Related discussions

pınar Discussion started by pınar 14 years ago
ATLANTiSiN iNANILMAZ ÖYKÜSÜ
Atlantis bugünkü dünyayi nasil etkiliyor?
Atlantis için çaglardan beri hep "var mi, yok mu?" tartismasi yasandi. Biz ise, onun varligini kabul edip, insanlarinin yaptiklari hatalara ve bu hatalarin bugünün Dünya'sini etkilemesine bir göz attik. Varligina inanip, inanmamak size kalmis…
http://users.pandora.be/ufonet/KAYIP%20UYGARLIKLAR/atlantis.jpg

Tarihin kadim zamanlarinda büyük bir uygarlik vardi. Insanligin ulasmis oldugu en yüksek uygarlik seviyesine ulasmis olan "Mu" Uygarligi. Mu'nun çevresi de yavru uygarliklarla çevriliydi. Bu yavru uygarliklardan biri de Atlantis Uygarligi'ydi. Bugün, her iki uygarlik hakkinda "efsanevi" tanimlamasi yapiliyor olsa da onlarin varliklari bilimsel arastirmalar ve arkeolojik bulgularla her geçen gün biraz daha gerçeklik kazaniyor. Onlarin varligina kanit arayanlar için bir kaç örnek verebiliriz: Eflatun, Atlantis'le ilgili ilk yazdigi eseri Timea (Timaios) ve daha sonra MÖ.345 yilinda "Kritias"I yazdigi zaman kaynak olarak M.Ö.7. yy'da yasamis atasi politikaci Solon'u gösteriyordu. Solon M.Ö 590'da Misir'a gitmis ve Misirli rahiplerden kadim bilgiler edinmisti. Bu bilgiler Atlatis'de yasam seklinin yani sira Misir Uygarligi'nin köklerinin Mu ve Atlantis'e dayali olduguna iliskindi. Bu büyük ada ülke Solon'un anlatimlarina göre, Solon'un dogumundan 9 bin sene önce çok güçlü bir krallikti ve buradan gelen isgalci kabileler, Akdeniz kiyisindaki tüm ülkelere yayilmislardi.Ve Solon rahiplerden birsey daha ögrenmisti; uzun yillar boyu Misir'in bati ülkeleriyle baglantisinin kesilmis oldugunu. Bunun nedeni Atlantis'in deprem ve su taskinlari sonucu batmasinin ardindan, Atlantik Okyanusu'nun, Atlantis'in varoldugu kabul edilen bölgesinde, denizin bir çamur ve yosun tabakasiyla geçit vermez olusuydu. Bu durum baska tarihçiler tarafindan da anlatilir. Rusya'da St. Petesburg Müzesi'nde bulunan ve bilinen en eski papirüslerden olan bir papirüsde ise, Ikinci Hanedan Firavunlarindan Sent'in, onlara bilgeligi getiren atalarinin, anavatanlarini arastirmak üzere bir arastirma grubunu Atlantik Okyanusu'na gönderdigi yazilidir. Arkeolojik açidan bu konuya iliskin önemli bulgular ise, Eski Truva'da Dr. Schliemann tarafindan bulunan ve ithaf yazisinda "Atlantis Krali Kronos"dan yazili "Baykuslu Vazo" ve yine üzerinde ayni yazi bulunan"Kus Sfenksi"dir. Kanit olarak; çözülmüs Naacal Tabletleri'ndeki anlatimlar, Misir Uygarligi'nin hiyerogliflerinden elde edilen bilgiler, Maya yazitlari, efsaneleri, ilahileri de gösterilebilir. Jeolojik kanitlar ise, Kuzey Atlantik Okyanusu'nun dibi ya da yataginin biçimidir. Buradaki veriler "bölgesel çökmeye" isaret etmektedir. Bugünkü teknolojiyle Kuzey Atlantik bölgesinde Atlantis'in haritasi da çikarilmistir. Jeolojik olarak da kabul edilen diger kanitlar ise söyle siralanabilir: Amazon Denizi'nin yok olusu, Missisippi Vadisi'nin kurumasi, St. Lawrence Vadisi'nin kurumasi, Florida'nin ortaya çikisi, Kuzey Amerika Atlantik kiyi hattinin genel olarak genislemesi… Bunlarin hepsi de büyük bir kütlenin denize batmasi ve batma nedeniyle deniz dibinde olusan büyük çukura çevre sularin dolmasini kanitlar niteliktedir. Ayrica jeologlar, Brest ile A.B.D.'nin kuzeyi arasindaki alanda 15 bin yil öncesine ait açik havada katilasmis olan lav parçalari kesfetmislerdir.


Atlantis'in, efsane mi, gerçek mi oldugu, Rönasans döneminde de kafalari en çok mesgul eden sorulardan biri durumundaydi. Özellikle 17. ve 18 yy'da bu tartismalar oldukça yogunluk kazanmisti.
Atlantis, Dünya Edebiyati'nin devleri tarafindan da tartismisti. Bu tartismalarin sonucunda onun varligina tüm kalpleriyle inanan yazarlar; Montaigne, Bafflon ve Voltaire olmuslardi..
Atlantis vardi ve batti? Peki neden? Neden çok basit, sadece küçücük bir kelime; "ego"... Bugünkü biz Dünya çocuklarina ne kadar da yakin gelen bir sözcük degil mi? Hemen hemen tümümüzün içini kemiren, bizi olmadik yollara, asklara, yasamlara ve hirslara sürükleyen o çoklukla kontrol edemedigimiz yönümüz içimizdeki yaramaz çocuk ego... Peki Atlantislileri bu ego'nun en uçlarina sürükleyen ve onlari yokolusa götüren nedenler nelerdi? Aslinda bu nedenler bugün yasadiklarimizdan hiç de farkli degildi? Insanlari, geçmiste toplu yokoluslara götüren hatalar günümüzde hala tüm hiziyla devam ediyor? Peki devam etmek zorunda mi? Bu sorunun yaniti tabii ki "Hayir"... Simdi, bu "Hayir"i gerçeklestirmek için Atlantis'in tarihine bir göz atalim...
(Asagidaki bilgiler Eflatun'un "Kritias", Akasa Yayinlari'nin "Galaktik Insan", Ruh ve Madde Yayinlari'nin "Kahin" isimli kitabinda Edgar Cayce'nin, 1000'e yakin kisiye yaptigi -önceki yasamlara döndürme seanslari- sirasindaki Atlantis dönemine iliskin okumalarindan elde edilmistir).
Dünya'nin unutulmus tarihinin önemli bir bölümünde, Dünya üzerindeki hakimiyet dinozorumsu ve sürüngenimsi irkin kurmus oldugu uygarliklardaydi. Bu irklar bugünkü Dünya insanlariyla kiyaslanacak olurlarsa üstün bir zekaya sahiptiler. Ama kötü bir yanlari vardi, kendileri disindaki fiziksel varliklara yasam hakki tanimiyorlardi. Bu nedenle, 900 bin yil kadar önce, o dönemlerde karada yasayan, memeli deniz öncelleri dedigimiz varliklarin ( yunuslar ve balinalar) ve Dünya spiritüel hiyerarsisi'nin de destegi ile Dünya'dan yokedildiler. Ve bu yokedilisten bir süre sonra Dünya'da insan irki var olmaya basladi. Dünya insanlari ilk kolonilerini, Pasifik Okyanusu üzerinde bulunan, Lemurya Kitasi (MU) denilen yerde kurdular. Insanin bes irkinin bu kitada yaratildigi ve sonralari Dünya'ya yayildiklari söylenir. Ilk koloninin kuruculari olan bu insanlar, hayatin tüm düzeylerinde demokratik ilkelerin geçerli oldugu bir Lyra/Srius uygarligi olusturdular. Sonraki 850.000 yil boyunca Lemuryalilar bir dizi yavru imparatorluklar kurarak Dünya'ya yayilmaya basladilar. Bu yavru imparatorluklarin en önemlisi, Atlantik Okyanusu'nun ortasinda bulunan kocaman bir ada olan Atlantis idi. Atlantis'in batisinda Kuzey ve Orta Amerika, dogusunda ise Avrupa ve Kuzeybati Afrika yer aliyordu. Yüzölçümü bugünkü, Avrupa ve Rusya'nin birlesik yüz ölçümlerine esitti. Poseidon, Atlantis'in kurucusuydu. Atlantisliler, babalari oldugunu kabul ettikleri Poseidon için bir tapinak yapmislardi. Her bes ve her alti yilda bir insanlar burada toplanir ve bogalar kurban ederek tapinagin sütünlarina islenmis kutsal yazilara riaet için yemin ederlerdi. Atlantisliler topraktan gelmis insanlardan, Euenor'un kizi Kleito'yu anneleri olarak kabul ederlerdi. Insanlari; kültüre, bilime, sanata oldukça düskündüler. Kibar insanlardi. Atlantis'de çogunluk kizil irktaydi. Yönetim sekli ise, sosyalist egilimli bir monarsiydi. Toplumda din adamlarinin sayisi hayli fazlaydi. Din adamlari, o devrin en bilgili kadin ve erkekleriydiler. Hekimlik,vicdani ahlaki degerlerin danismani olarak görev yapiyorlardi. Atlantis varoldugu dönem boyunca üç imparatorluk dönemine ayrilmisti. "Galaktik Insan" Kitabi'nda Atlantis'in yükselisini ve düsüsünü incelerken söyle bir anlatima yer veriliyor; "Atlantis'in tarihinin üç imparatorluga ayrildigini görürüz. Ilk tarihi dilime "Eski Imparatorluk "denir (M.