tatmin edecek?
İskender Hindistan'a geliyormuş ve büyük bir azizle, Diyojen ile karşı*laşmış. Diyojen şimdiye dek dünyaya gelmiş; zihni çok işleyen insanlardan biriydi. Mahavira gibi çıplak yaşıyor*du; o Grek uygarlığının ve kültürünün Mahavira'sıydı. Diyojen her şeyi bırak*mış, her şeyden vazgeçmiş, ama bir şeylerden vazgeçerek bir şey elde edeceğinden değil... O gerçek vazgeçmek değildir. Bir şey elde etmek için bir şeyden vazgeçiyorsan, bu bir alışveriştir. Cennette rezervasyonun olacağını düşünüyorsan ve bu yüzden dünyadan vazgeçiyorsan, bu gerçek vazgeçmek değildir. Tinsel zevkler uğruna bedensel zevklerden vazgeçiyorsan, bu vazgeçmek değildir.
Diyojen her şeyden vazgeçmiş, ama bir şey elde etmek için değil. Sırf, hiçbir şeye sahip olmadığında, bunun bir anlamı olup olmadığını görmek için vazgeçmiş. İnsan hiçbir şeye sahip olmazsa ve o zaman bile insanın bir anlamı, bir amacı, bir yazgısı varsa, o zaman ölümün hiçbir şeyi yok edemeyeceğini, çünkü ölümün yalnızca sahip olunan şeyleri yok edebileceğini ve bedenin onlardan biri olmadığını düşünüyormuş. Her şeyi terk etmiş. Tek bir şeyi varmış: Su içmek için tahta bir çanak. "Bu pek bir şey sayılmaz," diye düşünmüş. Sonra bir gün elleriyle su içen bir çocuk görmüş. Çanağı hemen atmış. Demiş ki: "Bir çocuk elleriyle su içebiliyorsa, ben bir çocuktan daha mı zayıfım?"
İskender fethetmek için, bir dünya imparatorluğu kurmak için Hindistan'a gelirken, biri ona yolunun üzerinde, mola vereceği yerde, onun tam tersi olan büyük bir bilge yaşadığını söylemiş. Ona demişler ki: “Sen büyük bir dünya imparatorluğu kuracaksın; o çanağını bile fırlatıp attı, çünkü onsuz da mutlu olduğuna göre, o yükü neden taşısın? Ve sen diyorsun ki, tüm dünya senin imparatorluğun olmadığı sürece mutlu olmayacaksın. Bu yüzden o tam zıt kutupta ve onunla tanışırsan iyi olur.
İskender büyülenmiş. Zıt kutuplar hep büyüler. Zıt olan daima büyüler; derin, cinsel bir cazibesi vardır. Nasıl bir erkek bir kadına, bir kadın bir erkeğe cezbediliyorsa, zıtlar arası*nda da aynı çekim vardır. İskender Diyojen'i görmezden gelememiş, ama onun için Diyojen'e gitmek iyi değilmiş ve Diyojen'in ona gelmesi de imkânsızmış... Çözüm yokmuş.
Sana hiç ölmeyecekmişsin gibi gelir. Otuz sene çok uzundur; mesafe çok uzaktır, sanki ölüm başına gelmeyecek gibidir.
Ölümü düşünmek istiyorsan, onun hakkında bir başka gerçeği bil: Bir sonraki an olabilir; bir sonraki an bile mümkündür. Sen cümlemin tamamını duymayı başaramayabilirsin, onu tamamlayamayabilirim. Annemin babası bana, doğduğumda bir astroloğa danıştığını anlatırdı, o gün*lerin ünlü astrologlarından birine. As*trolog benim kundali'mi, doğum haritamı çıkaracakmış. Ama astrolog in*celemiş ve demiş ki: "Bu çocuk yedi sene sonra hayatta kalırsa, ancak o zaman haritayı çıkarırım. Yedi seneden fazla yaşaması imkânsız görünüyor, bu yüzden faydasız. Çocuk yedi sene içinde ölecekse kundali yapmak faydasız; faydası olmaz. Ve ben,” demiş astrolog, “kundali faydalı olmayacaksa onu asla yapmam.” Bu yüzden yapmamış.
Neyse ki ya da ne yazık ki, hayatta kaldım. Sonra annemin babası astroloğa gitti, ama adam ölmüştü, bu yüzden benim kundalimi yapamadı. Ölmüştü ve ben hep bunu merak ederim. Adam bu çocuğun ölebilece*ğini fark etmişti, ama kendisinin öle*bileceği gerçeğinin farkında değildi. Farkında değildi! Tamamen kayıtsız*dı gibi geliyor... Ve o sıradan bir adam değildi. Ama kimse kendi ölü*mü ile ilgilenmez. Bilerek, sinsice, onunla ilgilenmeyiz, çünkü bu, kor*ku yaratır. Bu yüzden ben hep astro*loğun kendi kundalisine hiç bakma*mış olabileceğinden kuşkulanıyo*rum; aksi halde farkına varırdı.
Ölüm bir sonraki an mümkündür, ama zihin buna inanmaz. Ben söylü*yorum ve zihnin, "Hayır!" diyor. "Bir sonraki an nasıl mümkün olabilir? O çok uzakta." Ama hile budur. Erteler*sen, düşünemezsin. Öyle yakın ol*malıdır ki ona odaklanabilesin. Ve ben bir sonraki an mümkündür der*ken, tam da söylediğimi kastediyo*rum. Olabilir ve ne zaman olursa ol*sun, bir sonraki an olacaktır. Ondan hemen önce, neler olacağını anlama*mış olacaksın.
