Related discussions

nills Discussion started by nills 14 years ago

  Doğayı her zaman sevmeliyiz. Doğayı ve insanlığı sevmeliyiz. Ayrıca, insanlığın her ırkını ve her rengini de sevmeliyiz. Başlangıçtaki yaradılış ideali açısından bakacak olursak, evrende varolan her şey Tanrı'ya aittir. Aynı zamanda, doğanın tümü Tanrı tarafından yönetilmeli ve korunmalıdır. Buna ilaveten, her şeyin merkezi olan insanoğlu Tanrı tarafından yönetilmeli ve Tanrı'nın sevgisinin alanında yaşamalıdır. Bu nedenle, evrendeki her şey Tanrı'nın adına aittir; dahası hepsi Tanrı'nın egemenliğinde canlı olmalıdır. İnsanlar "insanları sevmeliyiz, herkesi sevmeliyiz" derler. İnsanoğlu, sevgi sözünü tutmayı denerse sevgi ideali gerçeğe dönüştürülebilir. Aslında, insanlar her şeyi sevmeliler. Hepsini sevmeliler. Sevgi aracılığıyla doğanın tüm ilkelerini elde etmeli ve sevgiyi merkez alan mutlak öznelliğe sahip olmalılar. Bu nedenle, etraflarındaki çevrenin tümü onlara itaat etmeli. Ayrıca, ideal nesneler olarak tapınılacak gibi olmalılar. Hepimiz bu konumda durmalıyız.

           İnsanları, doğayı sevebildiğiniz zaman sevebilmeniz doğaldır. Mademki insanoğlunun ataları her şeyi sevmediler, onları biz sevmeliyiz. Ne zaman gitsek, doğayı sevmeliyiz. Civarımızdaki küçük bir ot ya da kocaman ormanlar ve nehirler de dâhil olmak üzere, tüm doğayı sevmeliyiz. Sevgi sınavını geçtikten sonra insanları gerçekten sevebilirsiniz. Tüm doğayı sevebilecek konuma geldiyseniz, temelde insanlar özneler ve nesneler olarak yaratıldılar. Başka bir deyişle, çiftler halinde yaratıldılar. İnsanlığın iyiliği için varolan her şey, sevgi ilkesinin çatısı altında bir uyum gerçekleştirmeli. Her şeyin kaderinde kendi hayatım ve ideallerini sadece insanoğlunun sevgisi aracılığıyla gerçekleştirmek var. 

           Doğada böcekler bile çiftler halinde yaşarlar. Hoş şarkılar söylerler. Kuşlar ve böcekler neden şarkı söylerler? Mutlu oldukları zaman şarkı söylerler. İnsanlar böcekler, kuşlar ve çiçekler de dâhil olmak üzere, tüm doğanın insanoğluna benzemek istediğinin farkına varmalılar. Bu yüzden, bütün doğa ya da bütün şeyler, Tanrı'nın ebeveynler gibi, çocukları için yarattığı büyüleyici bir doğa müzesidir. Bu yüzden, hayatınızı bunlar aracılığıyla zenginleştirmelisiniz. Örneğin, orada bir çam ağacı var. Fakat siz bu ağaca sadece yeşil bir çam ağacı olarak bakmamalısınız. Onu görürken, Tanrı'nın, sevginizi çam ağacı gibi pınl pırıl büyütmenizi istediğini fark etmelisiniz. Kesinlikle böyle bir bakış açısına ihtiyacınız var. 

           Siz küçük bir evrensiniz. İnsanoğlu dünyanın ve evrenin bir minyatürüdür. Vücudunuz dünyanın sahip olduğu tüm öğeleri içerir. Bu nedenle, evrenin yaradılışa katkıda bulunduğunu söyleyebilirsiniz. Öyleyse, sizi kim yarattı? Cevap evrendir. Eğer evren sizden kendisine ait olan şeyleri isterse, o zaman her şeyi kaybedebilirsiniz. Vücudunuz evrenden ödünç almış olduğunuz öğelerden oluşur. Bunu aklınızdan çıkarmamalısınız. Başka bir deyişle, evren size can verdi. O sizi yarattı. Öyleyse, ebeveynleriniz kim? Evren sizin ilk ebeveynleriniz. Bunu aklınızdan çıkarmamalısınız. Bu açıdan baktığımızda, insanoğlu evrendeki bütün öğelerin bir sentezidir. Bu nedenle, siz hareket eden ve yürüyen bir evrensiniz. Eğer Tanrı'nın gönlünü anlayan ve bir parça çimene "Seni, Tanrı'nın bana lütfettiği kral konumunda sevmemiş olduğum için üzgünüm ve utanıyorum" diyen bir adam varsa, o durumda çimenler bile sonsuza kadar o adamla yaşamak isterler. İnsanoğlunun izlemesi gereken yol budur.