Ö 400.000 yildan 25.000 yila kadar uzanir) Eski Imparatorluk, Lemurya ile ayni zamanlarda var oldu ve nihayet Lemurya'nin yikimini planladi. Ikinci tarihi dilime, "Orta Imparatorluk" denir (M. Ö 25.000 yildan 15.000 yila kadar uzanir) ve o, Dünya Gezegeni'nin ilk gerçek hiyerarsik yönetimine sahne olmustur. Son tarihi devreye ise "Yeni Imparatorluk" denir. O Atlantis tarihinin son 5000 yilini kapsayan nihayi çatisma ve yikimin öyküsünü içerir (MÖ. 15.000 yildan 5000 yila dek uzanir). "Santesson kitabinda ise Atlantis'deki yasam, Eflatun'un yazdiklarindan yola çikarak Atlantis'i söyle tasvir edilir; "Atlas soyundan gelenler, Atlantis'e hakim olmayi sürdürdüler. On bölge yöneticisi, birbirlerinden sadece askeri islerle ilgili ayrintilar bakimindan ayriliyorlardi. Atlantis krallarinin her biri kendi ülkesinde hükümdardi, ama hepsi merkezi adadaki Poseydon Mabedi'nde dikili, Orisalk'tan yapilmis bir sütüna, ilk on kral tarafindan kazilmis bir isarete itaat ederlerdi. Atlant krallarinin ilk yasasi, birbirlerine karsi silah kullanmamak, hücuma ugramalari halinde birbirlerine yardim etmekti. Atlantis'in dogal kaynaklari sanki sinirsizdi. Kiymetli madenler çikariliyor, kokulu bitkilerden kokulu özler damitiliyordu. Köprü ve kanal agi, ülkenin çesitli bölgelerini birlestiriyordu. Kitanin altinda bulunan tas ocaklarindan çikarilan beyaz, siyah ve kirmizi taslar, evlerin ve sair yapilarin yapiminda kullaniliyordu. Her bir araziyi çevreleyen duvarlar yapiyorlar, bu dis duvarlari bakirla kaplarken, sehri tahkim eden iç duvarlari orsalk, orta duvarlari ise kalayla kapliyorlardi. Merkezi adada kurulu sehirde saraylar, mabetler ve halka ait diger binalar kurulmustu. Merkezde altin bir duvarla kusatilmis bir mabed bulunuyordu. Bu mabed, Kleyto ile Poseydon'a adanmisti… Bahçe ve koruluklarda sicak su kaynaklari akiyordu. Çesitli tanrilara adanmis birçok mabet, insan ve hayvanlar için arenalar, hamamlar ve bir hipodrom vardi. Pek büyük limanlardan kalkan gemiler, Dünya'nin her yerine gidiyordu. Bölge halkinin nüfusu o kadar yogundu ki her yerde sesleri isitiliyordu. Merkezi sehrin etrafinda, sarp yükseklik ve güzelliklerinden dolayi ünlü daglarin korudugu çok genis bir ova uzaniyordu. Ovada senede iki kez hasat yapiliyordu. Bu büyük imparatorluk Helen Devletleri'ne en kudretli ve sanli olduklari bir devirde hücum etti. Ve böylece bilgelik ve biat yolundan sapti. Ölçüsüz alanlara sahip olan Atlantis krallari, tüm Dünya'yi zapt etmek azmindeydiler." Bundan sonraki bölüm, "Kritias"in orjinalinde söyle devam ediyor; "Zeus, Iste o zaman bir vakitler erdemli olan bu soyun bahtsizligini farkederek, onlarin aklini basina getirmek, onlari uslandirmak için cezalandirmaya karar verdi. Bütün tanrilari, evren'in ortasinda kurulu ve oradan durmadan degisen her seyi gören en kutsal evinde bir araya topladi; onlara dedi ki…" Eflatun'un "Kritias"I burada sona eriyor. Sonrasi malum…
Atlantis'i tufanlara ugratanlar
Atlantis batisindan önce üç kez tufana ugramistir.

Edgar Cayce'nin okumalarina göre, bu tufanlar günümüzden; 50 bin, 28 bin ve10.600 yil kadar önce gerçeklesmistir. Bu tufanlarin nedenlerini inceledigimiz de günümüzle ne kadar da özdes olduklarini tüm gerçekligiyle görüyoruz. Ilk tufanin nedenine baktigimizda günümüzde de siklikla kullanilmakta olan kimyasal maddeleri ve silahlari görüyoruz. Bu maddelerin ilk kez yogun olarak kullanilmasinin öyküsü ise söyle; M.Ö. 50200 yilinda etobur, iri cüsseli hayvanlar, insanlar için büyük sorun olusturmaya baslayinca Dünya'nin bes ulusundan gelen, bes irkin temsilcileri bir araya geldiler, topraktaki ve havadaki unsurlarda bulunan güçlü kimyasal enerjileri hayvanlara karsi kullanmak için karar birligine vardilar. Bu kararlarin sonucunda hayvanlarin yasadiklari magaralara ve bölgelere çok büyük miktarlarda kimyasal maddeler, gazlar verildi. Bilinçsizce kullanilan bu kimyasal maddeler ve güçlü patlayicilar doganin dengesini bozdu. Verilen gazlar, halen sogumakta olan yerkürede volkanik patlamalara, zelzelelere, buzul çagina girilmesine ve Atlantis'in ilk tufanini yasamasina yol açti. Bu maddeler size de tanik geliyor mu???
Atlantis de uzun yillar boyunca toplumsal olarak da karisikliklar yasandi. Toplum yönetiminde hakim olan ve Isigi temsil eden Bir'in Ogullari; bir tanri, bir din, bir es kurallarini toplumda yerlestirmeye çalisirlarken, Karanligi temsil eden, Belial Ogullari'nin, bu kurallar hiç islerine gelmiyordu. Onlar toplumsal normlari hiç sayiyor, insan haklari konusunda ise kayitsiz kaliyorlardi. Maddesel, sefahata egilimli, siddete dayali bir hayat biçimi ve anlayislari vardi. Toplum hayatinda bu iki grubun anlasmazligi gittikçe artiyor, bu da iç savaslara ve huzursuzluklara neden oluyordu. Belial Ogullari'nin bedene bagli, materyalist yasam biçimleri bazi Bir'in ogullarina da cazip geliyor ve onlarin tarafina geçmelerine neden oluyordu. Belial Ogullari, bugün Dünya üzerindeki hakim güçlere baktigimizda, sizce de bildik birilerini animsatmiyorlar mi???
GÜÇ YANLIS AMAÇLARLA KULLANILDI
Atlantis'teki ikinci tufan ise M.Ö. 28.000'e dogru gerçeklesti. Bu tufanin öyküsü ise söyle anlatilir; Atlantisliler ilk tufanin sokunu atlattiktan sonra hizli bir toparlanis dönemi geçirdiler. Atlantis'in ikinci döneminde Atlantisliler, elektrik ve elektronik alaninda önemli buluslar yaptilar ve büyük gelismeler gösterdiler. Uranyumdan elde edilen atom enerjisini tasimacilikta kullaniliyolardi. Laser gibi her türlü isikli sualar kesfetmislerdi. Ölüm suasi da bu gruba dahildi. Sivi hava, sikistirilmis hava, kaucuk ve bugün henüz bilinmeyen bakir, aliminyum ve uranyumdan meydana gelen madeni alasimlar kullaniliyordu. Asansör, telefon, radyo, Tv yaygindi. En önemli bilimsel basarilari ise günes enerjisine hakim olmalariydi. Bu gücü denetim altinda tutan merkeze,Tuaoil Tasi veya Ates Tasi adini veriyorlardi. Bu dönemde insan bedeni, kristallerden çikan sualarin hafifletilmis bir uygulamasi ile gençlestirilebiliyordu. Bununla berebar Ates Tasi yikici amaçlarla iskence ve agir cezalarin yerine getirilmesinde de kullaniliyordu. Bu merkezin kuvvetinin, çok ileri bir düzeye ulastigi bir zamanda yapilan bir hata, suanin elektrik güçleriyle birleserek topragin bagrinda birçok yanginin çikarmasina yol açti ve volkanik patlamalar meydana geldi. Güç kaynaklarinin bilinçsiz ve kötü kullaniminin bugünün Dünyasi için de yok olusu getirecegi çogumuzun kabul ettigi bir gerçek degil mi???
GENLERLE OYNADILAR
Atlantililerin hatalarindan birisi de "gen"lerle oynamalari olmustur. Belial Ogullari'nin etkisi altindaki, Atlantislilerin yaptiklari, bugünün dünya insanlarini genetik bakimdan indirgenmis ve mutasyana ugratilmis durumda da birakmistir. Nedir bu genetik bakimdan indirgenmis ve mutasyona ugratilmis olmak?
