Related discussions

pınar Discussion started by pınar 14 years ago

Bilinçaltı kavramından ne anlamalıyız?

Bilinçaltı 

Bilinçaltı kavramı yüzyıldan daha az bir geçmişe sahiptir. Freud’un insan davranışlarını ve normal dışı durumları açıklamak için geliştiridiği  bu kavram insanlar tarafından gerçekte varmış gibi algılanmaktadır. Gerçek şudur. Bilinçaltı diye bir insani yapı yoktur. Bilinçaltı tanımlanmış bir kavramdır sadece. İnsan zihninin işleyişini daha iyi anlatabilmek için uydurulmuş bir kavramdır.

 
Gerçek olan nedir?
Gerçek olan insan beyninin öğrenme gücü ve kapasitesidir. Öğrendiklerini bir kalıp halinde yerleştirme, koruma ve kullanma kapasitesidir. Bu öğrendiği kalıpları doğal ve sosyal yaşamda kendini korumak amacıyla kullanabilme yeteneğidir.
 
Bilinçaltının bir bilgisayarın işletim sisteminden farkı yoktur. Yani bilinçaltı hardware değil bir softwaredir. Hardware olan bedendir. Beden hücrelerinin bilgiyi saklama kapasitesidir. Software ise programlardır. Öğrenilen her kalıp, her bilgi bir program gibi otomatikleşir. Otomatikleşme için öncelikle bu öğrenilenlerin inanç haline gelmesi gerekir.
 
Bilinçaltı öğrenilmiş ya da doğuştan gelen tüm otomatik bedensel işlevlerin ve davranışların toplamıdır. Bedensel otomatik işlevler arasında kalbin çarpmasını, otonomik sinir sisteminin işleyişini, hormonların işleyiş mekanizmalarını sayabiliriz. Anne karnından itibaren başlayan bir kayıt sistemi ise öğrenilmiş davranışları yaratır. Davranış dediğimiz zaman sadece bir fiziksel hareketi anlamamak gerekir.
 
Herhangi bir olay karşısında hissettiğimiz her türlü duygu da bu davranışın bir parçasıdır. Duyguları hissettiğini gizlemek ve duygusuz bir görüntü yaratmakta bu davranışın bir parçasıdır.
 

Bu öğrenme sistemi canlıyı hayatta tutmak üzerine kurulmuştur.

Milyarlarca yıllık deneme yanılma süreciyle ortaya çıkmış bir sistemdir. Her canlıda kendi ölçüsünde mevcut bir sistemdir. Evrim sürecinde çevreyle uyum gösteren sistemler varlığını sürdürürken, uyumsuz sistemlere sahip türler ya da tür bireyleri yok olur. Uyum tehliklere karşı uyumu da kapsar.
 
 İnsan türünün gelişimi sürecinde de büyük olasılıkla türünün davranışlarını modelleyen ve bunu bir program kalıbı şeklinde koruyan sistemler varlığını sürdürmüştür. Örneğin korku duygusunu tehlikeler karşısında hisseden türler güçlü hayvanlar karşısında bile varlığını sürdürebilirken bu duygudan yoksun çok güçlü varlıklar zamanla yok olup gitmişlerdir.
 
Bilinçaltı sistemi eleştiremez, yargılayamaz. Öğrendiği kalıbı doğru ya da yanlış diye sınıflayamaz. O sadece öğrendiklerini hayatta kalacak şekilde kullanmak zorundadır. Yetersiz olduğuna inandıkça bu yetersizlik bir inanca dönüştükçe bu inancı korumaktan ve bu inançla korunmaktan başka seçeneği yoktur.
 

Zayıfların yok olacağı bilgisi genetik bir bilgidir.

Milyarlarca yıllık evrimin tüm canlıların genlerine yerleştirdiği bir bilgidir. Bilinçaltı bir şekilde zayıf, güçsüz olduğu bilgisine sahip oldukça kendini korumak için önlemler alacaktır.
 
Zihin dediğimiz zaman duygu, düşünce ve davranışların toplamını anlamamız gerekir. Zihin bir şekilde insan varlığının bir parçası olan yapıdır. Ancak zihin bugünkü bilimsel inceleme yöntemleriyle ölçülebilen bir yapı değildir. Kişiden bağımsız saptatan bir yapıda değildir. Yani bir kişinin düşünce, duygu ve davranışlarını ancak o kişi ifade ederse ya da gözlemlersek bilgi sahibi oluruz. Ya da farkına varırız. Var olduğunu bildiğimiz ama kişiden bağımsız ölçemediğimiz bir yapıdır zihin.
 