           Su, aslen nereden gelir? Pınardan mı yoksa bir nehirden mi gelir? Biz onu nereden temin ederiz? Su, bulutlar oluşturmak için buharlaşıp atmosfere karışmasa, suyu nereden temin edebiliriz? Hudson Nehri bu dönüşüm olmadan varolabilir miydi? Amerika'nın gururu olan Mississippi nehri meydana gelebilir miydi? Mississippi Amerika'ya mı aittir? Hayır, Amerika'ya ait olmadan önce, o okyanusa aittir. Sizce yağmuru nerede elde ediyoruz? Su olmadan, bir adamın yaşamasını sağlayan, topraktaki koşullardan hiçbiri varolmayacaktı. Dünyanın ön yüzünde sadece bir çeşit ağaç olsaydı, ne kadar da mutsuz olurduk! Yaprakları dökülmeyen ağaçlar ya da sadece yapraklarını döken ağaçlar gibi yalnızca tek bir ağaç çeşidi olsaydı, bu hayvanların hoşuna gider miydi? Eğer sadece bir çeşit ot olsaydı, çok karmaşık olurdu. "Çölden hoşlanıyorum, yeşilliklerden hoşlanmıyorum" ya da "Kayalardan hoşlanmıyorum"; bunları hisseden kimse var mıdır? Bazen kayalar yolumuza çıkabilirler; fakat onların olmaması bizim için çok elverişsiz olacaktı. Kayalar bile bir amaca hizmet ederler. Kayalar sarp kayalıklar oluşturduklarında, su altı ve su etrafta girdaplar oluşturarak dönerler ve her şey dipte sona erer. Kedi balığı gibi leşçil balıklar aşağı gelirler ve böyle bir yerde bulunan her şeyi elektrik süpürgesi gibi temizlerler. Hiçbir şey nedensiz varolmaz ve okyanusta bulunan şeyler de dâhil olmak üzere, her şey iyi bir neden için varolur.

           Eğer toprak bir alanda hiç su yoksa orası çöle dönüşür. Birleşik Devletler'de ve bütün dünyada varolan, kocaman sedir ağaçları ve tüm yeşilliklerle övünen güzel dağlar gibi, manzara kabilinden güzellikler; bunlardan hiçbiri su olmadan, asla varolamazdı. Bütün dereler, çaylar ve şelaleler, doğal manzaranın içinden akarak doğal manzaraya ne kadar da uyuyorlar. Kuzeydeki muazzam kar miktarını ve karın, değişmeyen su akışını sağlamak için nasıl eridiğini düşünün. Bütün bunlar suyun sanat eserleri. Okyanus geleneksel olarak, dünya üzerinde yaşayan bütün canlıları beslemiş, tüm yeşillikleri yaratmış, bütün hayvanlara yiyecek sağlamıştır. İnsanoğlu da dâhil olmak üzere tüm yaratıkları beslemek; okyanusun yaptığı budur. Bundan gurur duymalı mıyız ya da vücudumda su olduğu için minnettar olmalı mıyız? Suya karşı alçakgönüllü ve su için çok minnettar olmalısınız.

           Bu gerçekten de Tanrı tarafından sağlanan ideal bir ortamdır. Sıcak olduğunda bütün bulutlar bir araya gelirler. Her şey dengelenmiştir. Hava sıcak olduğunda ve birçok bulut bir araya geldiğinde bile hala hava sıcak kalırsa, o zaman orada aynı zamanda gelen tüm su çeşitleri vardır. Fakat akşam hava soğur. Eğer su "Suyun büyük kralı olarak, sadece tek bir alanda yoğunlaşacağım" deseydi vücudunuzda ne olacaktı? Burnunuz artık var olmayacaktı; çünkü o sudur. Eğer tüm su tek bir insanın içine gelseydi, o basitçe başka bir su damlası olacaktı. Kaplanlar suyu yalayarak içerler. Bunu gördünüz mü? Sığırlar bunu yapmak için çok büyüktürler; onlar suyu neredeyse bir sifon gibi çekerler, ama kaplanlar suyu dilleriyle içerler. Büyük kaplanlar bile. İnsanoğlunun içtiği gibi içmezler, bir defada sadece birkaç damla yalayabilirler. Su almayan bir hayvan var mıdır? İstisna yoktur. Su ne kadar da değerli ya da pahalı! Hangisi daha değerli, birinin hayatı mı yoksa su mu? Su da bir o kadar değerlidir. İçinde güzelliği gördüğümüz ve kullanışlı bulduğumuz her şey, su sayesinde mümkün hale gelmiştir. Şimdi suya minnettar ol. Nerede toprak varsa, orada hayvanlar vardır.

