Related discussions

pınar Discussion started by pınar 14 years ago

TANRI VE REANKARNASYON ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Sonsuz olan bir oyun yaratır ve kendini sonsuz parçaya bölerek oyunun içine girer. Oyunun amacı 'sonluluğu' deneyimlemektir. Sonsuz her şeyi kapsadığından ve dolayısıyla bildiğinden "her şeyi bilmemenin ne demek olduğunu" bilmiyordur. Belki daha önce her şeyi bildiği oyunları oynamayı da denemiştir ama öylesi hiç zevkli olmaz, çünkü oyunun, bulmacanın ne olduğu belliyken olayları, durumları 'gerçekmiş' gibi yaşayıp tat alması imkânsızdır. Böylece sonsuz; sonlu olmayı seçer. Ama bu durum görünüşte geçicidir. Oyun, sonlu gözükenin kendi sonsuzluğunu keşfetmesi/fark etmesi oyunudur.
Sonsuz, oyuna kendisini bilerek, sonsuz olduğunu bilerek başladığında oyunun hiçbir anlamı, tadı, zevki kalmamaktadır. "Sonsuz, yani 'kusursuz dengede olan' nasıl olur da dengeyi bozup, bir şey isteyip, bir oyuna ihtiyaç duyup'' bir oyun başlatabilir, ya da neden başlatır? Konusunda ayrıca tartışmak gereken bazı noktalar var, şimdi ona girersem konu iyice çapraşıklaşacak onun için şu anda buna girmiyorum. Esas bu nokta gerçekten de olayın en zor kısmı. Bunu daha sonra ele alacağım, ama buna doyurucu bir cevap vermek çok da kolay değil, sadece birkaç düşünce ileri sürülebilir ki, zaten burada söylediklerim de sonuçta birer düşünceden fazlası değildir. Sadece 'her şey'i açıklamak üzere en bütünlüklü kurguyu kurma girişimidir bu basitçe.
Çünkü sonsuz olduğunu bilen, bu sonsuzluğun keşfi oyununu, bulmacasını başka türlü çözememektedir. Kendisini bilerek başlarsa çözüm ortada olur çünkü. Kendi sonsuzluğunu açıkça gören bu oyunu nasıl oynasın? Bulmacayı farklı çözme ihtimali yok, hata yapma olasılığı yok; çünkü çözüm ortada olur o zaman. Bu yüzden çözümü bildiğiniz bir soruyu, bulmacayı farklı çözme şansınız, olasılığınız, hakkınız yoktur. Böylece, bir miktar da olsa kendisini, kendi sonsuzluğunu bilmeden bu oyuna başlaması gerektiği açıktır.
Peki, ne kadar bilmemelidir? Yarı yarıya mı? Kendisini ne kadar az bilerek başlarsa oyun o kadar zevkli, anlamlı olacaktır. Ve kendisini ne oranda çok hatırlayarak başlarsa, o oranda oyundaki sonlu görünümlerinin özgürlüklerini (aslında bulmacayı farklı değerlendirme, hata yapma özgürlüklerini) ellerinden aldığının da farkındadır.
Aslında komik bir çelişki ki, oyundaki, bulmacadakilerin tek özgürlüğü aslında hata yapma, yanlış anlama özgürlükleridir. Çünkü ne derece oyunu yanlış anlayarak oyuna başlarlarsa oyun o derece zevkli olmaktadır.
İşte bu sebeple sonsuz oyuna hiçbir şey bilmeden, sıfırdan başlamayı seçer. Kendisini sonsuza bölüp, sonlu olarak (esasen sonlu görünümünde demek daha doğru) ve sıfır bilinçle (hiçbir şey bilmeden) oyunun içine girer. Esasen bir oyun yaratmanın ve onun içine girmenin tek yolu da budur: "varlığa bürünmek yani sonluya dönüşmek" (ama dediğim gibi bu sonluluk sadece görünüştedir yani oyunda)
İşte ancak bundan sonradır ki; reenkarnasyon, varlık seviyeleri ve karma anlam taşır. Yani bu kavramlar az önce anlattıklarımdan daha sonra gelen (ikincil) kavramlardır. Sonsuz bulmacayı ışıktan yaratmaya karar verir. Tüm madde/enerjiyi ışıktan yaratır. Ve bir bütünlük olduğu için, parçaları kendisine denktir ve tüm var olanı, olmayanı hem içten hem de dıştan kuşatır durumdadır. Böylece en küçük parçada da (foton), en büyük parçada da (evren-makro kozmos) bütünüyle vardır. Bu sayede oyunun bir gün (bu süreç gene de bir sonsuzluk içerir) biteceğine emindir, bu yüzden kendi görünümlerine sınırsız özgürlük vermekten kaçınmaz (ki bu aslında sınırsız hata yapma, yanlış anlama özgürlüğüdür sadece).