Bilinçaltı da zihnin bir bölümüdür. Hemen hemen tüm bölümüdür. Duyguların kaynağı ve yerleştiği yer bilinçaltıdır. Düşüncelerimizin büyük çoğunluğu duyguların, inançların yani bilinçaltının güdümü altındadır. Davranış kalıplarımız tamamen bilinçaltının yönetimi altındadır. Yani neredeyse tüm zihinsel yapı bilinçaltından ibarettir.
 

Bilinç dediğimiz zaman

karar veren, mantık yürüten, irade ortaya koyan zihinsel eylemleri anlarız. Ama çoğu zaman bu eylemlerde duyguların kontrolü altındadır. İnançların güdümü altındadır.
 
Gerçek bilinç farkında olmaktır. Eylemlerimizin farkında olmak. Düşüncelerimizin farkında olmak. Duygularımızın farkında olmak. İnançlarımızın farkında olmak. Farkında olmak tek başına değişimi sağlamaz. Bilgi sahibi olmak da yine tek başına değişimi sağlamaz. Bu inancım yanlış demek bile o inancı değiştirmeye yetmez.
 
Ama farkında olmak değişimi sağlayacak ilk adımdır. Farkında olmaya kendinde değişim yapamaz.
 
Kişi farkında olmadan yaşarsa hipnozda demektir. İçinde yaşadığı kendi dünyasını gerçek dünya zannetmesi bir hipnozdur. İnançlarını gerçek ve değişmez zannetmesi bir hipnozdur. Kişinin kendi hipnozun fark etmeden yaşaması halinde bu hipnozdan kurtulma şansı yoktur.
 

Bilinçli bakış

 
Çoğu kişi bilinçli yaşadığını zannediyor. Düşünme eyleminin kendisinin bilinçli bir eylem olduğunu zannediyor. Ama düşünme eylemi çok büyük bir oranda otomatik oluşan bir durumdur. Zihnimiz farkında olmadan düşünme eylemi içine girer. Yani çoğu zaman kendimizi bir şeyler düşünürken buluruz. Düşünmek istemesek de bunu başaramayız.
 
Tabi kendi arzumuzla da düşünmeye başlayabiliriz. Neyi düşüneceğimize, nasıl düşüneceğimize karar verebiliriz. Farkında olmadan zihnimiz belli konularda kararlar verebilir. Mantık yürütebilir. Analiz yapabilir. İrade koyabilir. Seçim yapabilir.
 
Klasik olarak sunulan zihin modellerinde mantık yürütme, analiz yapmak, seçim yapmak, karar vermek gibi eylemlerin bilincin kanıtı olduğu söylenir. Yani bir kişi zihnin bu aletlerini kullanabiliyorsa bilinçli kabul edilir. Çoğu kişi bu özelliklere sahip olmanın huzuru içinde yaşar. Yani bilinçli yaşadığını zanneder. Halbuki sadece insan zihnine ait özelliklere sahip olarak yaşamaktadır.
 

Zihnin özellikleriyle bilinci birbirine karıştırmamak gerekir.

Seçim yapmak, farklılar arasından uygun olanı seçmek gibi özellikler tek bir hücrede bile mevcuttur. Hücre zarı seçicilik özelliğine sahiptir. Çevresinden ancak kendine yararlı olan besinleri seçer. Diğer zararlı besin ya da maddelerin geçişine izin vermez. Yani sadece seçim yapmak veya ayırt etmek özelliklerine sahip olmak bilinçli olmak anlamına gelmiyor.
 
1.5 yaşında yürümeye başlayan bir çocukta zihnin bu özelliklerini rahatlıkla kullanabilir. Yani istediği bir şeyi seçebilir. Zararlı ile yararlı arasından seçim yapabilir. Hatta kendine göre mantık yürütebilir. Ama tüm bu özellikle öğrenilmiş belli kalıpların arasından yapılan seçimlerdir. Yani tanıdık nesneler arasından seçim yapar. Tanımadığı bir nesneye ise sadece merakla ve ihtiyatla yanaşır. Hatta bu yaştaki çocuğun kendine göre kısa süreli iradesi bile olduğu söylenebilir. Kendini kucağa aldırana kadar bir irade ortaya koyabilir. İnatla annesinin bacağına sarılır ve kucağa alınana kadar bacağı bırakmaz.
 