Yapilan islem bugünün gen mühendislerinin üzerinde çalistiklari yöntemlere çok benzer. Sadece Atlantisliler bu islemi yaparken, hayvan türleriyle yetinmemisler, insanlar üzerinde de denemeler yapmislar daha da ileri giderek insan ve hayvan karisimi yaratiklar meydana getirmislerdi. Atlantisliler bu yaratiklari köle olarak en agir islerde kullaniyorlardi.Insanlarin önceleri daha büyük olan kafa yapisini küçültenlerde yine Atlantisliler oldu. Atlantislilerin hirsi sinir tanimiyordu. Yaptiklariyla yetinmeyip, insanlarda önceleri 12 sarmalli olan DNA yapisini, 2 sarmala indirdiler. Öfke, korkular, siddet egilimi, telepati yetenegimizin azalmasi gibi olumsuz durumlar insan irkindan bu sarmallarin çalinmasi sonucu olustu. Ve bizler günümüzde bu hirsizligin bedelini hala yasamlarimizda ödüyoruz. Peki bugünün dünyasin da yapilan genetik çalismalar, acaba onlarin gelecegi nereye dogru gidiyor???
KENDiLERiNi TANRIYLA ES KOSTULAR VE ACIMASIZLASTILAR
Atlantislilerin zamanla, yaptiklari yaratim ve genlerle oynama çalismalarini öylesine abattilar ve Dünya'ya hakim olma istekleri öylesi bir boyuta geldi ki, bir anlamda kendilerini, Allah, Tanri, Yaradan, Ogan, Kutsal Beyaz Isik gibi birçok isimle anilan "Büyük Yaratici Güç"le es görmeye basladilar. Çünkü onlar "yaratmanin" sirrina erdiklerini düsünüyorlar ve "Büyük Yaratici Güce" ihtiyaçlari olmadigini iddia ediyorlardi. Isi iyice ileriye götürüp basta Alpha Centauri ve Pleiades kökenli ve Dünya Spiritüel Hiyerarsisi tarafindan dislanan "asiler" denilen gruplarla ittifak içine girdiler. Öte yandan, Dünya'daki askeri gücün büyük bölümüne sahip olma istekleri onlari Ana imparatorluk "Lemurya"yi yok etme düsüncesine de götürdü. Çünkü Lemurya'da tipki, Atlantis gibi egosunu ön plana almis, Dünya üzerinde hakimiyetini sürdürmek isteyen bir konumdaydi ve Atlantis'in Dünya'ya hakim olma yönündeki amacina engel teskil ediyordu. O tarihlerde Dünya'nin iki tane ayi vardi. Atlantisli'ler uzayli asilerle yaptiklari ittifaktan da güç bulurak bu aylardan birini kullanarak Lemurya'yi yok etmeye karar verdiler. Simdiki Dünya ayinin dörtte üçü büyüklügündeki ayi spiral çizen bir yörüngeye soktular. Uzay gemileri, çekme isinlarini kullanarak, Dünya'nin aylarindan birini Lagranj( kritik kütle konumu) noktasina yaklastirdilar. Uzay gemileri parçacik isin silahlarini atesleyerek ayi, otam Lagranj noktasina girmeden önce parçaladilar ve ay parçalarinin olusturdugu meteor saganagi Lemurya'yi ve kitayi suyun üzerinde tutan gaz odalarini parçaladi. Böylece Lemurya okyanusun derinliklerine, büyük depremler, su baskinlari ve üzerinde yasayan binlerce insanla birlikte batti. Hirs ve gücün bilinçsizce kullanilmasinin getirecegi sonuçlar bugünün ülkelerinin, kitalarinin da sonu olamaz mi sizce???
YERKÜRE'NiN DENGESiNi BOZDULAR
Atlantislilerin bu uzayli asi gruplarla is birligi, Dünya'ya savasi getirdi. Bu dönemde Atlantislilerin Dünya'ya hakim olma istekleri ve kendilerini "Yüce Yaratici"yla es kosma kibirleri çok daha uç boyutlara geldi. Yaratici güce sirtlarini döndüler. Tapinaklarda insanlar kurban edilmeye baslandi. Doga güçlerini kötüye kullaniyorlardi. Günes prizmalarinin iskence ve ceza amaçli kullanimi öylesine artmisti ki halk bunlara "Korkunç Kristaller" adini vermisti. Insani degerlere hiç saygi kalmamisti. Askeri üstünlük için, yerküreyi onlarin degimiyle, "Leydi Gaia"yi dengelemek amaciyla kullanilan Maldek ayini kendi çikarlari dogrultusunda kullanmaya basladilar. Bu kullanim Dünya'ya isyanlari ve kaos dolu günleri getirdi. Engizisyon ve iskence dönemi basladi. "Yü" gibi, Lemurya'nin yavru imparatorluklari Atlantislilerin zulmünden kaçmak için Himalayalar'a oradandan yerin altina siginarak bugün Agarta veya Sambala denilen 5. boyutsal bir uygarlik kurdular. (bu konuya iliskin farkli bilgilerde mevcuttur). Bir'in Ogullari insanlari uyariyor, dogruya çekmeye var güçleriyle ugrasiyorlardi. Ama Belial Ogullari'nin insanlara, zaaflarina yönelik sunduklari olanaklar her geçen gün Atlantisli insanlarin Karanligin temsicileri Belial Ogullarinin tarafina daha fazla yönelmesine neden oluyordu. Belial Ogullari ve Bir'in Ogullari arasindaki savaslar öyle bir duruma geldi ki kristal tapinaklara saldirilar sonucu Dünya'nin iklimini dengede tutan gökkubbelerde önemli boyutta çatlamalar meydana geldi. Iste bu çatlamalar Atlantis'in sonunu hazirladi. Dev ada büyük bir tufanla karsi karsiya kaldi. Depremler, saganak yagislar volkanik patlamalar sonucu Atlantis'in batisi gerçeklesti. Atlantis'in ilk olarak 11.500 yil önce bir dip yükseltisi olusturarak battigi, daha sonra bu günkü seviyesine indigi söylenir. Bermuda Seytan Üçgeni'nin de Atlantis'in batmasi sonucu olusan boyutlar arasi bir geçis kapisi oldugu söylenir.
RUHSAL DÜSÜSE NEDEN OLDULAR
Eflatun, Kritias'I Zeus dedi ki;… diye bitirmisti…Onun Zeus olarak nitelendirdigi, bizim Allah dedigimiz o "Yüce Yaratici Güç" belli ki tufan emri vermisti. Yahudi ve Hristiyan metinlerinde Atlantis'in sulara gömülüsü "insanin düsüsü olarak" ele alinir. Çünkü Atlantisliler yaptiklari hatalar nedeniyle insan irkinin spiritüel yani ruhsal olarak düsmesine neden olmuslardir.
Bu gün isimler farkli olsa da zulme ugrayan, sürülen halklar ve Dünya üzerinde güç ve iktidar hirsi içinde olan ülkelerin yaptiklari bu anlatilanlarla ne kadar da çok benzerlik gösteriyor degil mi? Bugün de Dünya'da gücü elde etmek amaciyla üretilen nükleer silahlarin denemeleri sonucunda ozon tabakasi delinmiyor mu? Kutuplardaki buzlar, eko dengenin bozulmasi nedeniyle eriyor ve bu durum Dünya'yi sular altinda birakma tehlikesini beraberinde getirmiyor mu? Vücutlar kimyasal maddelere kanserle karsilik vermiyor mu? Biyolojik denemelerin kötü amaçlarla kullanilmasi daha önce adini bile bilmedigimiz hastaliklarin bizlere bulasmasina neden olmuyor mu? Ve genler üzerinde yapilan denemeler; melez hayvanlarin yaratilmasi, hayvan ve insanlarin kopyalanmasi bunlar acaba gelecekte ne ölçüde olumlu sekilde kullanilacak? "Tarih iyi bir ögretmendir" diyenler yaniliyor olamazlar. Bugünün hatalarinin yaratacagi sonuçlari, dünün Dünyasi'na bakarak anlamak olasi…
Atlantislilerin basina gelenler ve bugünün Dünya insanlarinin basina gelmesi muhtemel olanlar… Aslinda bunlarin yasanmamasi yine insanlarin elinde… Dünya insanlarina, Ona her ne ad veriyorsaniz biz yazimizda "Büyük Yaratici Güç" olarak niteledik, O Büyük Yaratici Güç'ten büyük bir sevgi ve isik yagmaktadir. Bu, peygamlerler, melekler, basmelekler, yükselmis üstadlar, mesih enerjisi, foton kusagi enerjisi, Beyaz Yildiz enerjisi gibi birçok kanalla bizlere ulasmaktadir. Bu isigin amaci bizleri yeniden ilk varolusumuzdaki düzeye "Galaktik insan" bilincine ulastirmaktir. Yani sevgi dolu, egosunu asmis, bilge, yükselmis varliklara dönüsmemiz istenmektedir. Burada bize düsen görev içimizdeki sevgiyi, birligi, iyiligi kesfedip mümkün oldugunca egomuzdan siyrilarak yasamaya çalismamizdir. Yaptiklarimizin sonucunu görerek yapmamiz, çikar savaslarindan, siddetten, maddi çikarlarimizdan mümkün oldugunca vazgeçerek yasamamizdir. Yapmamiz gereken hem çok kolay hem çok zor, Parola "Egondan siyril"…
Okuduklariniz size bir masal veya bilim kurgu öyküsü gibi gelebilir. Ama masal ama gerçek. Ne farkeder? Anlatilan öykü egosuna yenik düsen, kibrin sinirlarini zorlayan, insan irkinin üzerinde haddini bilmezcesine tahakküm kurmaya çalisan bir uygarligin öyküsüdür… Gerçek mi, degil mi ? diye merak ediyorsaniz, yanitini kalbinize sorun. O size daima dogru olani söyleyecektir…
Atlantis kristalleri
Tüm Atlantis gizemleri içinde, hiçbiri kristaller kadar ilginç degildir.