Oyunun yeterince detaylı, kapsamlı ve zevkli olması için bir varlık seviyeleri sistemi düzenler. Aslında bu sistem ışığın 7 kısımlı doğasında vardır. Yani bu 7 katlı kuantumsal yapı hem varlık/biçim/form seviyelerinde, hem bilinç seviyelerinde, hem maddenin yapısında, hem de enerjinin yapısında vardır (bilim şimdilik enerji paketlerinin kuantumsal yapısını keşfetmiş durumda).
Aslında var olmak, sonsuzdan, birlikten sapmak demektir. Varoluşun tümü bir sapmadır. Bu var olma sapmasını oyunu yaratmak için kullanır sonsuz. Özgür irade de bir sapmadır. Özgür irade bir yanlış anlamadır. Kusursuz dengede olan sapma taşımaz. Bunların hepsi 'oyun için' düzenlenmiş ve 'sadece oyun içinde var ve anlamlı olan' şeylerdir.
Sonsuz kendi iradesini sonsuz parçaya bölüp 'sonlu olarak' oyunun içine girer.Yani oyunun içindeki de gene kendisidir.
Sonsuz oyundaki özgürlüğü, anlamı, tadı koruyabilmek için oyuna asla müdahale etmemesi gerektiğini bilmektedir. Böylece foton, atom vs'den başlayan bir varlık dizisi içerisinde cansız, bilinçsiz dediklerimizi, bitkileri ve hayvanları deneyimler. Sonra da insanları.
Sonsuz, sonlu olarak hangi varlık formunun içerisine girerse o formun bilinç ve eylem imkânları ile sınırlanmaktadır. Yani bitki iken bitki kadar anlayabilir, eylem de bulunabilir, hayvan iken ancak hayvan kadar. (Bu formlar ve onların bilinç, eylem imkânları oyun başlamadan önce sonsuz tarafından belirlenmiştir.) Öldükten sonra da varlık bedensiz kalmaz. Sadece aktif beden değişir. Yani o zaman da o formun imkânları ile sınırlıdır. Yani ölünce bulmacayı çözmüş olmaz. Ama öteki taraftan (öldükten sonraki gittiği yerden) bakarken oyunu bilmektedir ve neden bu tarafa geldiğini de bilmektedir.
Tüm bu sistemin, oyunun işlemesi için en uygun yapı olarak da reenkarnasyon sistemi uygun görülmüş. Foton, atom, bitki, hayvan, insan ve ötesi için, en küçükten en büyüğe kadar tüm formları birleştiren ve hiçbirine haksızlık, dengesizlik yapmayan tek yapı bu. Sonsuz kusursuz dengede olduğu için oyun da dengededir. Oyunun elemanlarından biri olan bir taş'ın haksız bir belirlemeyle 'baştan' taş olarak yaratılması, sizin ise oyunun diğer bir elemanı olarak kafadan insan olarak yaratılmış olmanız; oyunu düzeltilmesi imkânsız derecede dengesizleştirmiş, adaletsizleştirmiş olurdu.
Şimdi; varlıklar sıfırdan başlar ve kendilerini ayrı, ayrık varlıklar olarak görürler. Öyle zannederler. Kendilerinin farkına varmaya başladıkları andan itibaren varlık kendisini beden olarak algılamaya başlar. İnsan için örneğin; ruh (ya da daha doğru deyimle akıl, beden, ruh bileşimi demek gerek, çünkü ruh bedensizken de farklı bir düzeyde bir bedene, forma ve akla, bilince sahiptir) bir erkek ve dişinin birleşmesiyle genetik olarak sağlanan bedenin içine doğum öncesi girer (içinde midir sorusu biraz karışık, içinde veya değil ama bir şekilde bağlantı kurar)
Ruh bedene bağlanınca artık o bağlandığı formun bilinç ve eylem olanakları ile sınırlanır. Kendini, neden oraya geldiğini, geçmiş hayatlarını hatırlayamaz. Çünkü insan formuna bu özellikler sağlanmamıştır. Örneğin hayvan formu geçmiş yaşamlarını hatırlayabilir, insanın normalde göremediği aura, enerji alanlarını görebilir. Ama 'benlik bilinci' ve soyut düşünme yeteneği pek olmadığı için oyunu çözebilecek durumda, kapasitede değildir. Bu yüzden bu formun bu tip imkânları barındırmasında sakınca görülmemiştir.
