Related discussions

pınar Discussion started by pınar 14 years ago

 

 Sevgi Hakkında yaygın yanlış bir anlayış da bağımlılığın sevgi olduğunun sanılmasıdır.
Bu Psikoterapistlerin hemen her gün uğraşmak zorunda kaldıkları bir olaydır. Aşık olduğunu sanan pek çok kişi şöyle der,
“Yaşamak istemiyorum. Onu öyle çok seviyorum ki, onsuz (kocam, karım, kız arkadaşım, erkek arkadaşım, çocuğum)  yaşayamam.”
Ben de çok kez, “yanılıyorsunuz. Siz aslında onu sevmiyorsunuz” diye karşılık veririm.
Kızgınlıkla sorarlar, “Ne demek istiyorsun? Onsuz yaşayamayacağımı söyledim ya” 
Açıklamaya çalışırım, “Sizin tanımladığınız şey sevgi değil, asalaklıktır.
Var olabilmek için, bir başka kişiye muhtaçsanız, siz bu kişiye yapışmış bir asalaksınız demektir.”
Böyle bir ilişkide seçim ve özgürlük yoktur. Artık sevgi değil bir zorunluluk söz konusudur.
Sevgi ise özgür iradeyle yapılan bir seçim, bir tercihtir.
İki insan birbirini ancak, her biri kendi başına yaşayacak güçte olup da, birlikte yaşamayı seçtikleri zaman sevebilir.
Bağımlı kişi,  bir başka insanın etkin bir biçimde kendisiyle ilgilendiğinden emin olamazsa, kendi bütünlüğünü hissedemez veya işlevini yerine getiremez.
Bedenen sağlıklı insanlarda, "bağımlılık" patolojik bir hastalıktır.
“Bağımlılığı”,  “Bağımlılık Duygusu” ya da “Gereksinim duymak” tan ayırt etmek lazımdır.
Her birimiz, kendi kendimize ve başkalarına karşı öyle değilmiş gibi yapsak bile, mutlaka bağımlılık duygularına (gereksinimlerine) sahibiz. Ne denli güçlü olursak olalım, bir yetişkin olarak ne denli sorumluluk sahibi ve dikkatli olursak olalım, kendimize derinlemesine bir bakarsak, bir değişiklik olarak, ara sıra, başkalarının bize bakıp gözetmesini arzu ettiğimizi görürüz.
Her birimiz kaç yaşında olursak olalım, ne kadar olgun olursak olalım, hayatımızda, doyum verici bir ana veya baba figürünün bulunmasını isteriz ve ararız.
Ama çoğumuz için bu arzular ya da duygular,  yaşamımızı yönetme, varlığımıza egemen olma durumunda değildir.
Eğer bunlar yaşamımızı yönetmeye ve varlığımıza egemen olmaya başlamışsa, biz artık düpedüz “Bağımlı” oluruz.
Bireyin yaşamının bağımlılık duygusu tarafında yönetilmesine,  Psikiyatri  dilinde “Pasif  bağımlı kişilik Sendromu” adı verilir.
Bağımlı İnsanlar, sevilmeyi öyle çok arzu eder ve ararlar ki başkalarını sevecek enerjileri kalmaz.
Bu kişileri açlıktan gözü dönmüş kişilere benzetebiliriz. Bunların kimseye verecek yiyecekleri yoktur.
Sanki içlerinde bir boşluk, dipsiz bir kuyu vardır ve bir türlü tamamen doldurulamaz.
Daima içlerinde bir şeylerin eksikliğini, bir şeylerden yoksun olduklarını duyumsarlar.
Yalnızlığa katlanamazlar. Kendilerini bir bütün olarak hissetmedikleri için
gerçek bir kimlik duygusundan da yoksundurlar ve kendilerini, tümüyle, başkalarıyla olan ilişkileriyle tanımlarlar.
 
Aşağıdaki olay gerçek bir vakadan alınmıştır;
Otuz yaşındaki bir genç adam, karısının iki çocuğunu alarak, kendisini terk etmesi üzerine beni ziyarete geldi. Karısı ilgisizliği sebebiyle onu üç kez  tehdit etmiş, değişeceğine söz verip onu kalmaya razı etmiş ancak değişmeyince, karısı tehdidini gerçekleştirmişti. 
 
