Neden içeriye gitmiyorsun? Çünkü içeriye gitme ihtiyacını henüz yaratmamışsın. Bir kez ihtiyaç orada olunca, dışarıda olduğu gibi içeride hareket etmek de kolay olur. O ihtiyaç nedir? O ihtiyaç dinle ilgilidir. Orada ihtiyaç olmadığı sürece dindar ola*mazsın. O ihtiyaç nasıl yaratılır? İnsan hangi süreçle, içeriye gitmeni sağla*yan derin bir ihtiyacın farkına varır?
Üç şey hatırlanmalıdır: İlki, ölüm. Unutma, tüm yaşamsal ihtiyaçlar se*ni dışa gitmeye zorlar. İçe gitmek is*tiyorsan temel endişen ölüm olmalı*dır; aksi halde içe gidemezsin. İşte bu yüzden ölümün bilincine derinle*mesine varan Buda gibi insanlar içe gitmeye başlamışlardır. Ancak ölü*mün farkına vardığında geriye dönüp bakma ihtiyacını yaratırsın.
Yaşam dışarıya bakar. Ölümün farkına varmadığın sürece din senin için anlamsızdır. İşte bu yüzden hay*vanların dini yoktur. Onlar canlıdır, insan kadar canlı, hatta daha fazla, ama ölümün bilincinde değildirler, ölümü kavrayamazlar, ölümü göremezler. Başkalarının öldüğünü görürler, ama bu ölümün kendi ölümlerinin işareti olduğunu hayvan zihni algılayamaz.
Hayvan zihni için ölüm hep başkalarının başına gelir. Ve senin için de ölüm yalnızca başkalarının başına gelen bir şeyse, hâlâ hayvan zihninde yaşıyorsun demektir. Ölümün farkında değilsen, henüz insan olmamışsındır. Hayvan ile insan arasındaki temel fark budur... Çünkü hayvan ölümün farkına varamaz, yalnızca insan varabilir. Ölümün farkına varmamışsan henüz insan değilsin ve yalnızca insan içe gitme ihtiyacını yaratır.
Benim için, insan ölüm farkındalığıdır. Ölümden korkun demiyorum; o farkındalık değildir. Yalnızca ölümün gittikçe yaklaştığı, onun için hazırlanman gerektiği gerçeğinin fa*rkına var.
Hayatın kendi ihtiyaçları vardır; ölüm kendi ihtiyaçlarını yaratır. İşte bu yüzden daha genç toplumlar dinsizdir... Çünkü genç toplumlar henüz ölüm olgusunun farkında değildir; onlar için merkez bir endişe olmamıştır. Daha yaşlı bir toplum (örne*ğin, Hindistan, var olan eski toplumlardan biri) ölümün fazlasıyla farkındadır. Bu farkındalık yüzünden, derinlerde, Hindistan dindardır. Bu yüzden ilk şey: Ölümün farkına var. Onun hakkında düşün, ona bak, tefekküre dal. Korkma, gerçekten kaçma. Oradadır ve sen ondan kaçamazsın! Seninle birlikte var olmuştur.
Ölümün seninle birlikte doğmuştur; artık ondan kaçamazsın. Sen onu kendi içinde saklıyorsun... Onun farkına var. Öleceğinin, ölümün kesin olduğunun farkına vardığın anda tüm zihnin farklı bir boyuta bakmaya başlar. O zaman besin beden için temel bir ihtiyaç olur, ama benlik için değil, çünkü besin alsan bile öleceksin. Besin seni ölümden koruyamaz, besin ölümü ancak erteleyebilir. Besin senin ertelemene yardımcı olur. İyi bir sığınak, iyi bir ev bulursan, o seni ölümden koruyamaz. Yalnızca düzgün bir şekilde, rahatça ölmene yardımcı olur. Ve ölüm, rahatça da olsa, rahatsızca da olsa, aynıdır.
Yasamda zengin ya da fakir olabilirsin, ama ölüm en büyük eşitleyicidir. En büyük komün ölümdedir. Nasıl yaşarsan yaşa, hiçbir fark yaratmaz; ölüm eşit olarak gelir. Yaşamda, eşitlik imkânsızdır; ölümde, eşitsizlik imkânsızdır. Onun farkına var, onu düşün. Ve ölüm yalnızca gelecekte bir yerde kesin değildir: Onun çok uzakta olduğu fikriyle, yine onu düşünmeyi başaramazsın. Zihnin çok küçük bir kapsama alanı vardır; zihnin odağı çok küçüktür. Otuz senenin ötesini düşünemezsin. Otuz sene sonra ölüm olacaktır...