Bunlar ruhani ve siyasi gücün mistik simgeleri miydiler? Yoksa bilinmeyen teknolojilerin ve psisik tesirlerin yüklendigi mineral aküler miydiler? Bunlar hâlâ okyanusun bilinmeyen derinliklerinde o batik kitanin yikintilari arasinda mi bulunmaktalar? Ya da afetten kurtulanlar tarafindan yeni kitalara mi tasindilar?
Bu sorularin yanitlarinin bazilari, 20. yüzyilin en ünlü psisigi Edgar Cayce'nin sözlerinde bulunabilir. Edgar Cayce trans hâlindeyken, zihni yogun bir biçimde degisime ugrayip ruhu farkli boyutlara süzülebildiginden ötürü "Uyuyan Kâhin" olarak anilir. Onun kendi adlandirmasiyla, bu "yasam okumalari" esnasinda Cayce, Atlantis tarihini yeniden hatirlamistir.
Cayce 1920'li yillarin sonundan 1945'deki ölümüne kadar, batik sehrin bütün detaylari ile birlikte dünyasal ve ruhsal amaçlar için kullanildiklari kabul edilen kristallerden defalarca bahsetmistir. Ona göre "Büyük Kristal"in kötüye kullanilmasi, onlarin kendi kendilerini yok edisine neden olmustur. Cayce'nin anlattigina göre felâketten geriye kalan insanlar kristal teknolojisi ile diger kitalara kaçarak sonraki uygarliklarin temellerini atmislardir.
Atlantis ile ilgili olarak antik döneme ait en eski bilgi, klâsik dönem filozofu Eflâtun'un 2350 sene önce yazdigi bir çift diyalogtan ibarettir. Sasaali ve parlak Bronz Çagi uygarligindan bahsederken Eflâtun, ne TIMAEUS ne de KRITIAS adli eserinde kristallerde, ya da Atlantislilerin kristal esasi üzerine kurulmus teknolojilerinden bahsetmemistir. Bununla birlikte Eflâtun, aslen özellikle Atlantis kültürünün asker" ve etik yönleri ile ilgilenmis oldugundan, tasvirleri; Cayce'nin "yasam okumalari" ile çelismez. Cayce ise esas olarak Atlantis'te teknolojik ve baskalasimla ilgili elemanlar olarak kristal kullaniminin ve bunun suistimal edilmesinin neden oldugu açmazdan bahsetmistir. Her ikisi de Atlantis'in yikimina kendi bireylerinin neden oldugunu ifade etmis olup, dejenerasyon öncesi Atlantislerin erdemli ve olaganüstü yetenekler bahsedilmis insanlar olarak esi benzeri görülmemis bir uygarlik seviyesine ulastiklari konusunda hemfikirdirler. Eflâtun'un anlatimi, tam Atlantis'in çöküsünü belirtirken bilinmeyen nedenlerden ötürü an"den kesilir.
Filozofun durakladigi noktadan Cayce devam ederek; ulusal açgözlülükleri yüzünden kozmik kuvvetlerle oynamanin getirdigi felâketi anlatarak devam eder. Onun açiklamasina göre: "Atlantis'te dünyanin içsel tesirleri ile baglanti kurmak amaci ile kazilmis çukurlara yerlestirilmis kristaller mevcuttu. Bu kristallere günes isiginin düsürülmesi ile meydana getirilen güçlü isinsal etki, yikici bir nitelige sahipti." Ve daha sonra "...Tasin (Tuaoi) küreler üzerindeki ilkesi... bunlar yikici güçleri meydana getirmistir."
Tüm Critias Dokümanlari
Platon'un Timaeusve Critias adli dialoglari Atlantis'in mevcudiyetinden kesin olarak bahsedilen tek yazili kayitlardir. Dialoglar Sokrates, Hermo Crates, Timaeus ve Critias arasinda geçen konusmalar seklindedir. Timaeus ve Critias, Sokrates'in ideal toplumlar hakkinda yapmis oldugu bir konusmaya "hayal ürünü olmayan gerçek bir hikaye" ile katilmaya karar verirler.
Hikaye Platon'un 9000 yil öncesinde antik Atina ve Atlantis arasindaki savas hakkindadir. Uzak geçmise ait bilgiler Platon'un Atina'da yasadigi zamana kadar unutulmus, Atlantiss'in hikayesi Solon'a Misir'li rahipler tarafindan aktarilmistir. Solon hikayeyi Dropes!e yani Ciritias'in büyük büyük babasina aktarmistir. Critias hikayeyi kendisiyle ayni ismi tasiyan büyük babasindan ögrenmistir. Asagida yazili olan dialoglar Platon tarafindan asagi yukari M.Ö. 360 yilinda yazilmis ve ingilizceye tercüme edilmistir
NOT: (BENJAMIN JOWET'TIN NOTU) : Dialoglarin sayfalari ve paragraflari arasindaki kurgu tarafindan yaratilmistir. Bunlar kasten uzun geçmise bagli kisaltmalar yapilmasi ve bilgisayar ekraninda okunmasini kolaylastirmak amaci ile gerçeklestirilmistir.
TIMAEUS
Timaeus, Atlantis'e ait hikayeyi özetleyerek bir ön giris yapmak görevini üstlenir. Yazinin büyük bir kismi, olusum evresinin tarif edilmesi ve dogal fenomenin izah edilmesi hakkindadir. 2 nci sayfa Timaeus'un Atlantis'ten söz ettigi ve onu tanimladigi tek bölümdür.
CRITIAS
Critias, kayip adanin detayli olarak tanimlanmasini saglamis ve bu adanin hakki hakkinda en az antik Atina kadar bilgi vermistir. Bu hikayede adi geçen veya yer alan bütün kahramanlarin (Timaeus disinda) antik Yunan' da gerçekten var olduklari bilinmektedir. Onlarin hayatlari ve ölümleri hakkindaki diger kayitlar, baska bir zaman periyodu içinde kaydedilecektir.
NOT: Hikayede adi geçen iki Critias adli kisi bir karmasaya neden olabilir. Birinci Critias dialoglarda yer alan gerçek kisidir. Atlantis'in hikayesini Sokrates'e anlatan odur. Ikinci Critias yani birinci Critias'in büyük babasida dialoglarda geçer. Bu büyük Critias Atlantis hakkinda hikayeyi torununa anlatmis, torunuda bunu dialoglarda görülecegi gibi Sokrates'e tasimisti.

DIALOGLARDA AKTIF OLARAK YER ALAN KISILER SUNLARDIR.
TIMAEUS: Hakkinda tarihsel bir kanit yoktur.
CRITIAS : Platon'un büyük büyük babasidir.
SOKRATES : Platon'un akil hocasi ve ögretmeni. Atina'nin otoriteleri tarafindan, Atina'nin gençliginin ahlak yapisini zedeledigi için idama mahküm edilmistir. M.Ö. 466-399 yillari arasinda yasamistirr.
HERMOCRATES : Devlet adami Syracuse'un askeri
DIALOGLARDA BAHSI GEÇENLER
SOLON ; Atina'li gezgin, sair ve yasamaci, asagi yukari M.Ö. 638-559 yillari arasinda yasamistir. Plato'ya göre Misir'li rahiplerden, Atlantis'in hikayesini ilk ögrenen odur.
DROPIDES :Critias'in büyük büyük babasi. Hikaye ona uzaktan akrabasi ve yakin arkadasi olan Solon tarafindan anlatilmistir.
CRITIAS :Dropides'in oglu ve dialoglarda yer alan Critias'in büyük babasi. Hikayeyi Critias'a aktaran odur.
--------------------------------------------------------------------------------
Timaeus: Ne kadar minnettarim , Sokrates, sonunda gelebildim, uzun bir seyahatten dönen yorgun bir gezgin gibi. Artik dinlenebilirim. Varligima dua edebilirim. O hep yasli oldu ve beni ifsa etti, bagisladi, sözlerime katlandi ki onlar dogru ve kabul edilebilir bir sekilde ona söylemisti. Ancak kasitli olarak kötü bir sey söylemedim. Beni yormasi için ona dua ettim. Ödül ve ceza için ve sadece ödül ve ceza için yanilan dogru yola getirilmeliydi. Dilerim ki gelecekte tanrilarin jenerasyonu ile alakali dogru seyler söylerim ve bana bütün ilaçlardan mükemmel ve iyi olan bilgiyi vermesi için dua ederim. Benim duacima, bagislamasi için, bütün kanitlari Critias'a verdim. O anlasmamiza göre sonraki konusmayi yapacak olandir.
