Related discussions

burak Discussion started by burak 14 years ago

Mikro kozmosun şekilsel sembolü olarak “Pentagram”, sayısal sembolü olarak da “Beş” rakamı kullanılagelmektedir. (“Beş”, insanın sayısıdır. İnsan kollarını ve bacaklarını açtığı zaman, başı ile birlikte beş köşeli bir yıldıza benzemektedir. Ayrıca insanda görme, işitme, koklama, tat alma ve dokunma olmak üzere beş duyusu vardır.) Makro kozmosun sayısal sembolü “On” ile betimlenmektedir. Mikro kozmosun altında daha ufak kozmoslar da vardır ve bir görüşe göre insan bu küçük kozmoslar ve evren arasında bir köprü kurmaktadır ve bir bakıma orta yeri tutmaktadır.

Einstein’ın dediği gibi, “Evrenin en anlaşılamaz tarafı anlaşılabilir olmasıdır.” S.Hawking bir makalesinde, mikro kozmos ile makro kozmos’u birleştiren “büyük birleşik kuram”ın evreni büyük ölçüde anlaşılabilir kılacağını ve bugün anlamakta zorlandığımız karadeliklerin esrarını, büyük patlamadan sonraki ilk bir kaç dakikayı anlayabileceğimizi söylüyor. Makro kozmos, içindeki güçler (gezegenler, sabit yıldızlar, Ay ve Güneş) mikro kozmos üzerinde de etki eder. Kendi başına bir makro kozmos olan insanın yaşamı kendisinden büyük olan resmin içinde ise sadece küçük bir lekedir.

“Okuduklarım ve bildiklerimle baktığımda makro ve mikro kozmosta gördüğüm mükemmellik karşısında şaşkın durumdayım. O zaman diyorsunuz ki, akıllı bir yaratıcı var. Akıllı yaratıcı, Allah. Düşünün ki insan hayatı kısacık. Dünya milyarlarca yıldır var. İnsan, en fazla 120 yıl yaşayabiliyor. İnsan toz parçası bile değil. Dalga içindeki bir damla.” “Bizim 1, 5 kilogramlık beynimiz, içindeki 1 trilyonluk hücresiyle makro kozmos ile mikro kozmosu kavrayabiliyor. Kendimizi bulmak da çok kolay değil. Felsefe, din eğitimleriyle kendimizi bulmaya çalışıyoruz. Buna çalışan kim? Beynimiz. Beynimiz hakkında pek az şey biliyoruz. Beyin çok değişik hücrelerden yapılmış. Yapısı ve işlevleri ise muazzam. Hem evreni, hem de hücre içini kavramamız, algılamamız ilginç. Bunu hiçbir hayvan algılayamıyor. Beyin beni şaşırtıyor.” diyor Ord. Prof. Dr. Gazi Yaşargil
Tüm çağların felsefecileri görünür evrenin, bütün evrenin yalnızca küçük bir parçasını oluşturduğunu, aynı şekilde, insanın fiziksel bedeninin de onun bileşik yapısının en önemsiz parçası olduğunu öğretmişlerdir. Kabalistlere göre Kabala insana soyut ilkeleri sayesinde, hem etrafındaki hem içindeki evrenin sırrını anlaması için verilmiştir. Kabala, bütün yaratıkların ve maddelerin öz bakımından bir olduğunu, küçük bir âlem olan insanın bir büyük âlem olan Tanrı’nın minyatür bir sureti olduğunu göstermiştir. “Zohar’da iki âdem inanışı vardır: Bunlardan birincisi olan ilahi varlık, en yüksek köken karanlıktan dışarı adımını atarak ikinci, dünyevi âdemi kendi suretinde yarattı. Daha yüce ve göksel olan insan, ilahi potansiyelleri ve kuvvetleriyle devasa bir kişidir; bu kişinin azaları Gnostiklere göre varoluşun temel elementleridir. Bu Âdem iki tarafa bakar şekilde sembolize edilmiş olabilir. O bir yüzüyle kendisini oluşturan sebep’e bakarken, diğeriyle içinde var olduğu devasa kozmos denizine bakmıştır.”

