Related discussions
-
SEZGİ.....
0 Replies Posted in Her Telden :)
-
+++ SEZGİSEL AKIL
0 Replies Posted in Her Telden :)
Sözlüğe baktığın zaman bir fark yoktur. Ancak gerçek hayatta inanılmaz bir fark bulunur. Bilgi bir teoridir. Bilmek ise bir deneyim. Bilmek demek, gözlerini açıp, gördüğün anlamına gelir. Bilgi ise, birinin gözünü açıp, gördüğünü ve ondan söz ettiğini ortaya koyar. Sen sadece bu bilgiyi toplamaya çalışırsın. Bilgi sen körken bile mümkündür. Bilgi mümkündür. Gözlerin olmadan ışık hakkında birçok şey öğrenebilirsin. Ama eğer körsen bilmen mümkün değildir. Bilmek, ancak gözlerin iyileşirse, eğer görebiliyorsan mümkündür. Bilmek, temelde senin deneyimindir. Bilgi bir toplamadır. Bilgi bir lanettir. Bir felakettir. Bir kanserdir.
Bilgi yüzünden insan bütünden ayrılır. Bilgi mesafe yaratır. Dağlarda yabani bir çiçekle karşılaşırsın ve ne olduğunu bilmezsin. Zihninin bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Zihnin sessiz kalır. Çiçeğe bakarsın ve o çiçeği görürsün. Ama içinden bir bilgi yükselmez. Bir hayranlık vardır. Bir gizem. Çiçek oradadır. Sen oradasın. Bu hayranlık ile sen ayrılmaz, hatta aranda bağ kurarsın. Ancak eğer bu çiçeğin bir gül, bir papatya ya da başka bir şey olduğunu bilirsen, o bilgi aranızdaki bağı koparır. Çiçek oradadır, sen buradasındır. Arada bir köprü yoktur. Sen biliyorsun. Bilgi mesafe yaratır.
Ne kadar çok bilirsen, mesafe o kadar büyür. Ne kadar az bilirsen, mesafe o kadar kısalır. Ve eğer o bilmeme anını yaşarsan, ortada bir mesafe kalmaz. Bağ oluşturursun.
Bir kadın ya da erkeğe aşık olursun. Aşık olduğun gün arada bir mesafe yoktur. Sadece bir hayranlık, heyecan, coşku ve sevinç vardır. Ama bilgi yoktur. Bu kadının kim olduğunu bilmiyorsun. Bilgi olmayınca sizi ayıran bir şey yok. O yüzden aşkın ilk anları çok güzeldir. O kadınla 24 saat yaşadıktan sonra bile bilgi oluşmaya başlar. Şimdi o kadın hakkında bazı fikirlerin var. Kim olduğunu biliyorsun. Bir imaj var. Yirmi dört saat, bir geçmiş yarattı. O yirmi dört saat, zihninde işaretler bıraktı. Aynı kadına baktığın zaman, artık aynı gizemi yaşamazsın. Tepeden aşağı geliyorsun. O zirveyi kaybettin.
Bunu anlamak çok şeyi anlamaktır. Bilginin böldüğünü, mesafe yarattığını anlamak, meditasyonun sırrını anlamaktır.
Meditasyon bir bilmeme durumudur. Meditasyon bilgi tarafından bozulmamış saf alandır. Evet, İncil�deki hikâye doğrudur. İnsanoğlu bilgi ağacının meyvesini yiyerek, bilgiden aşağı düşmüştür. Dünyada bunu aşan bir yazıt yoktur. Buradaki cümle her şeyi özetliyor. Başka hiçbir cümle bu yüksekliğe ve bu kavrayışa ulaşmamıştır.
İnsanoğlunun bilgiden aşağı düşmesi çok mantıksız görünüyor. Mantıksız görünüyor çünkü mantık bilginin bir parçasıdır. Mantık her zaman bilgiyi destekler. Mantıksız görünüyor çünkü insanoğlunun düşüşünün temelindeki asıl neden mantıktır.
Tamamen mantıklı bir insan, aklı her zaman başında olan, hayatında hiçbir mantıksızlığa izin vermeyen bir insan, delinin tekidir. Akıl sağlığının delilikle dengelenmesi gerekir. Mantığın, mantıksızlıkla dengelenmesi gerekir. Karşıtlar buluşup denge kurar. Sadece rasyonel olan bir insan mantıksızdır. Çok şey kaçırır. Hatta bütün o güzellikleri ve gerçek duyguları kaçıracaktır. Lüzumsuz bilgiler toplayacak. Hayatı tekdüze olacak. O, bir dünya insanı olacak.