İnsan 'kendini bilme' potansiyeline sahip bir formdur. Bu yüzden bu forma da aynı özellikler, imkânlar verilseydi oyun gene bir anda anlamını yitirirdi. Bu yüzden verilmemiştir.
İşte bu noktadan sonra bebek etrafına bakar, dokunur, şunu bunu yapar. Ve her yaptığı şey, aslında kendisine bir 'beden' olduğunu hatırlatmaktadır. Bir beden değil (ikinci derece bir akıl, beden değil) ruh (üçüncü derece bir akıl, beden, ruh bileşimi olduğunu) olduğunu doğrudan anlamasını sağlayacak hiçbir aktivitesi yoktur.
Böylece kendisinin 'göründüğü kadar' olduğunu düşünmesi, o bebek haliyle çok normaldir. Bebek doğduğunda, baştan beyinde nöronların da hiçbir bağlantısı yoktur ve zamanla kurulur. Nöronlar arası bağlantılar kuruldukça insanın (mevcut insan formunun) bilişsel yetenekleri de gelişir. Böylece bebek kendini bir beden sanarak zaman içinde büyür. Beden sınırlı, parçalı, ayrık bir yapıdır.
Bu yüzden diğer varlıkların aslında 'bir şekilde' gene kendisi olduklarını anlayamaz (hepsinin içindeki aslında aynı sonsuzdur) Başkalarını düşünme, başkaları açısından düşünme yeteneği ilk gelişen yetenek değildir. (Çoğumuzda sonradan da pek gelişmiyor ya)Bu yüzden kendini düşünür, kollar ve bencillik yaparken aslında kendisinin 'diğer benliklerine' zarar verdiğinin de farkında değildir.
Böylece başkasına zarar verdiğinin farkında olarak ama onun gene 'kendisi' olduğunun farkında olmayarak karma yüklenir. Başkasına zarar verdiğinin farkında olmasa da karma yüklenir, çünkü bu iş otomatiktir, tıpkı fizik kanunları gibi. Siz bir taşı, ayağınızın üzerine düşüp canınızı yakacağınızı bilmeden bıraksanız da, taş düşer. Sobaya dokununca yanacağınızı bilmeseniz de soba yakar.
Karma da bunun gibidir. Yani bilmiyor olduklarınızdan da sorumlusunuz.(Karma diye bir şeyin olduğunu, "Ne ekerse onu biçeceğini" de bilmez baştan insan, ama gene de sorumludur)
Neden böyledir? Çünkü oyun budur, varlıklar böyle öğrenir; her şeyi bilir düzeyde bir oyun oynayamazsınız, çünkü o zaman ne hata yapma özgürlüğünüz kalır, ne de oyunun zevki, ne de oyun.
Tabii bunun başka sebepleri de var. Sonsuz kusursuz dengede olduğu için varlıkları (kendi sonlu görünümlerini) yargılayamaz, cezalandıramaz, iyi ve kötünün bir anlamı yoktur o sonsuz birlik, bütünlük seviyesinde(sonsuz için hangi şey iyi veya kötü olabilir, ikisi de kendindedir/değildir ve kendisi 'varlık' bile değildir ki iyi ve kötü belirebilsin. Ancak oyunun içinde ve yönlenmiş olan, sonlu olan, varlık olan için tanımlı, anlamlıdır bunlar) iyi ve kötüyü belirlemez varlıklar adına.
Onun yerine çok daha sade bir kural koyar: "Ne ekerseniz onu biçeceksiniz".Yani, 'ben' ekip biçtiğinize iyi, kötü, doğru, yanlış demem; siz yaptığınız etkiler size geri dönünce kendiniz anlayın, karar verin iyi miymiş kötü müymüş, doğru muymuş yanlış mıymış, demiş olur böylece.