           Hakiki bir adam bir çiçeği öperse, çiçek çok mutlu olur. Bunu gözünüzün önünde canlandırabiliyor musunuz? En keskin duyular erkeklerin ve dişilerin sevgiye karşılık veren duyulardır. Bir üst sınıfa bakalım: böcekler... Tıpkı insanlar gibi belirli sesleri duyarlar ve burunları belirli kokuları alır. Bu açıdan insanlardan hiçbir farkları yoktur, sadece sınıf farklıdır. Bu küçük böcekler çoğaldıklarında ve sizin göremeyeceğiniz kadar küçük yumurtalar bıraktıklarında, ebeveynler onları hayatları pahasına koruyacaklar mı? Birbirlerini zevkle severler mi, yoksa bunu sadece böyle yapmaya zorlandıkları için mi yaparlar? Bu açıdan da insanlarla aynılar! Tanrı yarattığında, her şeyi Yarattığı ile paylaşmıştır; bunu inkar etmemiz mümkün değildir. O, beş duyunun ortak paydasını sadece insanlara vermekle kalmamış, böceklere, çiçeklere, mineral krallığına ve atomlara da vermiştir. Bir kişi, insanoğlu için yaratılan doğayı sevmezse, insanlığı sevdiğini söyleyemez. Bununla birlikte, Tanrı'nın hakiki tecellileri olmaları için yaratılan bütün insanları sevmezse, Tanrı'yı sevdiğini söyleyemez... Bir kişi, insanoğlu için yaratılan doğayı sevmezse, nasıl insanlığı ve Tanrı'yı sevdiğini söyleyebilir?

           Hakiki sevgiyi merkez alan Tanrı'nın ideal yaradılış dünyasındaki bir tek şey değil, makrokozmosta varolan her şey Tanrı'nın kalbinden ve sevgisinden meydana gelmiştir. Bunu hisseden şair, muhteşem bir şair olacaktır. Eğer, titreyen bir yaprağı gördüğünde evrenin kalbini hissedebilen ve bu hissi ifade edebilen bir şair varsa, o evrensel bir şair olacaktır. Bu günlerde, böyle şeyleri görmezden geliyoruz ve bunlara ilgi göstermiyoruz. Yaradılışın tomurcuk veren tüm şeyleri, etrafımızda ve bizden habersiz, Tanrı'nın sevgisiyle, hep beraber varoluyorlar. Ruhani alana girersek, küçük bir kum tanesinin bile evrenin ilkesini içerdiğini ve bir atomun bile içinde evrenin ahengini barındırdığım görebiliriz. Varoluşun her şeyi hakkında çok fazla bilgiye sahip olamasak bile, hepsinin birleştirici bir güçten meydana gelen varlıklar olduklarım inkâr edemeyiz. Moleküllerin ötesinde atomlar, atomların ötesinde parçacıklar bulunur... Tüm bunlar bilinçsizce varolmazlar; tam aksine bunlar, bir bilince ve amaca sahip olan varlıklardır. Varolan her şeyin Tanrı'nın dışarıya uzanan kollan aracılığıyla meydana gelmesinin nedeni budur. Hepiniz, kesinlikle Tanrı'nın gönlüyle bir ilişki içinde varolduğunuz gerçeğini bilmelisiniz.

           Bilge ne tür bir insandır? En yüce bilge, bir çimen parçasını eline alıp, "Tanrı" diyebilecek ve onun değerinin kendi değerine eşit olduğunu algılayacak bir kalbe sahip olandır. Bu değer hakkında, bu şekilde şarkı söyleyebilen biri harika bir sanatçı olacaktır. Yaratılan bütün şeylerdeki çeşitliliği görüp, Tanrı'nın kalbinin ve sevgisinin çeşitliliğindeki üstün güzelliği keşfeden biri varsa ve bütün bu şeylerle arkadaş olabileceğini ve onlarla birlikte yeniden sevineceğini hissediyorsa, bu kişi tüm evreni temsil edebilecek bir kişi haline gelecektir. Bu tür bir insan her şeyin efendisidir. Fakat yemekten başka bir şey bilmeyen biri bir yaradılış kralı haline gelebilir mi?