İncil�den o cümlenin inanılmaz bir derinliği vardır. İnsanoğlu neden bilgiden aşağı düştü? Çünkü bilgi, mesafe yaratır. Çünkü bilgi, ben ve seni yaratır. Çünkü bilgi, nesne ve obje yaratır. Bilen ve bilinen. Gözlemci ve gözleneni yaratır. Bilgi, kısacası şizofreniktir. Bir ayrılık yaratır ve sonra bunun üzerinden köprü kurmak imkansız olur.
O yüzden insan daha fazla bilgili oldukça, daha az dindar oluyor. İnsan daha fazla eğitimli oldukça, bütüne yaklaşma ihtimali o kadar azalıyor. İsa, benim krallığıma sadece çocuklar girmeyi başaracak derken haklıdır. Sadece çocuklar. Senin kaybettiğin ve çocuklarda bulunan nicelik nedir? Çocukların bilmeme niceliği vardır. Masumiyet! Merakla bakar. Gözleri tamamen şeffaftır. Derinden bakar, ama hiçbir önyargısı, hükmü ya da geçmiş fikri yoktur. Bir projeksiyon yapmaz. O yüzden, ne neyse onu öğrenir. Çocuk gerçeği bilir. Sen sadece tekdüze gerçekliği bilirsin. Projeksiyon yaparak, arzulayarak, düşünerek, kendi etrafında yarattığın gerçekliği. Gerçeklik, gerçeğin sana ait yorumudur.
Gerçek, neyse odur. Gerçeklik ise, sizin ondan ne anladığınızdır. Size göre gerçektir. Gerçeklik, şeylerden oluşur. Hepsi ayrıdır. Gerçek ise, tek bir kozmik enerjidir. Gerçek, bir tekliktir. Gerçeklik ise, birçok şeyin bir araya gelmesi. Gerçeklik kalabalıktır. Gerçek ise, entegrasyon.
J. Krişnamurti şöyle demişti: �Reddetmek sessizliktir.� Neyi reddetmek? Bilgiyi reddetmek, zihni reddetmek, içindeki bu sürekli işgali reddederek, içinde bir boşluk yaratıyorsun. İçinde bir meşguliyet yoksa, bütünle uyum içinde olursun. Eğer bir meşguliyet varsa, bu uyum bozulur. O yüzden ne zaman içinde bir sessizlik anına ulaşırsan, inanılmaz bir keyif alırsın. O anda hayatın bir anlamı olur, kelimeler ötesinde bir görkem oluşur. O anda hayat bir danstır. Eğer o anda ölüm bile gelse, bir dans ve kutlama olacaktır çünkü o an, keyiften başka bir şey bilmez. O an saf zevktir, büyük bir mutluluktur.
Bilginin reddedilmesi gerekiyor. Ama ben öyle dediğim için değil. J. Krişnamurti öyle söylediği için değil. Ya da Guatam Buddha öyle dediği için değil. Eğer ben söylediğim için reddedersen, o zaman kendi bilgilerini reddetmiş olursun ve benim söylediklerim o bilgilerin yerine geçmiş olur; sadece yerine başka bir şey geçmiş olur. Ondan sonra söylediğim her şey senin bilgin olur ve onlara yapışmaya başlarsın. Eski putlarını attıktan sonra yerine yenilerini koymuş olursun ve aynı oyun farklı kelimeler, fikirler ve düşüncelerle bir daha oynanır.
Peki o zaman bilgiyi nasıl reddedeceğiz? Başka bilgilerle değil. Sadece bilginin mesafe yarattığını görmek yeterlidir. Bu gerçeği yoğun olarak görmek, tam olarak görmek yeterli. Onun yerine başka bir şey koymak zorunda değilsin.
O yoğunluk bir ateştir, o yoğunluk bilgini küle çevirecektir. O yoğunluk yeterli olur. O yoğunluk, kavrayış olarak bilinen şeydir. Kavrayış senin o bilgini yakacak ve yerine de başka bir bilgi geçmeyecektir. Ondan sonra boşluk vardır, Şunyata. Ondan sonra ise hiçbir şey yok çünkü orada tatmin yok; sadece huzurlu ve çarpıtılmamış gerçek var.