Critias : Ve ben, Timaeus güvenin disinda ve seninde basta söyledigin gibi önemli mesafeler hakkinda konusacaktim. Dilerim ki sana biraz ve hos görü gösterilir. Ayni sabir ve hos görüyü kendi söyleyeceklerim içinde istiyorum. Ve çok yi bilirim ki bu istegim zamansiz ve nezaketsiz görünebilir. Her seye ragmen yapmaliyim. Hangi insanin duygulari söylediklerini yalanlamak ister. Ben yalnizca senden fazla göz yummak için tesebbüs gösterebilirim. Çünkü benim temam çok daha zor. Ve tartisabilirim ki tanrilarin iyisiyle konusmak insanlarin iyisiyle konusmaktan kolay görünebilir. Tecrübesiz ve söze önem vermeyen dinleyicilerinin her hangi bir konuda konusmasi, ona büyük bir yardimla es degerdir. Biliyoruz ki biz tanrilarla karsilastirildigimizda ne kadar bilgisiz kaliriz. Ancak maksadimi anlasilabilir hale getirmeliyim, eger Timaeus sen beni takip edersen herhangi birimiz tarafindan söylenen her sey ancak sahte ve temsili olabilir. Ressamlarin vücutlari tanrisal ve cennetsel benzerlikler içinde yaptiklarini hesaba katarsak, memnunlugun degisik ölçümleri, izleyicilerin gözlerinin nasil algiladiklarina baglidir. Görürüz ki herhangi bir devrede sahte dünyalar, irmaklar, agaçlar, evren ve orada bulunanlari yaratan sanatçilardan memnun oluruz. Hiç bir sey böyle bir konuyu özetleyemez. Resmi incelemeliyiz ve analiz etmeliyiz. Istenen belli belirsiz ve aldatici bir durum ve karanliga ilerleme. Ancak ne zaman her hangi biri insan formunu basit ve çabuk resmetmek isterse, bizde hatalari bilmek için çabuk oluruz. Ve tanidik benligimiz bizi sert bir yargiç yapar, benzerligin her noktasini kaybetmek ister gibi, ayni seyin söylemlerimizde de olmasina riayet ederiz. Tanrisal veya cennetsel bir resimden memnun oluruz, onun benzerleri de bizi memnun eder. Oysa ahlaki ve insansal elestirilerimizde daha özetsel olur. Eger ki konusmalarimizda anlatmak istediklerimizi uygun bir sekilde dile getiremiyorsam bani bagislayiniz. Insani seylere benzeyenlere onay ve önem vermek, iyinin tersini yapmaktir. Size önermek istedigim bu durum ayni zamanda yalvarmak, Sokrates artik daha az olmamaliyim, fakat az sonra söyleyeceklerime daha müsamali. Hangi lütuf ki istemekte hakliyim, sende bagislanmaya hazir olursun.
Sokrates: Tabi ki Critias senin istediklerini karsilayacagiz ve ayni seyi Hermocrates'den de bekliyoruz. Sen ve Timaeus kadar iyi, herhangi bir kuskum yok ki kisa bir süre sonra onun sirasi gelince oda ayni isteklerde bulunacaktir. Senin gibi eger kendisine taze bir baslangiç saglanabilirse ve defalarca ayni seyleri söylemeye mecbur kalmazsa, birakalim anlasinki müsamaha uzun süredir ondan beklenen bir seydi. Dostum critias sana tiyatronun yargisini bildirecegim. Genel düsünce son aktörün sasilacak kadar basarili oldugu, onun yerini alabilmek için büyük bir müsamaya ihtiyaç var.
Hermacratos: Uyari, Socrates ona ögütledigin sey, benimde kendim için yapmam gereken bir sey. Ancak unutma Critias bu zayif kalp asla zaferi yükseltmez. Bu nedenle gitmeli ve tartismaya bir erkek gibi katilmalisin. Ilk önce Apollo ve Musa'ya yalvar ve sonra seni öven sesleri duymamizi sagla ve herkese büyük hünerli kadim yurttaslarini göster
Critias: Dostum Hermociritias , sen ki son mevkidesin, ve önünde baskasi, kalbini henüz kaybetmedin durumun agirligi seni yakinda ortaya çikaracaktir. Bu arada senin davetine ve cesaretini kabul ediyorum. Ancak bununla beraber bahsettigin tanrilar ve tanrisal varliklar arasindan, ben özellikle mnemosyne yalvarirdim. Konusmamin bütün önemli kismi onun lütfüna muhtaç ve eger benim tarafimdan söylenen ve solon vasitasiyla buraya ulasan seyleri yeteri derecede hatirlayabilir ve dile getirebilirsem, süphem yok ki bu tiyatronun isteklerinden memnun olacagim. Ve simdi, daha fazla oyalanmadan baslayacagim. Izin verin önce gözlemlerimle baslayayim. Bu geçen 9000 yil Heracles'in, Pillar's disinda ve içinde ikamet edenlerin arasinda olan savastan itibaren olan zamanin toplamini ifade eder ki bu savasi size izah edecegim. Bir taraftaki savasçilar Atina'nin liderleri olarak kaydedilmis, ve savasin disinda dövüsmüsler, öteki taraftaki savasanlar ise Atlantis'in krallari tarafindan kumanda edilmisi ki bu ada (Atlantis) Libya'dan, Asya'ya kadar uzaniyor. Ve bir deprem sonucu batiyor. Buradan okyanusa açilmak isteyen denizcilere geçilmez bir çamurdan engel olusturuyor.
Tarihin gelisimi ile çesitli milletlerden, barbarlarin ve Helen uygarliklarinin basarili bir sekilde ortaya çikmalari ve sahnede var olmalari sonucu ancak özellikle size o dönemde ki Atina'yi tarif etmeliyim. Onlarla savasan düsmanlarini ve bu iki kralligin saygi deger ve güçlü devlet adamlarini Atina'nin üstünlügünü teslim edelim.
Eski tanrilar zamaninda tüm dünya tanrilar arasinda dagitilarak pay edilmisti. Tartisma yoktu. Dogru kabul etmezsek dahi, tanrilar hangi kismi kendileri için uygun oldugunu bilmiyorlardi. Veya bildikleri halde kavgayla kendilerine daha uygun ve ötekilere ait bazi bölümleri almak isterlerdi. Onlar yalnizca pay ederek istedikleri yerleri almak isterlerdi. Kendi yolunda ilerleyenler ise ki onlar bize bakan insanlardi. Onlarin bakiciligi ve bonkörlügü aynen bir çobanin bir sürüye bakmasi gibiydi. Yalnizca felaketleri kullanmayanlar veya vücutsal güçlerini kullanmayanlar, ani çobanlarin yaptigi gibi ancak bizi kayigin arka tarafini idare eden pilotlar gibi yönetirlerdi. Bu hayvanlari yönetmek için kolay bir yoldur. Ruhumuzu kendi zevklerine göre inanç dümeninden tutarak, tüm ölümlü yaratiklara rehberlik ettiler. Simdi degisik tanrilar degisik yerlerde siralanmis, kendi paylarina sahipler. Hephaestus ve athena ki onlar erkek ve kiz kardestiler. Ayni babadan tohum almislardi. Ortak dogalara sahip filozofi ve sanat sevgisi ile birlestirilmis. Bu topragin ortak parçasini elde etmis. Isimleri korunmus ancak eylemleri gelenekleri ve hatalarini kabul edenleri yakilarak yok etmislerdi.
Ne zamanki kurtulanlar olmus ki zaten bunu söyledim. Onlar daglarda oturan insanlardi. Yazi sanatina önem vermezler. Yalnizca toprak hisirtilarini tanrilar ancak bu hirsizlarin neler yaptiklarini bilmezlerdi. Çocuklarina vermek istedikleri isimler yeterli olacak isimlerdi. Ancak hünerlilerin ve sedeflerinin biraktiklari yalnizca karanlik gelenekleri kabul eden kuramlardir. Bunlar kendilerini ve çocuklarini hayatin bir çok gereksiniminden yoksun birakirdi. Bütün dikkatleride isteklerinin saglanmasina yönelttiler. Konusmalari uzun süredir ihmal edilmeleriydi. Mitoloji ve eski arastirma sehirlere bos vakitlerin ortaya çikmasiyla girdi. Bununla beraber hayatlarinin gereksinmelerinin karsilandigini gördüler. Bu benim vardigim sonuç. Çünkü Solon dedi ki savasta bahsi geçen isimler ki onlar Theseus'da önceki zamanda kaydedilmis Cecrops, Erekhtheus, Ericthonus,Eryssichton ve buna benzer kadin isimleri. Bununla beraber kadinin ve erkegin beraber savasla ugrastiklari zamandan itibaren o dönemin erkekleri zamanin adetlerine göre bir figür olusturmuslar, ve tanrisal varliklari zirhlarla çevrili olarak görmüslerdir. Kanit olarak beraber yasayan hayvanlar erkek ve disi hünerler ve onlara verilen cinsiyet farki kabul edilmistir.