           Tanrı dünyayı yarattığında, orada sevinç vardı. Her şeyi yarattıktan ve onu gördükten sonra, onun iyi olduğunu söyledi. Orada sevinç vardı. Sevinç nedir? Sevinç, birinin amacı başarıya ulaştığında hissedilendir. Tanrı'nın bilinçli amacı yaratılmış her şeyin özünde varolduğu için, Tanrı bütün şeyleri yarattıktan sonra, bundan sevinç duydu. Kısacası, o, içinde, kendilerine yaradılıştaki varlıklardan her birini gördüklerinde Tanrı'yı övme imkânı sağlayan benzerliğe sahip olan insanların yaşadığı dünyadır. Cennetin gördüğü özyapının değeri oradadır. Bu nedenle, geçmişte Aziz Francis gibi hayvanları ya da kuşları gördüklerinde vaaz veren insanlarla ilgili olan hikâyeler yalan değildir. Böyle hikâyeler rüyalara benzerler. Yine de, bunlar rüya değil gerçektirler.

           Sabah gözlerinizi açıp doğayı seyrederseniz, o doğa asıl özyapıyla belirsiz bir benzerlik oluşturur ve bir yeni ideal hissi üretir. Fakat insan dünyasına bakarsanız, hepiniz bunun içinizde bir umutsuzluk ve keder hissi yaratacağının farkındasınız. Eğer bu yozlaşmamış insanoğlunun başlangıçtaki dünyası olsaydı, insanlığın değerine baktığınızda bu kadar keder hissetmeyecektiniz. İnsanoğlu bir çimen parçası, bir çiçek ya da bir ağaçla aynı değerde yaratılmadı. Bu en değerli insanoğlu yaradılıştaki hiçbir şeyle değiştirilemez ve bu insanoğlu, bu karşılaştırılamaz değeri kanıtlayarak, Cennet'in temsilcisi gibi gözükmeliydi. Şunu anlamamız gerekiyor. Allah'ın sevgisini bahşettiği doğaya baktığımızda, zihinlerimizde, ne bu dünyanın krallarına -ve ünlü insanlarına ait olan, antika hazinelerin ne de meşhur kadınların giydikleri şatafatlı kıyafetlerin doğayla karşılaştırılabilir olduğunu hissetmeliyiz. Bunu yapamazsak, farkında olmasak da, doğanın önünde bir suç işlemiş oluruz.

           Tanrı'nın içine kendi kalbini yerleştirdiği yaradılışı kavrayan ve onun değerini anlayan, basit bir canlıya baktığında "İnsan-yapımı şeyler bununla mukayese edilebilir mi? Bir insan ne kadar harika olursa olsun, Tanrı'dan daha mı harikadır?" diye düşünen bir kişi, şüphesiz Tanrı'nın oğlu ya da kızıdır. Bu tür bir insan dua etmeye ihtiyaç duymaz. O, Tanrı'nın onunla birlikte yaşadığı biridir. Cennet insanoğlunu bu tür bir duruma zorlamaktadır.  Bütün insanlar sevdikleri insana ait olan herhangi bir şeyi beğenir ve o şeye çok değer verirler. Bu böyle değil midir? Bununla birlikte, kendisini her şeyden çok sevmemiz gereken Tanrı tarafından yaratılan, yaradılışın varlıklarına nasıl değer vermeleri gerektiğini bilmezler. Birleşik-Aile üyelerinin bir çimen parçası gördükleri zaman gözyaşları dökebilmelerinin gerekmesinin nedeni budur. Basit bir ağacı kucaklarken, bir yandan "Efendini kaybettiğinden beri ne kadar yalnızsın?" derken, bir yandan da ağlayabilmelisiniz. Bunu yapmayı bir kez deneyin.

           Şu an konuşmakta olan kişi çok ağladı. Bir kayaya sarıldı ve gözyaşı döktü. Rüzgârın esişini seyrederken bile ağladı. Bu konuşmayı dinlediyseniz, onun neden böyle yaptığını anlayacaksınız. "Tanrı tarafından meydana getirilen, yaradılışın değerli varlıkları, Tanrı ile ebedi ve ezeli bir benzerliğe sahip olan, yaradılışın değerli varlıkları; ulusal hazinelerin ve kraliyete ait yerlerdeki değerli eşyaların gördüğü muameleyi asla görmediğiniz için duyduğunuz kederi anlamak ve paylaşmak zorundayım." Bu sözleri söyleyerek ortaya çıktım. "Dünyadaki tüm insanlar seni göz ardı etseler de, ben senin halini anlamak zorundayım"; hepiniz böyle hisseden bir kalbe sahipseniz, gelecekte bu halk tüm insanlığı kontrol edebilecek yeni bir ırk haline gelecektir. Bu bir teori değildir; bu gerçektir.