Benim ne söylediğimi anlamalısın. Burada benim söylediklerimi öğrenmek için bulunmuyorsun. Burada beni dinlerken bilgi toplamaya başlama. Burada, not almaya başlama. Beni dinlemek bir kavrayış deneyimi olmalı. Beni yoğunlukla dinlemelisin, her şeyinle, senin için mümkün olan en yoğun bir farkındalıkla. O farkındalık içinde bir nokta göreceksin ve bunu görmek bile değişimin kendisidir. Ondan sonra bir şey yapmana gerek yok; görmek tek başına dönüşümü getiriyor.
Eğer bir çaba gerekirse, bu senin o noktayı kaçırdığını gösterir. Eğer yarın gelip bana, �bilginin lanetli bir şey olduğunu anladım, bilginin mesafe yarattığını anladım. Şimdi onu nasıl atacağım?� diye sorarsan, o zaman ıskalamışsın demektir. Eğer kafanda nasıl diye bir soru varsa, o zaman kaçırmışsın demektir. Nasıl ile başlayan bir şey soramazsın, çünkü bu daha fazla bilgi talep etmek olur. Nasıl ile ne yapılacağına dair metot ya da teknik istemek oluyor.
Kavrayış yeterlidir; herhangi bir çabanın buna yardım etmesi gerekmiyor. Onun ateşi içindeki bütün bilgileri yakıp yok etmeye yeter de artar bile. Görün yeter.
Beni dinlerken, benimle gel. Beni dinlerken elimi tut, seni götürmeye çalıştığım yerlere doğru adım atmaya çalış ve söylediklerimi görün. Tartışma. Evet ya da hayır deme, hak verme, haksız deme. Bu anı benimle birlikte yaşa. Ve o kavrayış birden ortaya çıkar. Eğer dikkatle dinliyorsan, burada dikkat kelimesiyle konsantrasyondan söz etmiyorum; dikkat kelimesiyle, donuk bir zihinle dinlemek yerine farkında olarak dinliyorsan, zekanla, canlılığınla ve her şeye açık olarak dinliyorsan, burada şu anda benimle birlikteysen ve aklın başka bir yerde değilse, dikkatten kastettiğimi anlamış olursun. Başka bir yerde değilsin. Zihninde benim söylediklerimle eski düşüncelerini kıyaslama. Hiçbir şeyi kıyaslama ve yargılama. Söylediklerimin doğru olup olmadığını ya da ne kadarının doğru olduğunu içinde yargılamak için orada değilsin.
Daha geçen gün arayış içindeki biriyle konuştum. Bulmayı başaracak niteliklere sahip biriydi ancak sırtında bilgi yükü vardı. Ben onunla konuşurken gözleri dolmaya başladı. Kalbi tam açılmak üzereydi ve o anda zihin devreye girip bütün bu güzelliği bozdu. Kalbine ve aydınlanmaya doğru yönelirken zihni hemen müdahale ediyordu. Gözlerinden dökülmek üzere olan gözyaşları birden durdu. Gözleri kurudu. Ne olmuştu? Benim söylediğim bir şeyi kabul etmesi mümkün değildi.
Belirli bir noktaya kadar bana katılıyordu. Sonra onun Musevi geçmişine, Kabalaya ters düşen bir şey söyledim ve birden bütün enerjisi değişti. �Her şey doğru� dedi. �Söylediğin her şey doğru ama bunu kabul edemem. Tanrı�nın amacı olmadığını ve varoluşun bilinçli olarak varolmadığını kabul edemem. Buna asla katılamam. Çünkü Kabala bunun tam tersini söyler� dedi. Hayatın bir amacının olduğunu, Tanrı�nın bir amacı olduğunu ve bizi belirli bir kadere doğru yönlendirdiğini, bir hedef olduğunu söyledi.
O noktada kıyaslama işin içine girdiği için o güzel anı yaşayamadığını hiç dikkate bile almamıştı. Kabala�nın benimle ne ilgisi var? Benimle birlikteyken bütün Kabala, Yoga, Tantra, şu, bu, bilgilerini bir kenara koy. Benimle birlikteyken , benimle ol. Bana hak vermen gerektiğini söylemiyorum. Burada bir hemfikir olma ya da olmama durumu yok.
Bir gül gördüğün zaman ona katılıyor ya da karşı çıkıyor musun? Gün doğumunu gördüğün zaman ona katılıyor ya da karşı çıkıyor musun? Geceleyin gökyüzünde ayı gördüğün zaman onu sadece görürsün. Ya görürsün, ya görmezsin ama ortada bir fikir ayrılığı bulunmaz.