Tarih boyunca kadim uygarlıkların tüm bilgilerinde, Güneş ve Ay’ın, tüm gök cisimlerinin insanlar üzerindeki etkileri anlatılmış, eski Sümer’lerde, Aztek, İnka ve Maya’larda günümüz astronomlarını şaşırtan çeşitli Ay ve Güneş takvimleri yapılmıştır. Kadim topluluklar da evrenle insan yani mikro ile makro arasındaki benzerliği binlerce yıl önce fark etmiş ve insana yararlı olmak için kullanmaya başlamıştır. Her gök cismi kendine has bir yayın, titreşim yapmakta ve etki göndermektedir. Kadim toplumların ele aldığı güneş, ay, galaksi ve gezegenlerin insanoğlunu ruhsal ve fiziksel açıdan etkilemeleri güneş sistemi ve ötesindeki sabit yıldızların; doğum haritamıza göre bizim kişiliğimiz, psikolojik yapımız ve kaderimizle ilintili olduğu görüşü Hermetik öğretide mevcuttur. Eski çağlarda, her şeyin birbiri ile bağlantılı olduğu, bir bütünün parçası sayıldığı kadim anlayışa uygundur. Makrodaki her şey mikroyu ilgilendirir. Yani bir deyişle, “Yukarısı aşağıya benzer.” Temel yasalar görünenin ardındaki görünmeyene bakan gözler için her yerde aynıdır.

Mevlâna Mesnevi isimli eserinde şunları söyler: “Kutup, o kimsedir ki kendi etrafında döner dolaşır. Göklerse onun etrafında döner.”; “…Tanrı, neyi dilerse o olur. O, mekân âleminde de hâkimdir, mekânsızlık âleminde de”; “Suret sureti olmayandan meydana gelir. Nitekim duman da ateşten çıkar… Yüzlerce alet, aletsizlikten meydana çıkar… Tanrı, elsizlik âleminde eller dokur. O canlar canı, adam suretini düzer durur” “Sonsuz gidişler, sonsuz hüner ve sanatlar, hep düşüncelerde doğan suretlerin gölgesidir”; “Her yurdun duvar, tavan ve sair suretlerini mimarın düşüncesinin gölgesi bil”. Her şeyin bir zıttı bulunmakta, mikro kozmosta varolan her nesne ve her olgunun makro kozmosta bir karşılığı bulunmaktadır.

Jacob Böhme şöyle diyor: “Biz insanların Tanrı’yı işaret eden ortak bir kitabı var. O herkesin içindedir ve o Tanrı’nın paha biçilmez ismidir. Onun harfleri aşkın harflerdir. Kalbinizdeki ve ruhunuzdaki bu alfabeyi okuyun, başka kitaba gerek kalmayacaktır. Tanrı’nın çocuklarının bütün yazıları sizi bu kitaba yöneltir, çünkü bütün bilgelik hazineleri orada yatmaktadır. Bu kitap içinizdeki merihtir.” Yaşar Nuri Öztürk ise “Kur’an vicdanınızdır” diyor.
Spinoza’ya göre de evren “Makro ve Mikro Kozmos” olarak ikiye ayrılmıştır. “Başlangıçta bir olan bu iki evren, insanın duygu ve tutkularının esiri olması yüzünden ayrışmıştır. Neyin iyi neyin kötü olduğu “makro kozmos”un doğasında belli ve gizlidir. “Mikro kozmos” olarak insan duygu ve tutkularının esiri olmaktan kurtularak makro kozmosun doğasına geri dönüp bu evrensel ilkelere sahip olmalıdır. Zamanla makro ve mikro kozmos bağıntısı kurulur.” Protagoras “İnsan her şeyin ölçüsüdür” demiştir. Bu söylem bir yandan insanın göreceliliğini yansıtır, diğer yandan da insanın yapı ve işlev olarak makro kozmosun küçük ölçekte kuruluşu olduğunu ifade eder.