           Aranızdan kimler doğayı, kuşaktan kuşağa geçmiş olan aile yadigârınızdan ya da en değerli elmastan daha değerli bulacaktır? Böyle bir insan nerede? Ah Tanrım, Senin yarattığın şeylerle duygudaşlık içinde olan ve onları gözyaşlarıyla kucaklayan böyle bir insan gördüğünde, "Bana gel" diyeceksin. Bunu yapıp yapamayacağınızı düşünün. En iyi edebiyat eseri dediğimiz, doğayı güzel betimlemelerle dışa vurandır. Edebiyat doğanın kelimelerle tarif edilmesidir. İnsanlar gönüllerini doğanın içine anlatmak isterler. İnsanlar ve doğa sevginin gönlü ile birbirlerine bağlanmışlardır. İnsan vücudu doğanın tüm öğelerini içerir. Kalbe baktığınızda, o bir ağacın gövdesi gibidir. Mide bir ağaç kökü gibidir ve akciğer yapraklar gibidir. Doğanın tüm öğeleri insan vücudunda bulunabilir. Bir açıdan, İlahi sevgi egemenliğinin tüm öğeleri ve ruhani dünya insanoğlunda mevcuttur. Bu yüzden, insanoğlu hareket ettiğinde, tüm doğa ve hatta İlahi sevgi egemenliği heyecanlanır.

           Güneş, "Ben hayatın öznesiyim" demez. Güneş hayatın gücünü sahip olduğu için, tüm doğa onu takip eder. Bu sizin sahip olmanız gereken gönüldür. Bir insana bakmanızla bir ineğe bakmanız aynıdır. İneği kulaklarından tutacak, alnınızı ona dayayıp gözyaşları dökecek ve ineğe "Toprağı Hakiki Ebeveynler tarafından kamçılanırken sürsen ne muhteşem olurdu! Bedbaht bir öksüz ve bu kaderden kaçamayacak bir köle olan senin için üzülüyorum" diyecek bir kalbe sahip olmalısınız.­

           Çayırlara ve ağaçlara baktığınızda da aynısı olmalı. Onlara şunu söylemeliniz: "Tarihsel içerlemeleriniz varsa, bunu bugün bana bakarken çözmelisiniz. Elde etmek istediğiniz arzularınız varsa, bana anlatmalısınız. Sizi Tanrı'nın takdiri ilahisiyle birleştireceğim." Çınara, dağlara ya da nehirlere baktığınızda bile " Sizi nasıl terk edebilirim? Her vadiyi gidip ziyaret edeceğim" demelisiniz. Dağların derinliklerinde, sahipleri tarafından şimdiye kadar ziyaret edilmemiş ağaçları aramaya gitmelisiniz. "Dağlara sizi aramaya geldim; çünkü sizin gibi bu dağda olan ağaçlar kendilerini yalnız hissediyorlar. Bu yüzden, sizi onların temsilcisi saydım ve size geldim." Sonra; köyün, mıntıkanın ya da ilçenin dağlarındaki ağaçlar adına dua etmelisiniz. Bugünkü mutluluklarını sürdürmeleri ve tüm kederleri bugünden çözerek, kendilerinden sonra gelecek olanları böyle ıstıraplardan azat etmeleri için dua etmelisiniz.

           Bir kayaya baktığınızda, kaya kederini dışa vurmadan önce, siz gözyaşları ile dolu olan yüzünüzle üzgün dışavurumlar göstermeli ve "Sayısız insanları ne tür dilekler duydun? Sana bakarken her tür düşünceye sahip olan birçok insan, seni içerledi ve sana beddua etti, ama ben öyle değilim. Benimle tanışacağın ve sevincini dışa vuracağın günü ne zamandır beklemektesin?" demelisiniz. Eğer böyle bir kalbe sahip olabilirseniz, yolunuz kötü sonla asla karşılaşmayacaktır.

Wango Değerleri Müfredatı, 2000



Replies
y.hamamcioglu
y.hamamcioglu paylaşımınız için teşekkürler... 14 years ago
loader
loader
Attachment