Adam iki gecedir uyumamıştı, endişe içinde tir tir titriyor ve gözlerinden yaşlar boşanıyor ve ciddi olarak intihar etmeyi düşünüyordu.

Ağlayarak, “Ben ailem olmadan yaşayamam. Onları öyle çok seviyorum ki” diyordu. Ona, “Doğrusunu istersen, çok şaşırdım. Siz kendiniz, karınızın şikâyetlerinin yerinde olduğunu, onun için hiçbir şey yapmadığınızı, canınız isterse eve geldiğinizi, karınıza duygusal ya da cinsel hiçbir ilgi duymadığınızı, hatta çocuklarınızla aylarca konuşmadığınızı, onlarla hiçbir zaman oynamadığınızı
ve hiçbir yere götürmediğinizi söylediniz.
Ailenizle zaten hiçbir ilişkiniz yokmuş, o halde olmayan bir şeyi kaybettiğinizden dolayı niçin bu kadar üzülüyorsunuz, anlamıyorum doğrusu.” dedim.
“Anlamıyor musun? Ben artık bir hiçim. Hiç… Karım yok. Çocuklarım yok. Kim olduğumu bilmiyorum.
Onlara aldırmıyor olabilirim, ama onları sevmek zorundayım. Çünkü onlarsız ben bir hiçim” dedi.
Derin bir Depresyona girmişti. Kendisine iki gün sonraya randevu verdim. Bir düzelme beklemiyordum.
Ama geldiğinde neşe içinde ofisime daldı ve “Her şey yoluna girdi” dedi. “Aileniz geri mi geldi?” diye sordum.
“Yoo hayır” dedi, mutlu bir yüzle. “Onlardan henüz bir haber almadım.
Ama dün akşam Barda bir kızla tanıştım. Benden gerçekten hoşlandığını söyledi.
O da benim gibi eşinden ayrı yaşıyormuş. Bu gece yine buluşacağız.
Kendimi yeniden insan gibi hissetmeye başladım. Artık size gelmeme gerek kalmadı sanırım.” Dedi.

Bir diğer örnekte; Güzel, zeki ve bazı bakımlardan da son derece sağlıklı düşünen genç bir kadın,  on yedi yaşından yirmi bir yaşına kadar, art arda ve hepside gerek zeka gerek kapasite bakımından, gerekse de medeni durumları bakımından engelli, yani kendisine uygun olmayan, bir sürü erkekle çıkmış ve cinsel ilişkiye girmişti. Sorun ortaya konduğunda, anlaşıldı ki,  kendisine uygun erkeği bekleyecek sabrı yoktu, elini uzatsa seçebileceği pek çok erkek olmasına rağmen, bunlar arasından bir seçim yapmayı bile bekleyemiyordu.
Bir ilişkiyi bitirmeden 24 saat bile geçmeden, barda veya sokakta rastladığı ilk adama takılıyor ve bir sonraki terapi seansına bu adama övgüler düzerek geliyordu. “İşsiz olduğunu ve çok içtiğini biliyorum” diyordu.
“Ama aslında çok yetenekli biri ve bana gerçekten değer veriyor. Bu ilişki iyi gidecek biliyorum” 
Ama hiçbir zaman iyi gitmiyordu. Bunun tek nedeni yanlış adamın seçmesi değildi. Ancak adama gittikçe daha çok yapışmaya başlıyor, sevgisini kanıtlamasını talep ediyor, her an onunla beraber olmak istiyor, yalnız kalmayı kabul etmiyordu.
Her ilişki bittiğinde aynı kısır döngü tekrar başlıyordu. Üç yıl süren terapi seansları esnasında, kendi zekası ve yeteneklerini takdir etmeyi öğrendi.
Duyduğu boşluk ve acıyı gerçek sevgiden ayırt etmeye başladı.
Açlığın ve yalnızlık duygusunun, kendisini nasıl aşağılayıcı ilişkilere sürüklediğini fark etti.
Yeteneklerini ve iyi yönlerini geliştirebilmek için yalnızlık ve açlık duygusunun verdiği acıya tahammül etmeyi ve kendini disiplin altına almayı öğrendi ve kısır döngüden kurtulmayı başardı.
Hızlı değişebilirlik, bağımlı kişilerin tipik bir davranışıdır.
Sanki “Bağlanacak birisi bulunsun da kim olursa olsun” derler.
Kimliklerinin ne olduğu da fark etmez. Yeter ki kendilerine kimlik verebilecek birisi bulunsun. Bunun sonucu olarak ilişkileri çok yoğun görünse de aslında son derece sığdır. İçlerinde duydukları güçlü boşluk hissi ve bu boşluğu doldurma arzusu yüzünden, bağımlı kişiler, başkalarına duydukları gereksinimlerini hemen doyurmak isterler, bu konuyu ertelemeye, bir süre yalnız kalmaya dayanamazlar. 
Bağımlı kişiler sadece başkalarının kendileri için ne yapabilecekleriyle ilgilenirler.