Bu yüzden tıpkı fizik kuralları gibi işleyen, ama fizik (madde/eylem) düzleme, uzaya göre yönetici konumda olan bilinç (duygu/düşünce) düzleminde, uzayında işleyen kurallar koymuştur.
Bunlar otomatik işlerler ve her durumda dengeyi kurarlar. Ben bu kuralların tümünü bilmesem de sonunda dengeyi kuracaklarını bilirim, çünkü fizik yasaları da bilinç yasaları da aslında 'aynı yasanın' farklı düzlemlerdeki izdüşümleridir. (Sonsuz, hologramik şekilde kendini tekrar ettiğinden "yukarıdaki aşağıdaki gibidir". Aşağı ve yukarı tümüyle birbirine benzemez ama aşağıya bakarak yukarıyı ve yukarıya bakarak da aşağıyı tahminleyebilirsiniz) Burada da karma için örneğin; kasıtlı olarak zarar verenle, kasıtsız olarak zarar veren için aynı karma oluşmayabilir; kasıtsız olanda daha az ya da kasıtsız, rastgele bir şekilde vuku bulacak olan bir karma söz konusu olabilir.
Çünkü kasıt, niyet bilinç uzayının bir elemanıdır ve mademki kurallar bu bilinç uzayında gerçekleşiyor, tıpkı affetmenin karmayı durdurması gibi, bunun da etkili olması söz konusu olabilir.
Bir de şu daha aşağı forma dönmeme olayına açıklık kazandırayım. Öncelikle oyunun amacına (kendi sonsuzluğunun keşfi) götüren yol, bilinçte/formlarda ilerlemeyi gerektirir. Bilinç o formun amacını, hedefini gerçekledikçe; oyun, bir sonraki daha fazla özgürlük, daha fazla bilinç, eylem kapasitesi sağlayan forma geçişe izin verir.
Örneğin şu an 3. yoğunluk derecesinde insan formunda bulunuyoruz. Bu formun bir sonrakine geçebilmesi için keşfetmesi gereken şey 'koşulsuz sevgi'dir. Bu sevgiyi görmek ve diğer her şeyden daha önemli olduğunun farkına varmaktır amaç. "Yaşanan an sevgi taşır, bu devrenin amacı, bu sevgiyi bilinçli olarak görmek ve sapmaların farkına varmaktır".
İçinde bulunduğumuz 3. derece dünyası bir "Güç" dünyasıdır. Herkes güce sahip olmak, yönetmek, başkaları üstünde kontrole sahip olmak ister. Güce karşı güç edimlerini her yerde görebilirsiniz. Şu anki, insan formunun döneminin karakteristiği budur. Her şey sizi çatışmaya ve bölünmeye iter. Saldırı karşı atakla şiddetlenir, nefret nefretle beslenir ve böylece sönümlenemez. İşte bu yüzden bu dünyada sevgiyi bulmak çok zordur ama ödülü de çok büyüktür (ödül bir sonraki forma geçmek, 4. dereceye).
Bunu yapabilmek için sevgiyi yücelten, nefreti sönümleyen edimlerde bulunmak, olumlu düşünmek, güç hırsına kapılmamak, gücü sadece savunma ve korunma amaçlı kullanmak, başkalarının özgürlüklerini çiğnememeye maksimum ölçüde dikkat etmek(ki bu özgürlük 'bilmek, anlamak istememe' şeklinde de olabilir. Bu durumda o kişinin 'bilmeme, anlamama özgürlüğüne' karşı gelmeyip, o kişiye o konuyu anlatmayı bırakmak uygun düşer. Tıpkı sonsuzun bize bilmeme, anlamama, hata yapma özgürlüğü vermesi gibi, biz de bu hakkı başkalarına tanıyabilmeliyiz), şiddete şiddetle karşılık vermemek gibi özellikleri kazanmak gerekir.
Diğer yandan varlık, her dereceyi bitirdiğinde zaten o dereceye ilişkin karmalarını temizleyecek bilinç, eylem seviyelerine gelmişlerdir. Yani hem karmalarının sonuçlarını deneyimlemişler hem de anlayış, bilinç kazanmışlardır. Ve bu sayede bir sonraki forma ve onun bilinç, eylem olanaklarına geçmeye hak kazanırlar.