Tüm bunlara bakarak çocuğun bilinçli yaşadığını söyleyebilir miyiz? Belki onun da kendisine göre bir bilinci olduğu ileri sürülebilir. Ama bu son derece kısıtlı bir bilinçtir. Ve sadece öğrenilmiş kısıtlı kalıplar arasında yapılan seçimlere dayalı bir bilinçtir. Yani zihninde mevcut bu bilgilerden yeni bilgi üretme gücü yoktur. Yeni kavramlar oluşturma yeteneği henüz gelişmemiştir. İçinde bulunduğu durumu sorgulayamaz. Sadece kayıtlı kalıplarından risksiz olanları tanır ve seçer.
 

Bilinçli yaşamak ise bunlardan çok daha öte bir durumdur.

Bilinç kişinin içinde bulunduğu durumu sorgulayabilmesidir. Gerçekle hayali birbirinden ayırabilmesidir. Yaşadığı yaşamı daha yaşanabilir hale getirebilecek bir araçtır. Bu dünyada hiç kimsenin elinde bu yaşamın niçin var olduğuna dair bir kanıt yoktur. Tamam değişik felsefik görüşler vardır ama bunlar sadece kanıtlanmamış düşünce üretimleridir.
 
Bilincimizi bu yaşamın neden var olduğuna yormak yerine mademki yaşıyorum nasıl insan gibi yaşabilirim” e kullanmak daha akla yakın gelmektedir. Akla yakın dediğimiz zaman bir şekilde mevcut bilimsel bilgilerle itiraz edilemeyen aksi kanıtlanamayan fikirleri düşünmek gerekir.
 
Hiç kimse “insanın insanca yaşaması gerekir” sözüne itiraz edemez sanırım. O zaman bu düşünce bilinçli bir düşünce olmaktadır. Kanıtlanamaz ama akside gösterilemez bir düşünce. Yüzde yüz doğrudur diyemeyiz çünkü kanıtımız yok ama sanki içsel olarak doğru bir cümle gibi durmaktadır. İşte bize doğru gibi gelen düşünce tekrar ederek zihnimizde itiraz edilemeyen bir kalıba dönebilir. Bir süre sonra inanç olarak kabul edilen bir önerme olur. İnançlar sorgulanmayan doğrularımızdır. Ben böyle inanıyorum dediğimiz zaman akan sular durur.
 

“İnançlar sorgulanmaz” gibi bir inancımız vardır.

Peki bu bizim bilinçli düşünce tanımımıza uyuyor mu? Hayır uymuyor. Çünkü her türlü inancı sorgulama gücüne sahibiz. Yani rahatlıkla aksi kanıtlanabilir bir düşüncedir. Yani en azından ben her türlü inancı sorgulama gücüme sahip olduğumu biliyorum. Böyle bir güce sahip olmam illaki her türlü inancı sorgulamam gerektiğine işaret etmez. Yani “her türlü inanç sorgulanmalıdır” dediğim zaman bunun neden gerekli olduğunu kanıtlayamam. İçime de pek doğru gelmez. Yani bir insanı huzura erdiren, ona insanca yaşamasını sağlayan inanç ya da inançları varsa neden bu inançları sorgulayalım ki? “İnançlar sorgulanabilir” dediğim zaman bilinçli düşünce üretmiş oluyorum. Çünkü “inançlar sorgulanamaz” önermesinin tersi olan düşüncenin tersi düşünceyi kanıtlayacak malzemeye sahibim. Ama “her inanç sorgulanması gerekir” dediğim zaman elimde bu önermeyi kanıtlayacak akla yakın bir malzemem yok. 
 
Peki hangi inançları sorgulamamız gerekir? Bilinçli olmadığına inandığımız ve/veya bir kişinin insanca yaşamasını engelleyen inançları sorgulamamız gerekir.
 

O zaman insanca yaşamak ne demek?

Önce bunu tanımlamamız gerekir. Herkesin tanımı farklı olabilir. Kimimiz için rahat bir yaşamdır insanca yaşamak. Yani günümüz koşullarına uygun bir evin olması, otomobilin olması, geleceğinden endişe duymadan yaşamını sürdürecek gelirin olması vs gibi maddi koşullarla tanımlanan bir şeydir insanca yaşamak. Çoğu insan da böyle düşünür. Ama ben hemen bunun aksine bir kanıt ileri sürebilirim ve bir köpeğe de aynı koşulları sağlayabileceğimi iddia edebilirim. Teorik olarak bu durum mümkündür ve böyle yaşayan binlerce ev köpeği de vardır dünyada. O halde sadece bazı maddi kolaylıklara sahip olmak tek başına insanca yaşamın gerekliliği ya da tanımı olarak ileri sürülemez. Bu koşullar bir insanın belki kendisini bu dünya üzerinde emniyette ve güvende hissetmesini sağlar. Ama insanca yaşamasını sağlayamaz. Tamamen bilincini yitirmiş, bitkisel hayata girmiş ve yaşam makinesine bağlanmış bir insanda aynı koşullara sahip olabilir. Böyle bir duruma insanca yaşamak denebilir mi?
 