Sehirde oturanlar çesitli siniflardan oturan yurttaslardi. Zanaatciler vardi. Aile babalari vardi. Bir de ilahi, tanrisal insanlar tarafindan olusturulmis savasçi bir sinif vardi. Sonra ikamet edenler doga ve egitim için gerekli olan her seye sahiptiler. Kendilerine ait fazla bir seyleri olmasa bile olanlari ortak kullanmaktan memnunluk duyarlardi. Yiyecekleri disinda digerlerinden bir seyler almayi talep ederlerdi. Ve dün tarif ettigimiz bütün ugraslari yaparlardi. Sanki bizim hayal gardiyanlarimiz gibi.
Sehir hakkinda Misir'li rahiplerin söyledikleri yalnizca muhtemel seyler degil kanitlarla dogrulanmis seylerdir. O zaman ki sinirlar Isthmus tarafindan çizilmistir. Cithaeron ve Panes yükseltilerine kadar kita boyunca uzanan bir yol izliyordu. Deniz dogrultusunda asagiya devam ediyor. Oropus'u sagina aliyor Asopus nehri ile sol sinirini olusturuyordu. Topraklari dünyanin en iyi topraklariydi. Bu sebeple genis bir orduyu besleye biliyordu. Bu ordu çevrede bulunan insanlardan olusuyordu. Atticca'nin kalintilari ile (hala vardir.) dünyanin herhangi bir bölgesiyle karsilastirildiginda çesitlilik ve mükemmellik bakimindan otlaklarinin her çesit hayvan için uygun olmasi bakimindan gelismistir. Günümüzde bile bu topraklarda bol ve bereketli üretim devam etmektedir. Bunlar ki söylediklerimin dogru oldugunu kanitlar.
Size nasil anlatsam , acaba hangi parça o topraklarin artigi olarak kabul edilebilirdi? Tüm sehir kitanin geri kalanindan itibaren deniz üzerine uzanan bir burun gibiydi. Çevreleyen sular ise komsu bölgelere nazaran çok daha derindi. Bu geçen 9000 yil içinde bir çok sel meydana gelmisti. Geçen onca zamana , su ana kadar ve onca degisime ragmen hiç bir zaman daglardan gelen toprak ve kirin kayda deger bir birikmesi olmamis. Diger yerlerdeki gibi ancak dünya bütün çevresinde alçalmis ve görme alanindan çikmistir. Sonuç olarak, geçmisle bugünü mukayese edersek, yalnizca iskelet kalintilari, küçük adaciklar, akan toprak ve kirin zengin parçaciklari daglarinin yüksek yamacinin toprakla kaplanmis oldugu, ovalar ve düzlükler (bizim tarafimizdan yok edilmis). Phellus'un toprakla dolu oldugu ve daglarinda bereketli olmalari oldu görülür.
Bütün bu son izlerle beraber. Bugün bazi ormanlardaki besinler ancak açlarin ihtiyacini karsilaamaya yeter. Halen oradan kesilen kereste ile yapilan çatilari görmek mümkündü ki bunlar en büyük kulelerin çatilarini bile kaplamaya yetecek büyüklükteydi. Çok büyük baska agaçlar vardi. Insan tarafindan islenmek ve çiftlik hayvanlari beslemek için bereketli otlaklarda. Üstelik topraklar yillik dogal yagmurlar ile kendiliginden biçilecek hale geliyor. Simdiki gibi bosa akan sularla toprak kaybetmiyordu. Ancak bereketli imkanlara bütün bölümlerinde sahip. Bunu kendi bünyesinde sagliyor. Ve bereketli zengin kil yataklarina sahip, bunlar oyuk ve çöküklerin içine birakiliyor ve yukarilarda olusan akintilarla ve akarsularla besleniyordu. Halen bile eski bereketli kutsal kalintilar arasinda bir zamanlar akan akarsu , su izlerine rastlanabilir. Bunlarda söylediklerimin dogru oldugu bir kez daha kanitlar. Ülkenin dogal durumu ki toprak islenmistir. Inanabilir ki ülkenin iddiali, çaliskan, dogru insanlarinca yapilmistir. Bu kisiler onurlarina asil dogayi seven insanlardir. Buralar dünyanin en iyi kiline ve bereketli suyuna, cennetsel denebilecek bir iklime sahiptir. Su anda sehir bu bilgiye göre düzenleniyor. Ilk olarak akrapolis su anda oldugu gibi degildi. Bir aksam yagan siddetli yagmur sonucu bütün toprak temizlenmis ve kaya oyularak çiplak kalmistir. Ayni zamanda depremler ve olaganüstü su baskinlari ki bu Deocalion'un büyük yikima ugramasindan önce üç kez olmustur. Ancak ilkel çaglarda Acropolis dagi Eridanus ve ilisus'a kadar uzanir. Pnyx'i bir taraftan içine alir ve Lbcabettus'u Pnyx'in ters tarafindan sinir kabul ederdi.
Iyi bir kitle tepeden itibaren kapliydi ve bir iki yer hariç yüksek zirvesi vardi. Acropolis'in disinda ve daglarin eteklerinin zanaatçilar otururlardi. Çiftçi olanlar topragi sürer, savasçi sinif ise Athene ve Hephaestus'un zirvede bulunan tapinaklarinda yasardi. Üstelik buralari bir evin bahçesi gibi parmakliklar ile çevirmislerdi. Kuzeyde insanlar beraber yasar ve kisin yemek yemek için barinaklar kurarlardi.
Tapinaklarin yaninda ortak kullanim ve ihtiyaçlar için binalar yapmislardi. ancak bunlarin hiç biri altin veya gümüs ile süslenmis degildi. Bunlari herhangi bir amaç ugruna degil amaçsizlik ve gösteris arasinda bir yön bulmak amaciyla kullanmislardi. Alçak gömülü evler yapmislar. Çocuklarina, çocuklari yaslandikça onlari kendileri gibi olanlara birakmislar ayni sey olmustur.
Ancak yazlari bahçelerini yemek, barinaklarini terk etmisler dagin güneyinde ayni amaçli yerler yapmislardi. Su anda Acropolis'in oldugu yerde bir su kaynagi vardi. Bu kaynak deprem ile yok olmus, geriye bir kaç ufak dere kalmis ve çevrede varligini hala sürdürmektedir. Ancak bu günlerde su kaynagi bereketli su vermeye devam etmis ve kisla yaz ,için uygun sicakligi ayarlamistir. Bu onlarin yasayis seklidir. Kendi yurttaslari için koruyucu olma halleridir. Ve Helen'e liderlik eden insanlar ve onlarin istekli
takipçileridir. Her zaman için ayni sayida kadin ve erkegin bulunmasina dikkat etmisler her zaman hazir savasçi bulundurmuslardir. Bugün ise sayilari 20 birdir. Antik Atina gibi bu tarzda ülkelerini ve topraklarini dogru bir sekilde yönetmisler ve ayni seyi kalan tüm Yunan için yapmislardir. Tüm Avrupa ve Asya'da ünlenmisler irklarinin güzelligi ve ruhlarinin hüneri ve yasayan insanlarin kabiliyetler,i onlari tanitmistir. Eger bana çocukken anlatilanlari unutmamis isem size onlarin düsmanlarinin temeli ve karakteri hakkinda bilgi verecegim. Dostlar hikayelerini kendilerine saklamamali ve paylasmalidir.
Hikayenin devamina geçmeden önce sizi uyarmak isterim. Eger hikayede adi geçen bazi yabancilarin yunan isimlerine sahip olduklarini duyarsaniz, size bunun sebebini anlatayim; Hikayeyi siirinde kullanmak isteyen Solon isimlerinin anlamlarini arastirir ve ögrenir ki bunu yazan eski Misir'lilar bunu kendi dillerine çevirmislerdir. Solon hikayeyi dilimize çevirirken isimlerin manalarini düzeltir. Benim büyük büyük babam Dropides'te orjinal metin vardi. Bunlar hala bendedir ve tarafimdan dikkatlice çalisilmistir. Bu nedenle böyle isimler duyarsaniz sasirmayin. Hikaye su sekilde basliyor.
Daha önce ki konusmamda tanrilar paylarindan bahsetmistim. Onlar dünyayi farkli genisliklerde parçalara ayirmislardi. Ve kendileri için tapinaklar ve ilahi kurumlar kurmuslar. Possesidon, kendi payi olan Atlantis adasini aldiginda, fani biz kadindan çocuklar almis ve adanin bir yerine yerlestirmis ki az sonra anlatacagim. Burasi denize dogru bakiyormus l , ancak adanin en orta yerindeymis burada ovalarin en güzeli denebilecek bir ova ve bereket varmis. Ovanin yaninda fazla yüksek olmayan bir dag bulunuyormus. Bu dagda adanin en ilkel insanlari yasiyormus. Bunlardan birinin ismi Evanor imis. Karisinin ki ise Levcippe ve Cletio adinda bir kizlari varmis. Bu bakire kiz evlenme yasina geldigi siralarda annesi ve babasi ölmüs. Possedion bu kiza asik olmus. Ve onunla görüsmeye baslamis. Topragi yararak hem denizden hemde karadan kizin yasadigi dagi çevirmis. Iki karadan üç'te denizden olmak üzere nöbet bölgeleri yapmis bunlari adanin tam ortasindan ayni uzaklikta olmak üzere çita ile çevirmis. Böylece insanlar bu adaya ulasabilseler dahi, gemiler ve gezginler ulasamayacaklarmis.