Ben seni herhangi bir konuda ikna etmeye çalışmıyorum. Ben senin belirli bir teoriye, felsefeye, dogmaya ya da kiliseye geçmeni sağlamaya çalışmıyorum. Hayır. Ben sadece yaşadıklarımı paylaşmaya çalışıyorum. Bu paylaşma sırasında eğer sen de katılımcı olursan aynı şey sana da olabilir. Bu bulaşıcı bir şey.
Kavrayış dönüştürür.
Ben bilgi lanetlenecek bir şeydir dediğimde benimle hemfikir olduğun ya da olmadığın zaman, ıskalamışsın demektir. Sen sadece dinliyor, sadece bakıyor ve bilgi sürecini devreye sokuyorsun. Bilginin nasıl mesafe yarattığını, bilginin nasıl bir engel oluşturduğunu görüyorsun. Bilginin nasıl araya girdiğini ve aradaki mesafeyi nasıl arttırdığını görüyorsun. Bilgi yüzünden masumiyetin nasıl kaybolduğunu, hayretin nasıl yok edilip katledildiğini görüyorsun. Bilgi yüzünden hayat donuk ve sıkıcı bir hale dönüşüyor. Bildiğin zaman nasıl gizem olabilir ki?
Gizem ancak bilmediğin zaman mümkün olabilir.
Ve unutma: İnsanoğlu hiçbir şey bilmemektedir. Bütün topladığın şeyler birer çöpten ibaret. En uçtaki olgular kavrayışının çok ötesinde. Biz sadece olguları topladık, ancak gerçeğe dokunmayı başarabilmiş değiliz. Bu sadece Buddha�nın, Krişna�nın, Krişnamurti�nin ve Ramana�nın yaşadığı bir deneyim değil; Edison, Newton, Albert Einstein da aynı deneyimi yaşadı. Şairlerin, ressamların, dansçıların deneyimi de budur. Dünyadaki bütün büyük zekalar, ister bir mistik, bir şair ya da bilim adamı olsun, tek bir konuda tamamen hemfikirlerdir: Ne kadar çok şey bilirsek, hayatın tam bir muamma olduğunu o kadar iyi anlarız.
Bilgimiz onun gizemini yok etmez.
Sadece aptal insanlar biraz bilgi sahibi oldukları için hayatın bir gizeminin kalmadığını düşünebilir. Sadece vasat zihinler bilgiye çok bağlanır; zeki zihinler bilginin üstünde kalır ve onu kullanır. Tabii ki kullanacak çünkü çok kullanışlı bir şeydir. Ancak bütün gerçeğin gizli olduğunu ve gizli kalacağını bilir. Biz bilmeye devam edebiliriz ancak gizem asla tükenmez.
Kavrayış, dikkat ve kendini tam vererek dinle. O zaman artık bir şey görmeye başlayacaksın. Ve o görüş seni değiştirecek, nasıl diye sormana gerek kalmayacak. Krişnamurti, �reddetmek sessizliktir� derken bunu söylemek istiyor. Kavrayış reddeder. Ve bir şey reddedilip yerine başka bir şey kabul edilmediği zaman, bir şey yok edilmiş ve yerine bir şey konmamış olur. Şimdi o noktada sessizlik vardır çünkü artık orada bir boşluk bulunmaktadır. Orada sessizlik vardır çünkü eski olan atılmış ve yerine yeni bir şey getirilmemiştir. Bu sessizliğe Buddha, Şunyata der. O sessizlik bir boşluktur, bir hiçliktir.
Ve gerçekler dünyasında ancak o hiçlik bulunabilir.
Düşünce orada bulunamaz. Düşünce ancak maddesel dünyada yer alabilir, çünkü düşünce de bir şeydir. Zor algılanır ama o da bir maddedir. O yüzden düşünce kaydedilebilir, aktarılabilir ve yeniden ifade edilebilir. Sana bir düşünce atabilirim. Onu tutabilir ve ona sahip olabilirsin. Alınıp verilebilir, transfer edilebilir bir şey çünkü o bir nesne.
O bir maddesel olgudur.
Boşluk ise verilemez, boşluk sana atılamaz. Ona katılabilirsin, içine girebilirsin, ama onu kimse size veremez. Transfer edilebilir bir şey değildir. Ve gerçekler dünyasında sadece boşluk bulunabilir.
Gerçek ancak zihin devrede değilken bilinebilir. Gerçeği bilmek için zihnin durması gerekmektedir. Sessiz, hareketsiz ve işlevsiz olması gerekmektedir.