Biri ölüyor; bir an önce ölümün bu kadar yakın olduğunu asla düşüne*mezdi. Daima bir sonraki an olur... Hatırla. Hep böyle olmuştur ve hep böyle olacaktır. Hep bir sonraki an olacaktır. Onu yakına getir ki ona odaklanabilesin ve o odaklanma se*nin içeri girmene yardım edecektir, yeni bir ihtiyaç yaratılmış olacaktır.
İkinci olarak; yaşamaya devam ediyorsun. Hemen şu anda, yapay anlamlar ve amaçlar uyduruyorsun. Bir anlamı olsa da, olmasa da, asla hayatı bir bütün olarak düşünmüyorsun. Yeni anlamlar yaratıp duruyorsun ve o anlamlarla kendini yaşamaya zorluyorsun. İşte bu yüzden fakir bir adam zengin bir adamdan daha anlamlı bir hayat yaşar… Çünkü fakir adamın elde edecek çok şeyi vardır ve bu, hayatına anlam verir. Gerçekten zenginsen, olası her şeye sahipsin ve bu dünya artık sana yeni bir şey veremez demektir. Artık hemen, şu an için, bugün için, yaşamana yardımcı olacak bir anlam yaratamazsın. İşte bu yüzden toplum ne kadar zenginse, kültür ne kadar zenginse, o kadar anlamsız gelir. Fakir toplumlar asla anlamsız hissetmez.
Fakir bir adam bir ev edinmekle ilgilenir. Senelerce bunun için çalışır. Hayatının bir anlamı vardır; kaza*nılması gereken bir şey vardır. Ve evi elde ettiğinde en az birkaç gün mut*lu olur, ama daha büyük evler de vardır... Bu yüzden hareket etmeye, şunu ya da bunu yapmaya devam eder, asla hayatını bir bütün olarak düşünmez, asla bir anlamı olup ol*madığını düşünmez. Asla hayatı bir bütün olarak kabul etmez.
Her şeye sahip olduğunu düşün... Ev, özlediğin araba ve tüm düşlerin gerçekleşmiş. Ee, şimdi ne olacak? İhtiyaç duyduğun her şeye sahip ol*duğunu düşün. Şimdi ne olacak? Aniden anlam kaybolur. Bir uçuru*mun üzerinde duruyorsun; hiçbir şey yapılamaz. Sen anlamsız oldun. Sen zaten anlamsızsın, yalnızca bunun farkında değilsin. Tüm dünyaya sa*hip olsan bile, sonra ne olacak? Seni ne tatmin edecek?
İskender Hindistan'a geliyormuş ve büyük bir azizle, Diyojen ile karşı*laşmış. Diyojen şimdiye dek dünyaya gelmiş; zihni çok işleyen insanlardan biriydi. Mahavira gibi çıplak yaşıyor*du; o Grek uygarlığının ve kültürünün Mahavira'sıydı. Diyojen her şeyi bırak*mış, her şeyden vazgeçmiş, ama bir şeylerden vazgeçerek bir şey elde edeceğinden değil... O gerçek vazgeçmek değildir. Bir şey elde etmek için bir şeyden vazgeçiyorsan, bu bir alışveriştir. Cennette rezervasyonun olacağını düşünüyorsan ve bu yüzden dünyadan vazgeçiyorsan, bu gerçek vazgeçmek değildir. Tinsel zevkler uğruna bedensel zevklerden vazgeçiyorsan, bu vazgeçmek değildir.
Diyojen her şeyden vazgeçmiş, ama bir şey elde etmek için değil. Sırf, hiçbir şeye sahip olmadığında, bunun bir anlamı olup olmadığını görmek için vazgeçmiş. İnsan hiçbir şeye sahip olmazsa ve o zaman bile insanın bir anlamı, bir amacı, bir yazgısı varsa, o zaman ölümün hiçbir şeyi yok edemeyeceğini, çünkü ölümün yalnızca sahip olunan şeyleri yok edebileceğini ve bedenin onlardan biri olmadığını düşünüyormuş. Her şeyi terk etmiş. Tek bir şeyi varmış: Su içmek için tahta bir çanak. "Bu pek bir şey sayılmaz," diye düşünmüş. Sonra bir gün elleriyle su içen bir çocuk görmüş. Çanağı hemen atmış. Demiş ki: "Bir çocuk elleriyle su içebiliyorsa, ben bir çocuktan daha mı zayıfım?"
İskender fethetmek için, bir dünya imparatorluğu kurmak için Hindistan'a gelirken, biri ona yolunun üzerinde, mola vereceği yerde, onun tam tersi olan büyük bir bilge yaşadığını söylemiş. Ona demişler ki: “Sen büyük bir dünya imparatorluğu kuracaksın; o çanağını bile fırlatıp attı, çünkü onsuz da mutlu olduğuna göre, o yükü neden taşısın? Ve sen diyorsun ki, tüm dünya senin imparatorluğun olmadığı sürece mutlu olmayacaksın. Bu yüzden o tam zıt kutupta ve onunla tanışırsan iyi olur.
İskender büyülenmiş. Zıt kutuplar hep büyüler. Zıt olan daima büyüler; derin, cinsel bir cazibesi vardır. Nasıl bir erkek bir kadına, bir kadın bir erkeğe cezbediliyorsa, zıtlar arası*nda da aynı çekim vardır. İskender Diyojen'i görmezden gelememiş, ama onun için Diyojen'e gitmek iyi değilmiş ve Diyojen'in ona gelmesi de imkânsızmış... Çözüm yokmuş.