Kendisi bir tanri olarak adanin merkezinde degisiklikler yapma konusunda güçlükle karsilasmiyormus. Topragin altindaki iki pinar getirmis, biri sicak biri soguk akiyormus. Kilden bereket alan bu pinarlar toprakta her çesit yiyecegin yetismesini sagliyormus. 5 ikiz çocuk getirip adayi 10 parçaya bölmüs. En büyük ilk ikizlere annesinin yasadigi yeri ve çevresini vermis. Burasi en büyük ve en güzel yermis. Onu digerlerinin krali yapmis. Digerlerine de prenslikler, emirlerine askerler ve genis araziler vermis. Hepsini isimlendirmis. Büyük olana yani krallik verdigine Atlas ismini koymus. Ondan sonra tüm ve okyanus Atlantik adiyla anilmis. Onun kendisinden sonra dogan ikiz kardesine Heralles'in Pillar'sin karsisindaki büyük payini vermis. Burasi gades bölgesi denilen yere bakiyormus. Yunanca Eumellus adini vermis. Bu kendi dillerince Gaderius demekmis. Ikinci ikizlerin birisine Ampheres digerine Evaemon ismini takmis. Üçüncü ikizlerin büyügüne Mneseus küçügüne ise Autochthon ismini vermis. Dördüncü ikizlerin büyügüne Elasippus, küçügüne Mestor ismini vermis. Son olarak besinci ikizlerin büyügüne Azaes, küçügüne ise Diaprepes ismini vermis. Onlar ve onlarin torunlari adada yasayanlar ve açik denizdeki adalari yönetenler olmuslar. Ve belirtildigi gibi tüm ülke üstünde Pillars'tan Misir'a ve Thrrhenia'ya egemen olmuslar.
Artik Atlas büyük ve saygi deger bir aile sahibidir. Krallik onun elindedir. En büyük oguldan ogula uzun süredir geçmektedir. O ana kadar hiç bir kralin sahip olmadigi büyüklükte bir zenginlige ve egemenlige sahiptir. Bunun tekrar olmasi olasi görünmekte ve ihtiyaci olan her seyle donatilmis durumdadir. Hem sehir hem ülke çok zengindir. Kurduklari imparatorlugun büyüklügü sonucu yabanci ülkeler onlara ganimet getirmekte ve zaten de adanin kendi kaynaklari onlara ihtiyaçlari olan her seyi sunmaktadir. Ilk basta topragi kazacak tuza benzer fusile denilen ancak daha sonra orichallum adini alan bir madde bulmuslardir. Tuza benzeyen bu madde altin hariç her seyden daha degerli kabul edilmekteydi.
Marangozluk için bereket alanlar ve kafi derecede evcil ve vahsi hayvan bulunuyordu. Üstelik adada çok sayida fil vardi. Diger hayvanlarin yasamasi için yeterli kosullar bulunuyordu bunlar göllerde, batakliklarda, daglarda ve ovalarda yasayan hayvanlardi. Kisaca tüm zamanlarin en genis ve en çesitli hayvan türleri yasamaktaydi. Ayrica yeryüzünde bulunan tüm güzel kokulu seyler, kökler, otlar, bitkiler, içecek ve meyvelerden damitilan esanslar bu topraklarda büyür ve yetisirlerdi. Yine topragin kabul ettigi her meyve islenebilir. Tüm kuru çesitten yiyecekler, kabuklu meyveler, içkiyi, eti, ilaci karsilayabilecek ürünler, eglence ve mutluluk veren bitkiler. Yemekten sonra bizi rahatlatabilecek seyler, çesit çesit tatlilar, bu kutsal ve bereketli adaya günes isigi gibi dagilmisti. Bir sonsuzlukla , böyle büyük bir kutsallikla toprak onlari donatmisti. Tapinaklarini, saraylarini liman ve rihtimlarini barinaklarini insa ettiler. Tüm ülkeyi asagida anlatilan düzenle idare ettiler.
Antik metropolis'i çevreleyen denizin denizin üstüne köprüler insa ettiler. Kraliyet sarayina giden bir yol yaptilar. Tanrilari ve atalari için saraylar insa ettiler. Basarili senerasyonlar yarattilar. Her gelen kral bir öncekinden daha basarili ve üstün oldu. Ta ki güzellikteki ve büyüklükteki ölçüyü kaçirana kadar. Denizden baslamak üzere 300 feet genisliginde 100 feet derinliginde ve 50 feet uzunlugunda bir kanal kazdilar. Bu kanali kanalin içine tasiyarak denizle arasinda bir geçis yeri olusturdular. Böylece bir liman olusmus oldu. Böylece genis kayiklari yanasmasi mümkün oldu.
Artik denizden ayrilan bölgenin genisligi 3 feet olmustu. Bundan sonra gelen kara parçasi esit genislikteydi. Ancak diger iki bölge biri deniz biri toprak olmak üzere 2 feet'di. Ve adayi çevreleyen ise 1 feet kalmisti. Sarayin bulundugu adanin çapi ise, 5 feet'di. Bunlara ilaveten Stadium'un 6/1'i genislikte bir parça etrafi kaya parçalari ile kaplanarak kalelerin ve bahçelerin oldugu ve köprüyle denizin geçildigi yerdeydi.
Kullanilan kayalar adanin merkezinin altinda buluna tas ocagindan ve toprak parçasindan alinmisti. Bunlar beyaz, siyah ve kirmizi renkte idi. Bu çökük iki çukur olusturuyordu. Bu çukurlarin dogal kayalardan çatisi vardi. Binalarin bazilari gayet basitti. Digerlerin ise renkleri degisikti. Böylece göze hos görünüyor. Dogal zevkliligi gösteriyordu. Duvarlarin tüm çevresi ince tabaka pirinç alasim ile kaplanmis daha sonraki duvar ise kalayla kaplanmisti. Üçüncü duvar ise Orichallum'un kirmizi isigi ile parliyordu.
Saraylarin yapiminda kullanilan düzen söyledir. Merkezde Cleito ve Poseidon'a ait kutsal tapinaklar vardir. Bunlar erisilmez tutulmaz ve altinla kaplanmistir. Burasi 10 prens ve ailelerin isigi ilk gördükleri noktadir. Oraya insanlar geleneksel olarak sezonun ürünleri 10 parça halinde getirirler ve her birine armagan ederler.
Poseidon'un kendi tapinagi bir stadyum büyüklügündedir. Yarim stadyum genisligindedir. Buna oransal yüksekligi garip barbarsal görüntü verir. Tapinaklarin disinda doruklari hariç gümüs kaplama, doruklari ise altin kaplamadir. Duvarlar sütunlar ve zemin orichalcum ile kaplanmistir. Tapinaklarda altindan yapilma heykeller bulunur. Tanri 6 atin çektigi bir at arabasi üzerinde neredeyse kafasi çatiya degecek yükseklikte insa edilmistir. Etrafinda ise 100 nerein yunuslar üzerinde yer alir ayrica yine tapinaklarin içinde diger önemli objeler bulunur.
Tapinagin çevresi ise altindan heykellerle çevrilmistir. 10 kral torunlari, esleri, akrabalari ve diger önemli kisiler ile yer alir. Bir de mihrap vardir. Bu mihrap muhtesemligi ve büyüklügü ile genel düzene ayni ahenkle uyar ve kralligin ve tapinagin yüceligini, büyüklügünü isaret eder. Diger bir tarafta birinden sicak birinden soguk su akan çesmeler, harika bol bir akicilik içinde harika ve mükemmel bir uyum yaratirlar. Etrafinda insaatlar yapmislar. Uygun agaçlar yetistirmislerdir. Ayrica sarniçlar insa ederler. Bazilari gökyüzüne dogru açik, bazilari ise çatilari kapali hamamlari vardir. Özel önemli kisilerin hamamlari vardir. Kadinlar için uzakta ve ayrilmis özel hamamlar bulunur. Bununla bize bereket ve hasat veren atlar ve çiftlik hayvanlari için ayri bölümler bulunur.
Suyun bir kismi Posedion korusuna tasinmis, burada her türlü güzellikte ve agaçlar yetistirilmis topragin mükemmelligi sonucu tüm artiklar köprüler vasitasi ile çevre disina tasinmistir. Ayrica çesitli tanrilara adanmis bir çok tapinak insa edilmis. Egitim ve talim için alanlar ve bahçeler yaptirilmis. Bazilari erkekler ile bazilari atlar için olmak üzere insa edilen iki ada bölgenin üzerinde binicilik egitimi için bir stadyum genisliginde bir alan ve adalari genisliginin el verdigi ölçüde binis yerleri yapilmistir. Ayrica araliklarla nöbetçiler için n2nöbetçi kuleleri yapilmis, güvenilir olanlar ise Acropolis çevresindeki bölgeleri korurlar. Bu koruyuculara genel mahal içinde yakin insanlarin kaldigi bölgeden evler tahsis edildi. Rihtimlar ise deniz askeri malzeme ile dolu olur. Ve kullanima hazir bulundurulurdu.