Yani bir önceki varlık formlarına ilişkin hesap tamamdır, alacağı vereceği yoktur. (Birinin insanken hayvan olmasını sağlamadınız ki, böyle ağır ve saçma bir karma yüklenesiniz)
Yani her yeni varlık formuna ilişkin derece 'kendi içinde' değerlendirilir. Ama bu ekilenlerin biçilmeyeceği anlamına gelmiyor. Eğer siz bu düzeydeki bir varlığın yarattığı etkileri onu daha aşağı başka bir düzeye indirerek dengelemeye çalışsaydınız, işte asıl o zaman dengesiz bir durum olurdu.
Ayrıca insan formunun bilinç, eylem olanaklarını deneyimlemiş bir bilinci siz böcek veya bitki formuna getirerek 'cezalandıramazsınız'. Çünkü bilinç, bitki veya böcek formu içine girdiği anda o formun bilinç, lem olanakları ile sınırlanır ve 'böcek veya bitki bilinci' de, daha önceki insan yaşamındaki insan formunun bilinç olanaklarına sahip olmadığından onun için hiçbir şey fark etmez. Yani "Ben daha önceden insandım da, vah vah böcek oldum" diyemez bir böcek. Çünkü insan formunun bilinç olanakları böcek formununkinden çok daha büyüktür ve küçük olan büyük olanı çevreleyip kapsayamaz. Sizin böceğin böyle diyebilmesi için, 'insan formunun bilinç olanaklarına ihtiyacı vardır ki, o da onda yoktur.
Bütün oyunlar 'zaten' vardır, ama herkes sadece kendisinin içinde olduğu oyunu görebilmekte ve onu olası tek oyun sanarak "neden 'böyle' yönlenmiş olduğunu" sorgulamaktadır. KARMA NASIL İŞLER Kategori: KARMA – REANKARNASYON Karmanın işleyişini(olumlu ve olumsuz ) idare eden ya da kontrol eden hiçbir doğaüstü ya da dışsal varlık yoktur. Bilinçdışı bir şekilde bunların tohumlarını kendimiz üretiriz; uygun bir zaman geldiğinde de bunlar çimlenir ve kendi meyvelerini verirler.
Gizemli bir fiziküstü melek, deva ya da tanrı, bir kukla oynatıcısının elindeki figürlerin tellerini çekmesi gibi, şahsen karmaya müdahale etmez ve karmayı idare etmez; karma, bir geri dönüş getiren, bir baskıyı kaydeden her tepkinin, kendi momentiyle ortaya çıkmasına izin veren evrenin dengesinin bir parçasıdır.
Karmanın işleyişi, karmaşık sonuçlardan karmaşık sebeplere doğru geriye dönük olarak izlenir.
En sonunda, bazen de oldukça önce, karma size ulaşıyorsa, bu tamamen acı verici değildir; bu terimin içinizi, kötü bir şeyin olacağına dair bir önseziyle doldurması gerekmez. Çünkü düşünmüş ve yapmış olduğunuz iyi bir şey, iyi bir geri dönüş de getirir.
Bazı dönemlerde sıkıntıları ya da bazı zamanlarda uyuşmazlıkları olmayan hiçbir insan yoktur. Sıkıntılar, insan özgürlüğünü çevreleyen alın yazısının unsurlarından ortaya çıkar, uyuşmazlıklar ise insan ilişkilerini çevreleyen egoizmin unsurlarından.
Karmik işlemler ve etkileri hakkındaki bilgisizliğiyle ego, kendi karşıtlıklarının ve kendi sıkıntılarının birçoğuna neden olur.
Geleceği, büyük amaçlarımızla davet ederiz. Düşünüş biçimimiz, hislerimiz ve yaptıklarımızın sonuçlarını yaşarız. Doğanın kayırıcılığı yoktur, bize hak ettiklerimizi verir.
Karma aslında kişinin kendi yaptıklarıyla perçinlenmesine karşın, aynı zamanda, o kişinin uzun süredir düşündüğü ve güçlü bir şekilde hissettiği şeylerden de oluşur.
Karma işlemeye başladığında, ister iyi ister kötü olsun, başkalarının size verdiği karakterin belgeleriyle değil, kalbinizde hissettiğiniz güdüler, zihninizdeki tutumlar ve ellerinizle yapılan eylemler esas alınacaktır.