Düşünce, gerçek içinde yol alamaz. Ancak gerçek, düşünce içinde yer alabilir. Düşünerek gerçeğe ulaşamazsın, ancak gerçeğe ulaştığın zaman düşünce ona hizmet edebilir. Benim yaptığım budur, Buddha�nın yaptığı budur, bütün ermişlerin yaptığı budur. Benim söylediklerim birer düşüncedir. Ancak bu düşüncenin arkasında bir boşluk bulunur. O boşluk bir düşünce tarafından üretilmemiştir, o boşluk düşüncenin ötesinde bir şeydir. Düşünce ona dokunamaz, düşünce ona bakamaz bile.
Bir olguyu gözlemledin mi? Boşluğu düşünemezsin, bir boşluğu düşünceye çeviremezsin. Onu düşünemezsin, boşluk düşünülemez. Eğer düşünürsen, o zaman tam bir boşluk olmaz. Düşüncenin o boşluğa ulaşıp geri dönmesi gerekir ama onlar asla buluşamaz. Boşluk geldiği zaman ise kendini ifade etmek için her türlü aracı kullanabilir.
Kavrayış bir sıfır düşünce halidir. Bir şeyi tam anladığın, tam kavradığın, tam gördüğün zaman ortada bir düşünce olmaz. Burada da beni dinlerken, benimle birlikteyken, bazen görüyorsun. Ama o anlar birer boşluktur, aradır. Bir düşünce gitmiştir ve yerine yenisi gelmemiştir. Arada bir boşluk oluşur; o boşlukta bir şey sana çarpar, bir şey titreşim yaratmaya başlar. Sanki biri davul çalışıyor gibidir.
Davulun içi boştur, o yüzden çalınabilir. O boşluk titreşir. Duyduğun o güzel ses bir boşluktan üretilmektedir. Sen hiçbir şey düşünmediğin anda, bir şeyler mümkün olur. Anında mümkün olur. O zaman benim ne dediğimi görürsün. O zaman duyduğun sadece kelimeler olmaz; bir sezgi, bir kavrayış, bir vizyon olur. Ona bakmış olursun. Onu benimle paylaşmış olursun.
Kavrayış bir düşünmeme halidir. Hiç düşünce yoktur. O bir boşluktur. Düşünce sürecine verilmiş bir aradır. O boşluk içinde gerçek, bir an için gözüne ilişir.
İngilizce�de boşluk kelimesinin kökü �dinlence� sözcüğünden gelir. Eğer kökenine bakarsan çok güzel bir sözcüktür. Çok verimli bir kök sözcüktür. Ara vermek, meşgul olmamak anlamına gelir. Ara verdiğin zaman, meşgul olmadığın zaman bir boşluğa ulaşırsın. Boş bir zihin şeytanın atölyesidir atasözü ise saçmalıktan başka bir şey değildir. Asıl tam tersi geçerlidir: Meşgul beyin şeytanın atölyesidir. Boş zihin Tanrı�nın atölyesidir, şeytanın değil. Ancak benim boşluk sözcüğüyle ne demek istediğimi anlamalısın. Dinlence, sükunet, gerginsizlik, hareketsiz olmak, bir şey arzulamamak, bir yere gitmemek, sadece burada olmak, her şeyiyle burada olmak. Boş bir zihin, saf bir bulunma durumudur. Ve o saflık anında her şey mümkündür çünkü bütün varoluş durumu, bu saf bulunma durumundan ortaya çıkar.
Bu ağaçlar o saf bulunma durumundan doğar, bu yıldızlar o saf bulunma durumundan doğar; hepimiz buradayız. Bütün Buddhalar bu saf bulunma durumundan ortaya çıkar. O saf bulunma durumunda sen Tanrı�nın içindesin; sen Tanrısın. Zihnin meşgul olduğu an düşersin; meşgul olduğun zaman, cennet bahçesinden kovulman gerekir. Meşgul olmadığın zaman tekrar bu bahçeye dönersin. Meşgul olduğun zaman ise evine dönersin.
Zihin gerçekle meşgul olmadığı zaman, yani içinde nesneler ve düşünceler varken, o şeyler senin gerçeğin olur. Sadece boşlukta gerçekle buluşabilir ve bütünleşebilirsin. Sadece boşlukta gerçeğe açılırsın ve gerçek senin içine girer. Sadece boşlukta gerçeğe hamile kalabilirsin.