Neden içeriye gitmiyorsun? Çünkü içeriye gitme ihtiyacını henüz yaratmamışsın. Bir kez ihtiyaç orada olunca, dışarıda olduğu gibi içeride hareket etmek de kolay olur. O ihtiyaç nedir? O ihtiyaç dinle ilgilidir. Orada ihtiyaç olmadığı sürece dindar ola*mazsın. O ihtiyaç nasıl yaratılır? İnsan hangi süreçle, içeriye gitmeni sağla*yan derin bir ihtiyacın farkına varır?
Üç şey hatırlanmalıdır: İlki, ölüm. Unutma, tüm yaşamsal ihtiyaçlar se*ni dışa gitmeye zorlar. İçe gitmek is*tiyorsan temel endişen ölüm olmalı*dır; aksi halde içe gidemezsin. İşte bu yüzden ölümün bilincine derinle*mesine varan Buda gibi insanlar içe gitmeye başlamışlardır. Ancak ölü*mün farkına vardığında geriye dönüp bakma ihtiyacını yaratırsın.
Yaşam dışarıya bakar. Ölümün farkına varmadığın sürece din senin için anlamsızdır. İşte bu yüzden hay*vanların dini yoktur. Onlar canlıdır, insan kadar canlı, hatta daha fazla, ama ölümün bilincinde değildirler, ölümü kavrayamazlar, ölümü göremezler. Başkalarının öldüğünü görürler, ama bu ölümün kendi ölümlerinin işareti olduğunu hayvan zihni algılayamaz.
Hayvan zihni için ölüm hep başkalarının başına gelir. Ve senin için de ölüm yalnızca başkalarının başına gelen bir şeyse, hâlâ hayvan zihninde yaşıyorsun demektir. Ölümün farkında değilsen, henüz insan olmamışsındır. Hayvan ile insan arasındaki temel fark budur... Çünkü hayvan ölümün farkına varamaz, yalnızca insan varabilir. Ölümün farkına varmamışsan henüz insan değilsin ve yalnızca insan içe gitme ihtiyacını yaratır.
Benim için, insan ölüm farkındalığıdır. Ölümden korkun demiyorum; o farkındalık değildir. Yalnızca ölümün gittikçe yaklaştığı, onun için hazırlanman gerektiği gerçeğinin fa*rkına var.
Hayatın kendi ihtiyaçları vardır; ölüm kendi ihtiyaçlarını yaratır. İşte bu yüzden daha genç toplumlar dinsizdir... Çünkü genç toplumlar henüz ölüm olgusunun farkında değildir; onlar için merkez bir endişe olmamıştır. Daha yaşlı bir toplum (örne*ğin, Hindistan, var olan eski toplumlardan biri) ölümün fazlasıyla farkındadır. Bu farkındalık yüzünden, derinlerde, Hindistan dindardır. Bu yüzden ilk şey: Ölümün farkına var. Onun hakkında düşün, ona bak, tefekküre dal. Korkma, gerçekten kaçma. Oradadır ve sen ondan kaçamazsın! Seninle birlikte var olmuştur.
Ölümün seninle birlikte doğmuştur; artık ondan kaçamazsın. Sen onu kendi içinde saklıyorsun... Onun farkına var. Öleceğinin, ölümün kesin olduğunun farkına vardığın anda tüm zihnin farklı bir boyuta bakmaya başlar. O zaman besin beden için temel bir ihtiyaç olur, ama benlik için değil, çünkü besin alsan bile öleceksin. Besin seni ölümden koruyamaz, besin ölümü ancak erteleyebilir. Besin senin ertelemene yardımcı olur. İyi bir sığınak, iyi bir ev bulursan, o seni ölümden koruyamaz. Yalnızca düzgün bir şekilde, rahatça ölmene yardımcı olur. Ve ölüm, rahatça da olsa, rahatsızca da olsa, aynıdır.
Yasamda zengin ya da fakir olabilirsin, ama ölüm en büyük eşitleyicidir. En büyük komün ölümdedir. Nasıl yaşarsan yaşa, hiçbir fark yaratmaz; ölüm eşit olarak gelir. Yaşamda, eşitlik imkânsızdır; ölümde, eşitsizlik imkânsızdır. Onun farkına var, onu düşün. Ve ölüm yalnızca gelecekte bir yerde kesin değildir: Onun çok uzakta olduğu fikriyle, yine onu düşünmeyi başaramazsın. Zihnin çok küçük bir kapsama alanı vardır; zihnin odağı çok küçüktür. Otuz senenin ötesini düşünemezsin. Otuz sene sonra ölüm olacaktır...