Olaylar ve ortamlar, kısmen ne olduğunuz ve ne yaptığınıza (bireysel karma), kısmen ihtiyaç duyduğunuz ve aradığınız şeye (gelişim), kısmen de bir üyesi olduğunuz toplum, ırk ya da ulusun ne olduğu, ne yaptığı, neye ihtiyaç duyduğu ve neyi aradığına (kolektif karma) göre size çekilir.
Karma, kendini rastlantı gibi görünebilecek olaylar yoluyla ifade eder. Ancak bunlar, sadece yüzeyde böyledir.
Olaylar kendi doğasına göre davranır. Dünya Fikri bu eylemleri gizli bir şekilde kaydeder ve uygun sonuçlarını geri yansıtır. Bu, olaylar için geçerli olduğu gibi, kişiler için de geçerlidir. Her birimiz, evrene bir notayla sesleniriz, evren de bize aynı titreşimde karşılık verir.
Karma size, büyük ölçüde kendinize yapmış olduğunuz şeyi verir; tercih ettiğiniz şeyi vermez: Ama bu ikisinin bazen çakışması da oldukça mümkündür. Kısmen kendi sıkıntılarınızın yazarı iseniz, zihinsel güçle iyi talihinizi de kendinize çekiyorsunuzdur.
Alın yazınız -payınıza düşen kader parçası- sizin belli bir işi, belirli bir görevi başarmanızı istiyorsa, bu durumda size belirlenen zamanda -tenha bir inzivada ne kadar vakit geçirirseniz geçirin- sizi inzivadan halkın arasına yeniden sürükleyecek olan içsel bir dayanılmaz istek sağlayacaktır.
Bu iş, geçen tüm önceki yıllar süresince sizin arzunuzdan uzaklaşmış ve bilinçli zihninizden gizli tutulmuş olsa bile, bu beklenmedik içsel kuvvete, alın yazısının kendini bu şekilde gösteren sesinden başka bir şey olmayan bu zorlayıcı emre yine de uymak zorunda olacaksınız. Evet, paradoksal olarak kişi kendi kaderini kendi benliğinde taşır. Karmanın bunun sebebini savunacak bir avukat göndermesine gerek yoktur.
Yaşamınızda kendi reenkarnasyonlarınızın geçmişinden gelen kuvvetler ortaya çıkar ve sizi belli karar, eylem ve tutumlara doğru iter.
Ouspensky'nin ebedi ve ezeli yinelenme kuramı hem doğru hem yanlıştır. Kendimizi ve koşullarımızı tekrar ederiz, ama hep farklı bir düzeyde. Bu bir daire değil, spiraldir. Yaşamdaki bir dönem ya da bir olay önceki birine karşılık gelir, ama onunla özdeş değildir. Gelecek, geçmişle benzeşir ama onun bir kopyası olmaz. Bu spiral size aynı benlik ya da aynı işi aynı şekilde geri getirmez: Farklı bir düzeyde ona karşılık geleni size getirir.
Görünüşteki sefaletlerimiz içsel başarısızlıklarımızın sembolleri ve işaretleridir. Çünkü otomatik olarak yaratılmış her acı ve otomatik olarak kabul edilmiş her kötülük, kaçınılabilir bir şeydir. Olayların sizi ne kadar incitebileceği tamamen olmasa da, büyük ölçüde size bağlıdır.
Egoizminizi ezecek güce ve sebep-sonuç dizilerine sızacak bir içgörüye sahip olsaydınız, görünüşteki sıkıntılarınızın yarısının, içsel karakterin zayıflığı ve eksiklerinden türediğini keşfedebilirdiniz. İçsel karakterinizin zayıf niteliklerini her gösterdiğinizde, dışsal olaylara da, bunların yansımalarını davet etmiş olursunuz. Öfkeniz, kininiz ve içerlemeniz, yeterince güçlü ve yeterince sürekliyse, bunu er geç sıkıntı, düşmanlık, anlaşmazlık, kayıp ve hayal kırıklıkları izleyecektir.
Şanslı ya da şanssız ev numarası yoktur. Belli bir evde bir dizi talihsizlik yaşamışsanız bu evin numarasından değil, sizin karmanızdan kaynaklanan bir kusurdur. Kötü karmanızın, bu dönem süresince vadesi gelmiştir ve tamamen farklı bir numarası olan, tümüyle farklı bir evde oturuyor olsaydınız bile üzüntü veren deneyimler yaşayabilirdiniz.