Bir keresinde beş hastadan oluşan bir grupla çalışıyordum.
Onlardan, hedeflerini anlatmalarını isteyerek, Beş yıl sonra kendilerini hangi durumda bulmak istediklerini, sordum.
Hepsinden aynı karşılığı aldım. “Beni gerçekten seven biriyle evli olmak isterim”
İçlerinden hiç biri, kendisinden çok şey beklenen bir işi yürütmeyi, bir sanat eseri yaratmayı, topluma bir katkıda bulunmayı, söylemedi. Hayallerinde çaba gösterme  fikri yer almıyordu.
Onlara, “Sevileceğinizden emin olmanın tek yolu sevilmeye layık olmanızdır.
Eğer hayattaki tek hedefiniz pasif bir şekilde sevilmeye layık olmaksa, bu hedefe ulaşamayacaksınız” dedim.
Bunu söylemekle bağımlı insanların, başkaları için asla bir şey yapmayacaklarını söylemek istemiyorum.
Ama yapsalar bile bunun arkasındaki itici güç, başkalarının onlara karşı bağımlılığını attırmak ve böylece kendilerini emniyete almaktır.
Eğer işin içinde, karşılık olarak,  başkası tarafından ilgi gösterilmek yoksa
bu insanlar nedense, “bir şeyler yapmakta” son derece zorlanırlar.

Bağımlılığın kaynağında sevgi eksikliği yatar.
Bağımlı kişilerin kurtulamadıkları içsel boşluk hissi, doğrudan doğruya ana babalarının, çocuklukları sırasında gereksindikleri şefkat, dikkat ve özeni kendilerine verememiş olmalarının bir sonucudur.
Çocukluklarında sevilen ve özen gösterilen çocuklar, kendilerini değerli ve sevilmeye layık bulurlar.
Kendi kendilerine karşı dürüst oldukları ve bu niteliklerini korudukları sürece de sevileceklerinden ve özen gösterileceklerinden emin olarak yetişkinliğe adım atarlar. Halbuki sevgisiz ya da sevginin düzensiz bir biçimde gösterildiği bir ortamda büyüyen çocuklar, yetişkinliğe adım atarken böyle bir iç güvenden yoksundur.
Tam tersine, içlerinde bir güvensizlik ve “hiçbir şeye yeterince sahip değilim” hissi
ve dünyanın güvenilmez ve hiçbir şey vermeyen bir yer olduğu duygusu bulunur.
Kendilerinin de değerli ve sevilebilir olduklarından pek emin değillerdir.
Bu nedenle, nerde olursa olsun, ilgi sevgi ve güven elde etmek için çabalamalarına
ve bulduklarında da kaybetmemek için hırsla yapışmalarına şaşmamak gerekir.
Bu da onları, sonunda, korumaya çalıştıkları ilişkileri yok edecek, sevgisiz,
karşılarındakini idare etmeye götüren Makyavelist davranışlara götürür. 
Sevgi ile disiplin el ele yürür.
Bağımlı kişilerin aşırı bağımlılığı, aslında Karakter bozukluğunun (notu okuyunuz) en önemli tezahürüdür.
Bağımlı kişiler öz-disiplinden yoksundur.
İlgiye karşı duydukları açlığın, doyurulmasının getireceği hazzı geciktirmeyi istemezler ve bunu yapamazlar.
Bağlılıklar kurmak için her şeyi yaparlar ve dürüstlükten bile vazgeçerler.
Bağımlı kişilerin en önemli özelliği sorumluluk duygusundan yoksun olmalarıdır.
Pasif bir biçimde başkalarının, hatta çocuklarının, onların mutluluk ve doyum kaynağı oluşturmalarını beklerler.
Bunun için de mutsuz ve doyumsuz oldukları zaman, bundan başkalarını sorumlu tutarlar.
Sonuçta sürekli olarak kızgınlık duyarlar.
Bu nedenle, bir başkasına bağımlı olmak için kendinize izin vermeniz, kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülüktür.