Saraydan çikilinca ve üç kara parçasi geçirince denizin hemen önünden baslayan ve uzayip giden bir duvarla karsilasirlar. Bu duvar her yere yaklasik 50 feet uzakliginda her yeri kaplar. Sonu2u kanalin agzi ile birlesir ve denize uzanirdi. Geri8kalan ar7zi ise, yogun olarak oturanlar ile doluydu. Kanal ve liman tekneler ve ticari gemiler ile doluydu. Bunlar degisik bölgeden gelen kalabaliktan yükselen sesle inleyen her türlü gürültü ve patirtini gece ve gündüz oldugu bir yerdi.
Size sehri ve yöreyi , antik saraylari neredeyse Solon'un sözleriyle aktardim. Simd1de adanin geri kala kisminin dogal durumunu ve isleyisini anlatayim. Tüm ülke onun dedigi kadariyla çok yüksek bir uçurumun üzerinde denize dogru, ancak yerlesim bölgeleri hemen etrafinda düz ovalarda, bu ovalar denize dogru inen tepeler ile kapli; düz ve boyu eninden uzun bir görünüme sahip, bir yönde 3000 feet stapia uzunlugunda uzanmakta, merkezi kisim ise 2000 feet uzunlugunda uzaniyor. Ada güneye bakiyor ve kuzeyinden korunakli. Çevreleyen daglar numaralarina. büyüklüklerine ve güzelliklerine göre aniliyor. uzaginda hala var olan yerel halk köyleri var Ayrica göller , nehirler her çesit agaç ve her türlü bereket var
Simdi size olayi tarif edecegim. Burasi doga ile süslenmis, çaliskan bir sürü kral ve onlari generasyonu ile büyük bir bölümü dikdörtgen seklinde ve boyu eninden fazla, dairesel bir hendek çevresinde yer aliyor. Bu hendegin eni, derinligi ve uzunlugu inanilmaz boyutta. Uzun bir süre çalisilmis olmanin izlenimini yaratiyor. Ilaveleri olmasina ragmen bir sahtecilik havasi vermiyor. 100 feet kadar derine kazilmis, genisligi ise her yerde bir stadyum büyüklügü kadar. Tüm ovayi çevreliyor ve 10.000 feet uzunlugunda. Daglardan gelen akarsulari içeriyor. Ovayi dönerek sehre ulasiyor ve sonunda deniz ile birlesiyor.
Iç kisimlarda ayni sekilde 100 feet eninde kanallar ovayi bölerek hendekle bulusuyor. Ve denize ulasiyor. Bu kanallar 100 feet araliklarla kurulu. Bunlarla agaç ve kereste daglardan sehre ulasiyor. Meyveler gemilerle tasiniyor. Çapraz geçitler kanallari kesiyor ve sehre giriyor. Yilda iki kez yagmurlarin ve kisin armagani olarak mayva toplaniyor. Ve yazin kanallarda bulunun ve irmaklarla saglanan su topragi suluyor.
Nüfus orani,her paylasim bölgesi bir lider bularak uygun bir askeri güç olusturuyor. Bir paylasim bölgesi 10 feet kare kadar. Tüm paylasim bölgelerinin toplami 60.000 kadar daglarda ve sehir disinda yasayanlarda büyük kalabaliklar olusturuyor. Bunlarda paylastirilmis. Her birine bir lider tahsis edilerek bölgelerinin ve köylerinin yönetimi saglanmis. Lider olasi bir savas için 6 savas arabasi, 10.000 kadar savasçi, iki at sürücüleri ile birlikte, bir çift savas arabasi ati sürücüsüz, bir at bakicisi ki gerektiginde savasabilecek ve yiyecek tasiyabilecek ve silahli adamlarin ardindan iki ata yön verecek bir arabaci iki agir silahli asker, 2 sapanci,3 tas atici,3 mizrak aticisi hafif silahli olacak ve 4 denizci 1200 tekneyi tamamlayabilen bulunuyor.
Bu anlatilan kraliyet sehrini askeri gücü, diger 9 paylasim bölgesi ise bazi farkliliklar gösterse bile onlari saymak yorucu olabilir. Kendi bölgesindeki her kral kendi sehrine sahip ve halki üzerine mutlak güç sahibi, yasama gücüne, istedigini cezalandirma ve öldürme hakkina sahip. Aralarindaki rütbe farkina ve ikili iliskilere göre Poseidon'un emirleri onlara yardimci oluyor. Bunlar ilk krallar tarafindan orichalcum sütunlara yazilmis ve adanin ortasina yerlestirilmis. Poseidon'un tapinaginda krallar nereye toplanirsa her 5 veya 6 yilda , her tek veya çift sayiya esit onur veriliyor.
Ne zaman krallar bir araya gelseler ortak çikarlarini tartisirlardi. Eger biri günah islemisse sorusturuluyor, yargiya havale edilir ve birbirlerine kefil olunurdu. Tapinakta dizilen iri yari adamlar olur. 10 kral tapinakta yalniz birakilir, tanriya dualar yapildiktan sonra, ona uygun kurban yakalanir, iri yari adamlara teslim edilir. Onlara silah verilmez ancak ancak tahta ve kement verilirdi. Kurbanini yakalayan avci sütunun tepesinde çikar ve kutsal bir kanit gibi bogazini kestigi kurbanin kanini asagiya akitirdi.
Sütunda, yasalarin disinda, söz dinlemeyecek için yemin, yalvarma yazisi bulunurdu. Öldürmeden sonra buna alisik olan avci organlarini yakar. Bir çanak sarap doldurur., içine akitilan bir yudum kan tüm sütunlarda dolasir ve içilir. Diger suçlular daha sonra atese atilirdi. Altin çanaktan içki içilir ve her sey atese itilaf edilirdi. Sütunlarin yasasina göre yargilama yapilacagina yemin edilir. Günah islemis olanlar cezalandirilir, kurallara karsi gelenler, onlara emir verenler verilen emirlere uymayanlar, babalari Poseodon'un yasalara uymayanlarin cezalandirilacagi bildirilir. Bu kendilerine ve torunlarina önerdikleri ibadet sekliydi. Ayni zamanda içmek ve kupayi tanrilarina adamak ve onun tapinaginda içmek, ne zaman tatmin olur ve kurbanin yakildigi ates sönerse herkes en güzel gök mavisi gök mavisi giysileri giyer. Yere oturur, kurbanin atesindeki köz üzerine yemin eder. Tapinaktaki atesi söndürür. Adalet alir ve verir. Eger herhangi bir suçlama getirirse, kendi cümlelerini gün yarisinda altin tabletlere yazar ve cüppelerini anit olarak adarlardir.
Tapinaklar hakkinda krallari etkileyen birçok özel kanun vardir. Ancak asagidakiler en önemlileridir. Hiç kimse birbirine silah çeviremez. Kraliyet evini yikmak veya ele geçirmek isteyen olursa herkes yardima gelmeyi kabul eder. Tipki kendi atalari gibi, savas hakkinda ortak karar alinir ve üstünlük Atlas'in soyuna verilir.
Kral kendi akrabalari üstünde yasam veya ölüm karari verme gücüne sahip degildir. Çogunlugun düsüncesine saygi göstermek zorundadir. Tanrilarin kayip ada Atlantis üzerine koydugu kati güç daha sonra asagidaki geleneksel nedenlerden dolayi bizim topraklarimiza da siçramistir.
Uzun yillardir, uzun süredir ilahi doga sürekli onlardaydi. Yasalara itaat ettiler. Tanrilar karsisinda etkilendiler. Onlari yaratti, dogrulugu sahiplendiler ve büyük ruhun yer yönüyle, nezaketi bilgiyle birlestirerek hayatin çesitli evrelerinde hep alis-veris halinde oldular. Erdem hariç her seyi hor gördüler. Hayatlarinin var olan haline çok az sey kattilar. Altini ve diger ganimeti az düsündüler. Bu onlara bir yük gibi göründü. Lüksten sarhos olmadilar. Zenginlik onlarin kontrolünü yok edemedi. Akli basinda oldular. Gördüler ki bu ganimet ancak hüner ve dostlukla artar. Oysa bu büyük riayet ve saygi, kayboldular ve dostluk onlarla gitti.
Bu yansima onlarda ilahi doga ile devam etti. Anlatmaya çalistigimiz kalite onlarla büyüdü ve gelisti. Ne zaman ki kutsal paylasim dolmaya basladi, ne zaman ki sulandi, ahlaksal karisim ve insanin elini yukariya dikmesi ki sonra kendi gelecegini çizemedi. Yakisiksiz davrandi. Gözle görünür sekilde alçaldi, degerli ve güzel hediyeleri kaybetti. Gerçegi görmeyi beceremeyenler, her sansli ve kusanmis göründüler. Oysa para hirsi ve dogru olmayan kuvvet ile doluydular.
Tanrilarin tanrisi Zeus, kurallara göre yöneten böyle seyleri görebilen , kavradi ki , onurlu kosu feci bir durumda ve onlari cezalandirmak istedi. Böylece gelise bilir ve temizlenebilirlerdi. Tüm tanrilari kutsal ikametinde topladi. Burasi dünyanin merkezinde yer alir. Bütün yaratilanlari içerir. Ne zaman ki herkes toplandi , o söyle konustu;
Diyaloglarin diger kisimlari kaybolmus veya hiç bir zaman kaleme alinmamis olabilir."