Bu durumda karma, eninde sonunda, daha iyi için, karakterden ortaya çıkar, bu nedenle de eninde sonunda karmanız bir ölçüde değişir. Öyleyse bir zamanlar üzüntü yaşadığınız eve geri dönün. Bu kez öyle olmayacağını göreceksiniz. Şanssız numara diye adlandırılan şey, artık size zarar vermeyecektir.
Tüm karmık eğilimler aynı anda bilinçte bulunmaz; bazılarının potansiyel halden çıkıp kinetik duruma geçmesi gerekir.
İnsanlar, ahlak âlemindeki sebep sonuç kuralının, bilimsel âlemdekinden aşağı kalmadığı konusunda uyarılmalıdır. Çocukluk döneminden başlayarak bu ilkeyi göz önünde tutacak biçimde eğitilmelidirler. Acıya davetiye çıkaran ya da sıkıntıyı üzerine çeken veya engellenmeye yol açan eylemler konusundaki sebepleri oluşturmaktan kendilerini sorumlu hissetmeleri sağlanmalıdır.
Temel düşünce ve eylemlerimizle, yaşam deneyimlerimiz arasında kaçınılmaz bir denge vardır. Bu denge kendini en az beklenen yerde, ahlaki alanda gösterir. Yanlış yaptığımız şeyler, yalnızca başkaları için değil, öncelikle kendimiz için üzüntü getirecektir. İyi eylemlerimiz, iyi bir talihin geri dönüşünü ortaya çıkarır. Bu ince ahlaki sorumluluk yasasının işleyişinden kurtulamayabiliriz. Sebep sonuç ilişkisi, altı sonuç olan bir çarkın tepesidir. Bu, kolektif olarak doğru olduğu kadar bireysel olarak da doğrudur.
Bir kişinin, kendi mutluluğunu başkalarının içinde bulunduğu çok kötü bir durumdan kurabileceğini düşünmesine yol açan yanlış ahlaki inanç, yalnızca karmanın gerçekliğiyle ilgili bir bilgiyle bozulabilir.
Düşünceler yaratıcı olma eğilimindedir ve er geç genel çevrenizde karmik meyve üretir. Bu aynı zamanda ahlaki yaşamınız için de doğrudur. Burada, düşünceleriniz için karmik olarak etkili olmadan önce kendilerini eyleme dönüştürmeleri her zaman gerekmez. Yeterli yoğunluğa sahipler ve yeterli bir süre boyunca devam etmişlerse, er geç dışsal koşullarda bile uygun sonuçları ortaya çıkaracaklardır. Bu gerçek bir örnekle daha açık gösterilebilir. Sürekli olarak bir kişinin ölmesini istiyorsanız, ama sonuçlarının verdiği korku yüzünden o kişiyi öldürme cesaretiniz yoksa ölümle ilgili düşünceleriniz bir gün dengelenmiş bir biçimde size geri dönecektir.
Bu durumda kendiniz şiddet içeren bir ölümün acısını yaşar ya da ölümcül bir kazaya kurban gider veya kinin karakterinizi kemirmesi gibi vücudunuzu kemiren bir hastalığa yakalanırsınız. Bu yüzden her ne kadar gerçekten cinayet işleme suçu olmasa da cinayeti düşünmek yüzünden fiziksel bir ceza çekersiniz.
Benzer nedenler yüzünden, hastalıklı düşünüş alışkanlıkları kendilerini bedenin hastalıklı rahatsızlıkları olarak gösterebilir. Doktor böyle bir rahatsızlığın o anki fiziksel sebebini doğru bir şekilde görebilir, ama belki aşırı öfke, hastalıklı bir nefret, çok kuvvetli bir korku, aşırı şehvet ya da alışkanlık halini almış kin olan asıl zihinsel sebebi göremeyebilir.
Elbette, bir hastalığı olan herkesin geçmişte ya da şimdide olumsuz bir şekilde düşündüğü şeklinde mantığa aykırı bir çıkarıma varmamalıyız. Vücudun, her ne kadar ihlallerin pek çoğu genellikle bütünüyle bilgisizlikten meydana gelse bile, ceza görmeden ihlal edilemeyecek kendi sağlık yasaları vardır.