Zihnin üç farklı durumu vardır. Bunların ilki içerik ve bilinçtir. Zihninde her zaman bir içerik bulunur. Hareket eden bir düşünce, yükselen bir arzu, öfke, açgözlülük, hırs. Zihninde her zaman içerikler bulunur; zihin asla dinlencede değildir. Bu yoğunluk gece gündüz devam eder. Sen uyanıkken oradadır, uyuduğun zaman oradadır. Uyanıkken bu içeriğe düşünce dersin, uyurken varolan içerik ise rüyadır. Aslında aynı şeylerdir. Sadece rüya biraz daha ilkeldir, hepsi bu. Çünkü görüntüyle düşünür. Kavramlar yerine görüntüler kullanır. Biraz daha ilkeldir. Tıpkı küçük çocukların resimlerle düşünmesi gibi. O yüzden çocuk kitaplarında büyük ve renkli resimlerin olması gerekir; çünkü resim üzerinden düşünürler. Resimler üzerinden kelimeleri öğrenirler.
Zamanla o resimler giderek küçülecek ve sonra yok olacaktır.
İlkel insan da resimlerle düşünürdü. En eski diller resimsel dillerdir. Çince resimsel bir dildir; alfabesi yoktur. En eski dil odur. Geceleri tekrar ilkel haline dönüyorsun, gündüzün sofistike ortamını unutup tekrar resimlerle düşünmeye başlıyorsun. Sonuçta ikisi aynıdır.
Burada psikanaliz görüş değerlidir. Onlar senin rüyalarına bakar. Çünkü orada daha fazla doğru vardır. O noktada daha ilkel olduğun için hiç kimseyi kandırmaya çalışmıyorsun; daha özgünsün. Gündüzleri etrafında oluşmuş olan bir kişilik seni saklar, tabaka tabaka oluşmuş bu kişilik yüzünden gerçek insanı bulmak kolay değildir. Derine girmen gerekir ve bu acı verir, o kişi direnir. Ancak geceleri üzerindeki kıyafetleri çıkardığın gibi, kişiliğinizi de çıkartırsın. Artık ona ihtiyaç yoktur çünkü kimseyle iletişim kurmayacaksın; yatağında yalnız olacaksındır. O sırada dünyada olmayacaksın, tamamen kendi özel çevrende olacaksın. Saklanmaya ya da rol yapmaya gerek duymazsın.
Psikanalistler de o yüzden rüyalarına girmeye çalışır, çünkü asıl kimliğini daha net bir şekilde ifade ederler. Ancak aslında aynı oyun farklı bir dilde oynanır; oyun farklı değildir. Bu zihnin normal durumudur: Zihin ve içerik, bilinç artı içerik.
İkinci zihin durumu ise içeriksiz bilinçtir; meditasyon işte budur. Bilincin tamamen yerindedir ve bir boşluk vardır; bir aralık. Karşında düşünce olmayan bir ortam vardır. Uyumuyorsun, uyanıksın ama bir düşünce yok. Bu meditasyondur. İlk durum zihindir, ikinci durum ise meditasyon.
Sonra bir de üçüncü durum vardır. İçerik kaybolduğu zaman, nesne kaybolur ve konu uzun süre varolamaz; çünkü onlar birlikte varolurlar. Birbirlerini var ederler. Konu, yalnız kaldığı zaman, ancak geçici bir süre varolabilir, sadece geçmişin getirdiği bir ivme sayesinde. İçerik olmayınca bilinç uzun süre orada kalamaz; çünkü artık ona ihtiyaç yoktur. Bilinç her zaman bir şeyin bilincidir. Bilinç dediğin zaman �neyin bilinci� diye sorabilirsin. Cevap ise �bir şeyin bilincindeyim� olur. O nesneye ihtiyaç vardır, konunun var olabilmesi için bir nesne mutlaka bulunmalıdır. Nesne ortadan kaybolduktan sonra konu da kaybolmaya başlar. Önce içerik gider ve sonra bilinç kaybolur.
Üçüncü durumun adı Samadhi�dir. İçerik yok, bilinç yok. Ancak unutma, bu içerik ve bilinç olmayan durum bir bilinçsizlik durumu değildir. O bir bilinç üstü durumudur, transandantal bilinç. Bilinç artık sadece kendisinin bilincindedir. Bilinç kendisine dönmüş durumdadır; halka tamamlanmıştır. Yuvana ulaşmışsındır. Bu üçüncü durumdur, Samadhi�dir. Bu üçüncü durum Buddha�nın, Şunyata ile kastettiği şeydir.