Ya da herkesin kendisine kötülük yapacağı korkusu içinde evine kapanmış ve bir şekilde yaşamını sürdürecek gelire sahip bir kişi için insanca yaşamdan bahsedilebilir mi?
 
O halde insana özgü olan öyle bir özellik olmalıdır ki sadece insan kullanabilsin ve bu özelliğini kullanarak yaşayabilsin. Bu özellik bilinçli düşünce üretme gücüdür. Bilinçli düşünce üretme gücü sadece insana ait bir güçtür. Bilinçli düşünce dediğimiz zaman yukarıda da belirttiğim gibi mevcut bilgilerden yeni düşünce üretmekten bahsediyorum. Peki evinde oturan ve dışarı çıkmayan kişide bu düşünceyi üretebilir. Doğru. Ama hiçbir şekilde kendi yaşamının parçası yapmadığı bir düşünceyse demek ki ürettiği düşünce sadece bir fikirden öteye gidemez. Ürettiği düşüncenin yaşamına bir katkısı yoktur. Onu hiçbir şekilde eyleme geçirmemektedir. İlginç olanda zaten böyle bir düşünce üretse kendini evine korkuyla hapsetmesi mümkün değildir. Sadece bilinçli seçimiyle kendini eve kapattım diyebilir. Ama bu da pek akla yakın gelmemektedir. İnsanca yaşamak derken başka insanlarla bir arada yaşamaktan bahsetmemiz gerekir. Başka insanlarla iletişim halinde yaşarsak ancak insanca yaşamaktan bahsedebiliriz. Tabi burada hemen bir insan kendi başına hiç kimseyle iletişim kurmadan yaşamaz mı? Hem de huzur içinde. Örneğim bir adada her türlü yaşamsal gereğini doğal olarak elde ederek yaşayamaz mı? Yaşayabilir tabiî ki. Ama bu tip nadir olan durumları tanımımız dışında tutmak durumundayız.
 
Tanım gereği insan sosyal yaşayan bir varlıktır. Sosyal bir yaşam içinde insanca yaşamaktan bahsetmek durumundayız. Tartışmamız gereken konu insanın diğer insanlar arasında yaşamını rahat ve huzur içinde yaşaması olmalıdır. Bilinç kullanılacaksa böyle bir yaşamı yaratmak için kullanılmalıdır. Tabi hiç bilincini kullanmadan rahat ve huzur içinde yaşayan insanlar yok mudur? Vardır mutlaka. Hatta çok büyük bir oranda vardır. Sadece kendisi için biçilmiş yaşamı yaşayan, sorgulamadan yaşayan insanlar vardır mutlaka. Ama hiçbir şeyi sorgulamadan yaşamak ne kadar insancadır? Bu tartışılır. Bazı insanlar bir şekilde bilinçli farkındalıklarını kullanmadan, sorgulamadan kafesteki kuş misali yaşarlar giderler bu dünyadan.
 
Tanım gereği bu tip bir yaşamında insanca olmadığını belirtmek durumundayız. Ayrıca bu şekilde yaşayan insanların ne kadar yaşamlarından memnun oldukları da sorgulanması gereken, araştırılması gereken ayrı bir konudur. Gerçekten mutlu mudurlar, yaşamlarına bir kalite koymakta mıdırlar? Yaşamlarında bir zenginleşme sağlamakta mıdırlar yoksa “geldik gidiyoruz şen olasın bu dünya” diyerek seyirci pozisyonunda mıdırlar?
 
Bilinçli düşünce üretme aşamasına gelmiş olan insan beyninin bu tip bir yaşantıyı ne ölçüde onayladığı gerçekten ayrı bir sorgulama gerektirir. Yaşamını sorgulamadan yaşıyorsan, sana çizilmiş dünyayı kafadan doğru dünyan olarak kabul ediyorsan her şeye kader gözlüğünden bakıyorsan zaten söyleyecek bir şeyimiz olamaz.