Bu tamamen olasıdır, çünkü varoluşun tüm temeli zihinsel bir temeldir. Karmik süreçteki yaratıcı faktör zihnin kendisidir. Sonuç olarak zihinsel bir değişim, bize karşı işleyişi kökten ve uygun bir şekilde değiştirilecekse, gerekli bir değişimdir.
Yüklüğünde bir acı ya da talihsizlik iskeleti olmayan hangi zengin, gıpta edilen bir aile vardır? İki ya da üç iskeleti olan bazıları olduğunu kim bilmez? Bu karanlık günlerde birçok kişinin fark etmiş olduğu gibi, yaşamın, çok istemiş olduğunuz şeyleri yok edecek uğursuz ellerine uzanan gizemli ve güçlü karmik etkiler içerdiğini fark etmiş olabilirsiniz. Bu sizin başarıya ulaşmanıza olanak tanır, sonra da bunu gözlerinizin önünde yok eder. Sağlığınızı, belki de size yakın olan ve sevdiğiniz kişilerin yaşamlarını harap eder. Kalbiniz sessiz sessiz kan ağlamış olabilir.
Eylemlerimizin başkalarını incittiğindeki gizli acıdan kendi yüklerimizi yaratırız ve kinle ilgili düşünceler ortaya çıkardığımızda ise sert, mutlak sonuçlar ortaya çıkarmaktayızdır. Şehvet, hırs ve öfkenin kuvvetleri, insanlığı bu kadar çok karmik sıkıntı ve sefalete götüren kontrolsüz, serbest ve yönü belirsiz kuvvetlerdir.
Ateş bir yiyeceği pişirmek için de kullanılabilir, bir insanı yok etmek için de. Ateşin kendisi kötü değildir, iyi ya da kötü olan şey, ateşin iyi ya da kötü amaçla kullanılmasıdır; bu da kişinin kalbindeki isteklerin ve geçmiş yaşamlardan getirmiş olduğu eğilimlerin ne olduğuna bağlıdır. Bu yüzden aslında kötü güçler, her şeyden önce kendi kötü düşüncelerimizdir. Dünya, insanlar zihinlerini rahat bırakır bırakmaz kötülükten kurtulmuş olacaktır. Zihin karmanın işleyişiyle gerçekleştirilen bir birimdir. Yapılan şeylerin karşılığının nasıl verileceğim açıklamak için ekstra kozmik doğaüstü bir varlığı çağırmaya gerek yoktur.
Karşılık yasası yalnızca bizi doğru düşünce, duygu ve davranışa zorlayacak bir yasa değildir. Daha yüksek bir düzlemde, Yüksek Benlik vardır. Burada dünyada ya da bir öte alemde bir yerde, iyilik için hiçbir ödül, kötülük için ise hiçbir ceza olmasa da, yine de, Yüksek Benlik aracılığıyla, en saf niteliğimiz olan şefkati ifade etmek en yüksek mutluluğumuzun bir parçası olabilir.
Kendi eylemleriniz, sonrasında başka bir kişinin başka eylemlerine yol açacaktır.
İnsani araçlar başkalarının acı çekmesinde sebep olur ve bunlar onun insani kötü niyetlerinin sebeplerini oluşturur. Her iki ifade de doğrudur. Bunlar belki aklımıza gelebileceği gibi çelişkili değil, tamamlayıcıdır.
Alın yazısı, zarar vermek istediğinde doğal olarak ahlakı bozuk bir kişiyi ya da bir an için düşüncelerine kulak asmaksızın duygularını körü körüne takip edebilecek birini veya yıllarca pişmanlık duyacağı bir şeyi bir anda yapabilecek düşüncesizce hareket eden birini arar. Böyle bir şey için çok iyi ya da çok akıllı birini arayarak vakit kaybetmez.
Daha yüksek amaca doğru yönlendirilmemiş bir yaşam, Yüksek Benlik bilincine katılan biri olma konusunda tamamen ilgisiz olan bir zihin; bu başarısızlıklar, insanları hem bedensel kullanımları, hem de ölüm sonrası var oluşları süresince sessizce kınar.
İhmal suçları, en az eylem suçları kadar karmik açıdan önemlidir. Yapmış olmamız gereken ama yapmadığımız şeyler de bir karma oluşturucusu olarak sayılır.
Kasıtlı eylemsizlik bile, bir karmik sonucun meydana gelmesinden kaçamaz. Gizli bir, eylemde bulunmama kararı içerir.