Özet olarak;
Bağımlılık sevgi gibi görünebilir.
Çünkü o insanların, kendilerini bir başkasına şiddetle bağlamasına neden olan bir güçtür.
Gerçekte bağımlılık sevgi değil, sevgisizliktir.
Vermekten çok almanın peşindedir.
Olgunlaşma yerine çocuklaşmayı besler.
Özgürleştirmek yerine, kısıtlamaya, köleleştirmeye çalışır.
Sonunda da ilişkileri ve insanları geliştirmek yerine yıkıma uğratır.
Sevgi ise insanın, kendisinin ve bir başkasının ruhsal tekâmülünü desteklemek amacıyla, benliğini genişletme arzusu ve eylemidir.
Sevme isteği veya sevgi duygusu “sevme” değildir.
Sevgide hem niyet vardır hem de eylem. Sevgi yaptıklarıyla belli olan bir irade olayıdır.
(Bakınız “irademizi nasıl geliştiririz”) Özgür iradeyle yapılan bir seçim, bir tercihtir.
Sevgi yalnızca vermek değildir; akıllıca, sağduyulu ve mantıklı (aklın terazisinde tartarak) bir biçimde vermek demektir.
Hatta bazen de vermemek demektir.
Sevgi mantıklı övgü, mantıklı eleştiri demektir.. Sadece teselli edip rahatlatmak değil, mantıklı bir biçimde tartışmak, mücadele etmek, yüzleşmek, zorlamak, teşvik etmek ve gerektiğinde hedefe doğru itmektir.
Yani sevgiyle davranmak, içgüdüyle davranmak veya kontrol edemeyeceğimiz duyguların yönetimde davranmak değildir.
Gerçekten seven kişi, bilinçli olarak hoşlanmadığı, o anda sevgi duymadığı,
hatta kendisine itici gelebilen bir insana karşı da sevgi dolu yapıcı davranışlarda bulunur.
 
Not: Nevroz ve karakter bozukluğu; Sorumluluk duygusunun normal olmayışı, bozukluğudur.
Nevrotik biri çok fazla sorumluluk üstlenir. Karakter bozukluğu olan ise çok az sorumluluk üstlenir.
Nevrotikler, dünya ile aykırılığa düştüklerinde, otomatik olarak suçun kendilerinde olduğunu varsayarlar.
Karakter bozukluğu  olanlar ise aynı durumda otomatik olarak dünyayı suçlu bulurlar.
Çok azımız dışında herkes bir dereceye kadar Nevrotiktir ya da Karakter bozukluğuna sahiptir. 
Bunun nedeni hayatta, hangi şeylerden sorumlu olup, hangi şeylerden sorumlu olmadığımızı ayırt etmenin,
çok zor olmasıdır. Bu hiçbir zaman tam anlamıyla çözülemeyen bir sorundur.
 
Kaynak: "Az seçilen yol"  Dr. M. Scott Peck,   Akaşa yayınları, 

PEKİ SİZ, BAĞLI MI yoksa BAĞIMLI MISINIZ?
 
YA HAYATINIZDAKİ KİŞİ SİZE BAĞLI MI yoksa BAĞIMLI MI???...